İlk baskısı ‘96 yılında yapılan Cihan Aktaş’ın Acı Çekmiş Yüzünde isimli kitabının Ocak 2013’de ikinci baskısı yapıldı İz Yayıncılık tarafından. Cihan Aktaş’ın her zamanki muhabbet eder gibi yazdığı, insana sanki kendini anlatırcasına samimi ve tanıdık gelen üslubundan sıcacık öyküler. Sıcak çünkü kurduğu bir cümle belki de vaktiyle sizin de başınızdan geçen benzer olaylarda kurduğunuz cümle ile arkadaş bir cümle. Sıcak çünkü sordukları zaman zaman kafanıza takılan sorular. Sıcak çünkü anlattıkları, tespitleri soğumadan bize yol göstermeye devam ediyor. Çünkü o, bizim “yazarımız” dediklerimizden de ondan.

Hansa’yı kararından döndürmek için az uğraşmadım

Kitap, “Acı Çekmiş Yüzünde” isimli hikâye ile başlıyor. Hansa’nın inandıklarını yaşantısına işlemeye çalışırken attığı her adımda, bilhassa da nişanlısı ile arasında geçen olaylarda nişanlısının acı çekmiş yüzüyle her karşılaşmasında duyduğu borçluluk hissi ile kendine ait ne varsa tedavülden kaldırması, “inandığım gibi yaşayacağım” diye aslında sadece nişanlısının istediği bir hayatı onaylayacak olması ve neredeyse bir ömür bu hayatı kabullenmesi karşısında kafamın içerisinde Hansa ile az konuşmadım. “Dur öyle değil, sakın yapma, niye tek doğru Kamil’in istediği, yaşadığı gibi bir hayat olsun ki? Sen her şeyinden vazgeçiyorsun, peki ya o? ‘Olur mu canım, o doğru yolda zaten(!), düzeltilmesi icap eden benim’ mi diyorsun? Hayır, hayır yanlış yapıyorsun” diye diye hayli mücadele verdim ve yoruldum. Neyse ki çabalarım boşa gitmedi.Cihan Aktaş, Acı Çekmiş Yüzünde

Kitapta kadınlar başrolde

Kitapta iki hikâye haricinde altı hikâye de kadınların vazgeçtikleri üzerine. İnandıkları adına, eşleri ve çocukları için bırakılmışlıklar üzerine yazılmış hikâyeler. Her biri bizim hayatımızdan da izler taşıyan hayatlar. İnandıkları gibi yaşama arzusu ile doluyken karşılaşılan engellemeler. Hangimizin böyle bir hikâyesi yok ki? Sözde Müslümanız lakin bazı adetleri öylesine abartmışız ki dinimizin, inancımızın önünde, üstünde tutuyoruz. Fakat daha da acısı şu ki bunun farkında bile değiliz. Sonra bazımız okuyup öğrendikçe, bunların son derece yanlış, inancımıza ters adetler olduğunu söyleyince de aforoz ediyoruz. O zaman da adın asiye, inatçıya çıkıyor.

Tıpkı Süreyya’nın başına gelenlerde olduğu gibi. Allah’ın yasakladıklarını bile helal görecek kadar alışılagelmişliklere kendini kaptırmış insan güruhuna karşı koymaya çalışırken, aynı hassasiyetlere sahip olduğu için yuva kurduğu eşinden destek görmemesi bir yana, belki de sadece ailesi tarafında olmak, onlardan menfaat sağlamak adına itiraz görüyor olması ve yalnız bırakılması bir kadın için kolay olmasa gerek.

Bu kadarı Tatlı Cadı için bile fazla!

İyi bir eş, iyi bir anne olmak zaten hayli zor iken kadına bir de iyi bir gelin olma zorunluluğunu yükleyen anlayış iyilik perisi mi icat etme peşinde acaba? Üstelik bu “iyilik” kavramı dinin gereklerine göre değil, tek doğru kabul edilegelen gelenek ve göreneklere göre. Neden her şeyi kadından bekliyoruz ve tüm sorumluluğu onun üzerine atıyoruz? Her daim temiz bir ev, her gün ağızlara layık bir sofra, terbiyeli, çalışkan çocuk yetiştirme vazifesi, yirmi dört saat tertipli, bakımlı ve her an misafir için hazırlıklı, teyakkuz halinde olabilen bir anne. Böylesi sadece filmlerde olur. Çimdik yetmez, bir iki yumruk atalım da ancak uykudan uyanırsınız. Tabi kadın yerine bir robot aldıysanız evinize onu bilemem. Değil bunların hepsini yapmak, düşüncesi, sorumluluğu bile kadının bunalıma girmesi için yeter. Kaldı ki eşinin desteğini görmeyen bir kadının bunların üstesinden gelmesi beklenemez.

Geleneklerin işimize gelen en konforlu tarafına sırtımızı dayıyoruz

Bir araya gelen kadınların anlattıklarından misal: “Belki bir sene boyunca iki ya da üç kez kahvaltı sofrası hazırlayamamışımdır. O da hastalık veya aşırı bir yorgunluk sebebiyledir. Ve sabah kalkıp da sofrayı hazır görmeyen eşim bağırıp, çağırmaya başladı.” Yaklaşık aynı sebeplerden o günkü yemeğini, temizliğini yapamamış bir ev hanımının dilinden “eşim akşam eve gelip de evi her zamanki düzeninde bulamadığı için evde terör estirdi.”

Her daim var olan düzeni eksiksiz görmek isteyenler, evde mi yaşıyorsunuz yoksa askeriye de falan mı? İnandığımız gibi yaşayabilsek bir, ama bunu sadece karşımızdakinden bekliyoruz. Bütün sorumluluğu eşimizin üzerine atıp biz de geleneklerin işimize gelen en konforlu tarafına sırtımızı dayıyor ve güçlü konumda olmanın hazzıyla büyüklerin desteği de nasıl olsa yedeğimizde, içimiz rahat, eşimizden; hem anne, hem ev hanımı, hem gelin, hem de mükemmel bir eş olmasını bekliyoruz. Bir bedende bu kadar fail sizce de çok değil mi?

Yüzündeki çizgiler sızının şahidi

Senin hayallerin olamaz. Hatıraların, ümitlerin, arzuların asla! Sen sadece ve sadece eşinin hayallerini gerçekleştirmek üzere her şart ve her mekânda ona tâbi olmak için dizayn edilmiş bir mahlûksun. Hâlbuki birlikte yola çıktığınızda, sizi bir arada tutan gücün geride bıraktıklarını sana unutturacağından emindin değil mi? Nasıl olsa bütün hayaller gerçekleşemezdi ya, başka hayaller kurardın. Zannediyordun ki sen eşin için, çocukların için, ailen için yani, kendini feda ettiğinde birazcık anlayış, bir parça takdir, biraz vefa seni kucaklayacak ve ardında bıraktıklarının acısını soğutacaktı. Heyhat! Sen kendin istemiş oldun, sana kimse peşimden gel demedi, şimdi ağlayıp, sızlanma!

Kim bilir kendi içiyle konuşup, derdini kalbine akıtan nice kadının yüzünden okuyabiliriz yitirdiklerini. Kurduğu hayallerin izine rastlayabiliriz belki. Kederi derinleştikçe çehresindeki çizgiler de derinleşir ve her bir acı yüzünde belirginleşir. Bir kadın ya da bir anne ne ister? Anlaşılmak! Kâfi.

F.Kebire Gündüz Karaaslan kitaptan kalanları paylaştı