Rimbaud ile ilgili anlatılanları hepimiz duymuşuzdur. Yirmili yaşlarına varmadan şiir yazmayı bırakmış olduğunu, ardında incelikle işlenmiş çok sayıda şiir bıraktığını okur veya dinleriz. Batı edebiyatının temsilcileri ve eserleri böylesine etkili bir şekilde hayatımıza nüfuz ederken, kendi öz değerlerimizi ve mirasımızı ise ancak merak edip araştırma gayret ve zahmetine katlanmayı göze alabilirsek öğrenebiliyoruz ki Şeyh Galib bunun en güzel örneklerinden sadece bir tanesidir. Şeyh’e dair en çok anlatılan onun III. Selim’in kız kardeşi Beyhan Sultan’a duyduğu aşk olarak anlatılan efsanedir. Bir de Şeyh’in naaşı yıkanırken henüz hayatta olan babasının söyledikleridir genç şairin ardından.

Şeyh Galib’i tanısaydık

Oysaki Şeyh Galib Arapça, Farsça ve Çağatay Türkçesini çok genç yaşlarda öğrenmiş ve bu dillerde şiirler yazacak kadar kendini geliştirmiştir. Yirmili yaşlarında ise divan tertip edecek kadar şiire hâkim olacaktır. Sebk i Hindi’nin en büyük temsilcilerinden Şevket i Buharî’yi keşfedecek ve aynı incelikte, özgün eserler ortaya koyabilmiş biri olarak Şevket i Rum olarak anılmaya başlayacaktır.

Şeyh Galib, İsmail Dede Efendi ve Hattat Mustafa Rakım Efendileri anlattığı kitabı Kuğunun Son Şarkısı’nda Beşir Ayvazoğlu, bu üç büyük sanatkârı yorgun medeniyetin son güzel şarkısını terennüm edenler olarak bir araya getirir. Belki birbirlerini görmemiş ve tanımamışlarsa da hepsi aynı güzel şarkıyı mırıldanıp gitmiştir. Şiir, musıki ve hat. Kuğunun son şarkısı bu üç sihirli elden ve yürekten vücut bulmuştur.

Hem geleneği devam ettiren, hem de ona yeni bir ruh üfleyen Galib Dede, Hüsn ü Aşk ile ortaya benzersiz bir eser çıkarmış ve bu eserin büyüklüğünün de farkında olabilmiştir.

Geçti Galib Dede candan yâhû

Kuğunun Son Şarkısı, Beşir Ayvazoğlu

Geleneğimizde hiç evlenmediği ve ‘mücerred’ olduğu kabul edilse de Muallim Cevdet’in bulduğu bir fermanda, İstanbul Gümrüğü mukataasından otuzar akçe gündelik tahsis edilen Ahmet, Mehmet Mecid ve Zübeyde adlarında üç çocuğunun olduğu, Zübeyde’nin 1795 tarihinde doğduğuna dair Şeyh’i yakın dostlarından Esrar Dede’nin divanında tarih düştüğü belirtilir. Bu da Galip Dede’nin evlenmiş olduğuna dair bir belge olur.

Şeyh Galib 3 Ocak 1799 Çarşamba günü, kırk iki yaşında, sakalında belki hiç ak olmadan vefat etmiş ve naaşı yıkanırken henüz hayatta olan babası Mustafa Reşid Efendi’nin “Ah oğul, bu tahtaya kara sakal yakışmıyor” dediği belirtilir.

Bu vefata düşülen en güzel tarih de bir zamanlar Galib’i hicveden Surûrî’ye aittir.

“Geçti Galib Dede candan yâhû”

Artık bu oyunun tadı kalmadı!

Kuğunun son şarkısını söyleyen bir diğer mübarek ise Hammamizade Dede Efendi’dir. 1778’in 10 Zilhiccesinde Kurban Bayramı’nın birinci gününde doğduğu için hamam işleten baba Süleyman Ağa oğulcuğuna İsmail adını koyar.

Henüz on yaşında iken 1001 günlük çileye soyunur ve Derviş İsmail olur. Acılarla yoğrulmuş hayatında yorgun medeniyetimizin çözülüşüne şahitlik eder. Çiledeyken babasını kaybeder ve daha o dönemlerde adının anılmasını ve İstanbul musıki mahfillerinde zikredilmesini sağlayan bestelerini yapmaya başlar.

Derviş İsmail 23 yaşında evlenir ve kısa bir süre sonra, önce şeyhi Ali Nutki Dede’yi ardından üç yaşındaki oğlunu kaybeder. Bir müddet sonra annesi ve annesinden kısa bir zaman sonra ise ikinci oğlunun vefatına şahit olur. Kazanın devrilip ocağın dağılması da tam bu yıllara rastlar.

Yaşadığı bu kişisel ızdıraplar ve hanedanın içinde bulunduğu durum Dede Efendi’nin çoktan beri arzuladığı Hac farizasını yerine getirmek isteğini arttırır ve padişahtan izin alarak birkaç talebesiyle yola çıkar. Yola çıkmadan kısa bir süre önce de talebelerine “Artık bu oyunun tadı kalmadı” dediği rivayet edilir.

Güzel ölüm

Dede Hac farizasını yerine getirdikten sonra, o sırada Hicaz’da salgın olan koleraya yakalanır ve Mina’da ruhunu teslim eder. Hicri takvimde tarih 10 Zilhicce’dir ve Dede Efendi doğduğu gün olan Kurban Bayramı’nın birinci gününde vefat eder.

Her iki âleme de Kurban Bayramının birinci günü doğan Dede Efendi, Medine’nin mübarek Cennetü’l Baki mezarlığında defnedilmiştir.

Şarkının üçüncü ve son icracısıRâkım Efendi'nin çektiği topkapı Sarayı Bâb-ı Humâyun üzerindeki tuğra

Kuğunun son şarkısının son icracısı olan Hattat Mustafa Rakım Efendi de Şeyh Galib ile aynı yıl olan 1757’de doğar. Yirmi bir yıl sonra doğacak olan Dede Efendi ile beraber bu muhteşem üçlü, yazarın tabiriyle muhteşem bir medeniyete muhteşem bir temmet işareti çekeceklerdir.

Bir dönem resimle de uğraşan Rakım Efendi hiçbir resmi günümüze ulaşmamışsa da sülüs, nesih ve celî’de tüm zamanların en büyüğü olarak kabul edilecektir. Büyük sanatkar hayatının en parlak ve en önemli yıllarını II. Mahmud zamanında yaşayacak ve hatla ilgilenen II. Mahmud’un da hocalığını yapacaktır. Padişahla olan bu yakın ilişkiler onu memuriyet hayatında da hayli ileri taşıyacak ve Anadolu Kazaskerliğine kadar yükselecektir.

Vefatı üzerine bir tarih manzumesi yazan meçhul bir şair, Rakım’ın şöhretinin bütün Asya’yı, Hind’i, Çin’i ve İslam ülkelerini tuttuğunu; bu ülkelerden onun yazılarını görmek için her türlü külfete katlanarak gelenlerin olduğunu yazacaktır.

Rakım Efendi kendi türbesinin celi sülüs kitabesini de hayattayken yazdığı, talebesi Haşim Efendi’nin ise sadece tarih düştüğü kaydedilir.

Yavuz Ertürk kuğuya hasretle yazdı

https://www.ktpkitabevi.com/urun/kugunun-son-sarkisi-129250173