Prof. Dr. Mehmet Narlı, ülkemizde sayıca az bulunan, önemli birkaç özelliği bünyesinde toplayan nadir kişilerden biri. Bu özellikler onu edebiyatımız adına farklı bir yere oturtuyor ama bunun yanında da ona kaydadeğer bir sorumluluk da yüklüyor.
Yayımlanmış şiir kitapları bulunan Prof. Dr. Mehmet Narlı, aynı zamanda bir akademisyen. Mehmet Narlı, Türk dili ve edebiyatı profesörü. Halen Balıkesir Üniversitesi'nde ders veriyor, akademik çalışmalarına devam ediyor.
Mehmet Narlı, 26 Kasım Çarşamba akşamı İbrahim Paşa Kültür Merkezi'nde Cevat Akkanat’ın hazırlayıp sunduğu “Edebiyat Akşamları”nın konuğuydu. Narlı, Cevat Akkanat’ın kendisine yönelttiği soruların açılımında şairliğine ve akademisyenliğine dair konuştu. Hem şiiri hem de akademik camiayı içerden bilen biri olarak konu hakkında söyledikleri önemliydi.
Sohbetin formatı, bir sanatkarın sanat yolculuğunu tanımaktı. O yüzden de sohbet, konuğun sanatla ilişkisinin nerede, nasıl başladığını anlamaya yönelik sorularla başladı.
Maraşlılar edebiyatçı mı olur?
Mehmet Narlı Maraşlı. Türkiye’de Maraşlı olmak, doğuştan şiire bulaşmak gibi bir algıya sahip olduğundan, biraz da bu algı konuşuldu. Cevat Akkanat’ın kendisine yönelttiği “Neden şiir? Neden edebiyat? Maraşlı olmanızın bunda etkisi var mı?” sorularını şöyle yanıtladı Prof. Dr. Mehmet Narlı: “Edebiyata ilgimi tetikleyen bir olayı net olarak hatırlamıyorum. Ama edebiyata ilgi duyan herkes gibi ben de duvar gazetelerine, okul gazetelerine bulaştım. Ama şiire neden başladığıma ilişkin net bir cevap vermem mümkün değil. Belki de Maraşlı olmamla ilgilidir bu. Bilirsiniz, Maraşlıların genlerinde şairlik olur. Babam, okuma yazmayı geç öğrenen biriydi ama buna rağmen bir defteri vardı ve bu defterine bir şeyler karalardı. Onun bu karalamaları beni şiire itmiş olabilir. Bir de kişinin siyasi duruşu önemli. O zamanlar bizim cenahın en önemli ismi Necip Fazıl Kısakürek’ti ve o da şairdi. Ona öykünmüş olmam da mümkün. Biz okurduk. İnsan niçin okur, bilir misiniz? İnsan, bir şeyler söylemek için okur! Demek ki bizim de söyleyecek sözümüz vardı, okuyorduk.”
Maraş’ta bir edebiyat kapasitesinin varlığından söz etmenin mümkün olduğunu söyleyen Mehmet Narlı, bunu şöyle açıkladı: “Maraş’ın edebiyat kapasitesi birkaç şeye bağlı olabilir. Birincisi, Maraş’ın modernleşme ve modern hayat ile geç tanışmasıdır. Modernleşme ile tanışmamak, Maraş için önemli bir avantajdır. Çünkü modernleşmeden uzak kalan her şehir gibi, Maraş da böylelikle kendi kültürünü üretmeye devam etti. Bir de Maraşlıların edebiyat dünyasında güçlü bir damar olarak varlıklarını sürdürmeleri de bu kapasiteyi diri tutuyor.”
Akademisyenler güncel edebiyatın neresinde?
Cevat Akkanat’ın “Mehmet Kaplan’dan sonra güncel edebiyatla ilgilenen bir akademisyen olarak, akademisyenler ve güncel edebiyata dair ne söylersiniz?” sözüne şöyle yanıt verdi Prof. Dr. Mehmet Narlı: “Edebiyatı akademik edebiyat ve sivil edebiyat diye ikiye ayırdığımızda, her iki cenahın da yekdiğerini küçümsediğini görüyoruz öncelikle. Akademik camianın kendisini özellikle edebiyat tarihi alanına hapsettiğini görürüz. Bu alanda başkalarının çalışmasına izin vermiyorlar nerdeyse. Oysa geçmişte böyle bir kopukluk da yoktu. Geçmişte edebiyat alanında çalışanlar birer edebiyatçıydı aynı zamanda. Artık akademisyenler güncelden koptu.
İşin bir başka tuhaf yanı daha var. Bu da, uzmanlık alanı. Edebiyata dair bir konu açıldığında, akademik dünyanın edebiyatçıları 'Benim uzmanlık alanım Tanzimat dönemi şiiri vb.' gibi şeyler söylüyor. Akademik camiada 'akademisyen' unvanını taşıyıp da böyle söyleyen o kadar insan var ki… Böyle bir durumun Batı’da olması mümkün mü, varın siz hesap edin! Bu durumu körükleyen şeylerden birisi de eğitim sistemimiz aslında. Dersler metinsiz işleniyor. Sınıflarda metnin adı var, metne dair yorumlar yapılıyor ama ortada metin yok. Bu da kişilerin edebiyata ve edebiyat türlerine aşina olmalarına engel.”
Delilik ve edebiyat ve bilinç akımı
“Edebiyat ve Delilik” başlıklı bir kitabı bulunan Mehmet Narlı, “delilere dair ne söylersiniz” diye kendisine sorulduğunda şu sözleri söyledi: “Geçmişimizde deliler hayatımızın içindeydi. Her çeşitten delisi vardı mahallenin. Edebiyatımıza baktığımızda ise, bizim delimizin hemen hemen hiç olmadığını görüyoruz. Batı, bizim delilerimizi 'psikiyatri hastası' yaptı ve bizim delilerimiz de hayatımızdan çıktı gitti. Artık edebiyatımızda deliler değil, psikiyatri hastaları var. Sokaklarımızda da deliler yok artık. Onlar birer hasta olarak hayatımızdan, sokaktan çekildiler.
Unutulmamalı ki edebiyat teknikleri durup dururken ortaya çıkmaz. Bilinç akımı tekniği mesela, antisosyal, içine kapanık kişilerin kendi kendine konuşmasından başka nedir ki? Unutmayın, bizim toplumumuzda kendi kendine konuşanlara 'deli' derler. Bilinç akımı da, kendini ifade edemeyen, kendi kendine konuşanların bir şekilde ifade edilmesi çabasından başka nedir ki? Edebiyat ve hayat iç içedir. Bir şey hayattan çıktığında, edebiyattan da çıkar.”
Ahmet Serin bildirdi