İman, büyük bir nimet ve büyük bir değer. Bu değeri sahiplenmek ise her şeyden önce onu sahiplenecek kişinin değer görmesiyle ilişkili. Zira kendisi değerli olmayanın iman gibi bir değeri sahiplenmesi mümkün olabilir mi? Değer görmeyen kişi değeri yüklenebilir belki ama onu kolay kolay sahiplenemez. İstenmeden yüklenilen bir yükün kaderi ise ilk fırsatta yol kenarına atılıvermektir.
Ebeveynler ya da çocukların dinî eğitimiyle meşgul olan eğitimciler öncelikle çocuklara değerli olduklarını hissettirmelidir. Anne babasından ya da öğretmeninden değer görmemiş bir çocuğun onların anlattıklarını benimsemesi beklenebilir mi? Hele ki konu iman ise burada çok daha hassas davranmak gerekir. Bağırmak, çağırmak, farklı şekillerde şiddet uygulamak, çocuğa söz hakkı vermemek, onu görmezden gelmek, ayıplamak, suçlamak vb. tavır ve yaklaşımlar çocuğu değersizleştirmek anlamı taşımaktadır. Halbuki değer bir başka değerle buluştuğunda kemâle imkân bulur. Bu nedenledir ki vahiy gibi bir değere muhatap olacak kişiler insanların en değerlilerinden seçilmişlerdir.
Hz. Peygamber’in hayatı incelendiğinde çocuklar ve gençlerle ilişkisinde üç temel ilkenin öne çıktığı görülür. Bunlar “güven vermek”, “değer vermek” ve “ideal vermek” şeklinde ifade edilebilir. Hz. Peygamber, öncelikle ahlaki yaşantısıyla, ilkeli duruşuyla, hak ve hakikat noktasında sergilediği tavizsiz tutum ile çevresindekilere güven vermiştir. Psikolojide anne ve bebek arasındaki ilişkiye işaretle kullanılan “güvenli bağlanma” gereksinimi aynı zamanda henüz emekleme aşamasındaki tüm ilişkilerin de vazgeçilmezi olsa gerektir. Hz. Peygamber’e Mekkeliler tarafından verilen ve “güvenilir” manasına gelen “el-Emin” sıfatı bu manada son derece anlamlıdır.
Hz. Peygamber güven tesis ettiği insanlara değer de vererek iki temel psikolojik gereksinimi öncelikle karşılamaya çalışmıştır. Yediden yetmişe herkese, küçük-büyük, zengin-fakir demeden, değerli olduklarını hissettirmiştir. Çocuklarla çocuk olmuş, şakalaşmış, oyun oynamış ve onlara selam vermiştir. Ağlayan bir bebek sesi işittiğinde namazı kısa tutmuştur. Hutbe okurken mescide giren torunu için hutbeyi yarıda kesip minberden inmiş; onu kucağına alıp tekrar minbere çıkıp hutbesine devam etmiştir. Yüzlerce kişinin önünde Hz. Peygamberin kucağında minbere çıkan ve onunla birlikte Müslümanlara seslenen bir çocuğun ne türden bir değere mazhar olduğu ve bunun, o çocuğun özgüven durumunu nasıl etkilediği iyi değerlendirilmelidir.
Hz. Peygamber güven ve değer verdiği insanlara sorumluluk ve ideal vererek onların kimliklerini adeta perçinlemiştir. Onun güven ve değer verme, ideal kazandırma üzerine oturan ilişki ve iletişim tarzı belki de en çok o dönemin gençlerini etkilemiştir. İçinde bulundukları yaşın gereği olarak idealist olan; hak, hukuk ve adalet noktasında hassasiyet gösteren gençler Hz. Peygambere büyük bir güven ve sempati beslemişlerdir. Nitekim ilk Müslümanların çok büyük bir kısmını 30 yaş altındaki gençler oluşturmuştur. Bu yönüyle İslâm’ı bir gençlik hareketi olarak değerlendirmek bile mümkündür.
Bu gençler arasında Mus’ab b. Umeyr, Sa’d b. Ebi Vakkas ve Ebu Hüzeyfe gibi Mekkeli müşriklerinin ileri gelenlerinin çocukları da vardı. Ellerinde şan, şöhret, para vb. türlü imkanlar varken bütün bunları bir kenara itip bu gençleri Hz. Peygamber’in yanına getiren şeyin ne olduğu hususu üzerine kafa yorulmalıdır. Bu gençler ne aramış, Hz. Peygamber’in yanında neyi bulmuşlardır? Zeyd b. Harise’yi öz babasının yanına dönmek yerine Hz. Peygamber’in yanında kalmaya iten şeyin ne olduğu sorusunun cevabı da burada gizli olsa gerektir.
Bu gençler Hz. Peygamberin yanında güvenli bir iklim, değer gören bir kimlik ile geleceğe dair umut ve idealler bulmuşlardır. Hz. Peygamber bu gençlere duyduğu güveni onlara verdiği önemli görevlerle de birçok kez göstermiştir. Örneğin içinde Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer gibi önemli sahabilerin bulunduğu yaklaşık 40.000 kişilik ordunun başına 18-20 yaşlarında genç bir sahabi olan Üsame b. Zeyd’i atamıştır. 25 yaşında bir genç olan Mus’ab b. Umeyr’i hicret öncesinde Medine’ye İslâm’ı öğretmen için göndermiştir. 21 yaşındaki Muaz b. Cebel’i Yemen’e vali olarak atamıştır.
Cevap aramamız gereken soru şu olsa gerektir: Hz. Peygamber gençleri etrafında toplayıp onların idealizmi ve dinamizmiyle bir yeniden inşa süreci başlatmışken biz bugün neden gençlerden uzak düşüyor, onlarla iletişim kurmakta zorlanıyoruz? Burada biz yetişkinlere düşen öncelikli görev çocuklarımıza ve gençlerimize güven telkin etmek, onlara değerli olduklarını hissettirmek ve kendilerini adayabilecekleri bir ideal sunmak olmalıdır vesselam.
“ Burada biz yetişkinlere düşen öncelikli görev çocuklarımıza ve gençlerimize güven telkin etmek, onlara değerli olduklarını hissettirmek ve kendilerini adayabilecekleri bir ideal sunmak olmalıdır ”
Kesinlikle katılıyorum Ayhan hocam. Yüreğinize sağlık.