İnsanlık adına, insanlık için bir davanın varlığından bahsedebilir miyiz? Var mı bir diğerimiz için mücadeleyi göze alabilen? Bizi adam edebilecek bir davaya sımsıkı sarılabiliyor muyuz? Var mı bir şarkımız hep beraber söylenecek? Bu sorulara günümüzde evet benim gerçekten bir davam var diyebilmek gerçekten çok zor. Ya da bu soruya benim sımsıkı sarıldığım davam var diyenlerin sayısı bir elin parmakları kadardır ancak. Bir başkası için endişe duyan, bir başkasını düşünen yok sanki. Herkes kendini kurtarmanın peşinde. Kendini kurtarma peşinde koşmanın bir kaybolma olduğunun farkına varmadan. Yaşamakta olduğumuz zamanların muhasebesini yapmaya oturduğumuzda elimizde avucumuzda kalan çok fazla bir şeyin olmadığını görüyoruz. Kârı, zararını karşılamayan bir alışveriş…
Kazan! Daha fazla kazan!
Kapitalizmin küresel egemenliği, “liberal faşizm” in sınır tanımaz küstahlığı esir aldı adeta insanlığı. Demokrasi, insan hakları, serbest piyasa, sivil toplum gibi kavramlar insanlığın yeni putları olarak piyasaya sürüldü. “Büyük Anlatı”lar olarak nitelendirilen din ve kadim öğretiler geriye çekildiler. İdealler uğruna ter dökmek, fikirler uğrunda ölmek dışlandı. Tek gerçek var şimdi: Kazanmak, daha fazla kazanmak… Tek şey her şeye rağmen hayatta kalabilmek. Kazanmanın, harcamanın dışındaki bütün davalar yok sayılıyor. Yeter ki benim düzenim, tezgâhım iyi olsun, gerisi ne olursa olsun anlayışında insanlığın kahir ekseriyeti. Artık unutuldu kurtuluşun ve batışın bir diğerimizle direkt bağlantısının olduğu. Yorgun bir zamansallıktayız. Yorgun düşürülmüş… Yaşamaktan yorgun düşen ruhlar kapitalizmin tezgâhında iğdiş ediliyor.
İnsanlık haysiyet davasını onursuz, kirli savaşlarla kaybetti. Savaş ekonomisi para için gözünü kırpmadan kan döktürüyor. Savaşların bile bir asaleti kalmadı artık. Vahşice, canice kan dökmekten ibaret oldu. Hümanizmiyle, özgürlüğüyle, insan haklarıyla övünen modern dünya reel anlamda bu sınavını veremedi. Cinayet şebekesi gibi çalışan emperyalizmin kan dökücü kolları insanlığın bütün iyi şeylerini akıttığı kanda alıp götürdü. Bosna Hersek’de, Irak’da, Afganistan’da, Libya’da, Filistin’de, Suriye’de… Akan mazlum kanlarında boğulan insanlıktı aslında. Küstahça zalimliğin sınırsızlığında kaybolan insanlığın davasıydı.
Umuda inanıyoruz
Üzerinde yaşadığımız yaşlı dünyamız ne yazık ki derin bir karanlıkla örtülmüş gibi. Var olanı anlatmaya çalışmak, durumu vuzuha kavuşturmak için kullanılan dil çok karamsar olarak görülebilir. Çizdiğimiz tablo umutsuzluğu depreştirebilir. Maalesef gördüğümüz şeyler bu karamsarlığın belki de birkaç katı ağırlığında. Son derece kesif… Karamsar olunabilir ama umutsuz asla. Biz umutluyuz. Çünkü inanıyoruz ilahi adalete. İnanıyoruz “İlayı Kelimetullah için Nizam-ı Âlem” davasına. (İlayı Kelimetullah için Nizam-ı Âlem kavramı uzun yıllardır bir siyasi partinin sloganı haline geldi. Bizim buradaki kastımız bu siyasi partiye angaje olma anlamında değildir. Biz bu kavramı ilk kullanım dönemlerindeki anlamlandırmayla kavrama gayretindeyiz. Bu noktanın böyle bilinmesi gerekir.)
Bu karamsar tabloda elbette ki bizi umutlandıran, insanlığa kendi hakikatini hatırlatan birçok güzel, iyi şey de olmuyor değil. Bu iyi şeylerden biri de Yarın Yayınları tarafından yayınlanmış olan Ahmet Özcan’ın Davası Olmayan Adam Değildir kitabı. Anadolu topraklarındaki bütün unsurların, sağın, solun, herkesin havlu attığı bir dönemde dava diyor Özcan. “Davası olmayan adam değildir” diyor. Davayı ihale kazanmaya, bir masa kapmaya, tezgâh kurmaya dönüştürenlere yeniden hatırlatıyor hatırlatılması gerekenleri.
“Davası Olmayan Adam Değildir” farklı yerlerde, farklı zamanlarda yazılmış makalelerin bir araya gelmesinden oluşuyor. Yeni bir dünya kurmanın cesaret ve ümitten geçtiğini söylüyor. Yeryüzündeki bütün davanın Allah’ın sözüne şerh düşmekten ibaret olduğunu ve o sözün La ilahe illallah olduğunu belirtiyor. La ilahe illallah derken; Kula kulluğu reddetmek. Allah’tan başkasına boyun eğmemek. Bizi insanlıktan çıkartıp böcekleştiren yaşam tarzına karşı itiraz etmek, isyan etmek…
-izm’lere ne oldu?
Aynı zamanda kitabın ismi de olan ilk makale “Davası Olmayan Adam Değildir” de Türkiye’deki ideolojik ortamın bilançosu çıkarılıyor. Solculuğun, İslamcılığın, milliyetçiliğin, Kemalizm’in ve Liberalizmin… Sol’un bittiğinden, İslamcılığın siyasete teşne olduğundan, milliyetçiliğin yükselmekten ziyade toplum tarafından nefret edilen bir ideolojiye dönüştüğünden bahsediliyor. Kemalizm’in ve Liberalizmin zaten zorlama, suni ideolojiler olduğunun altı çiziliyor. 1930’lardan bu tarafa ideolojilerin birer “deli gömleği” gibi topluma giydirilmeye çalışıldığı vurgulanıyor. İster muhalif olsun isterse sistemin içinde olsun ideolojik hareketlerin toplum adına kazanımlarını olmadığı belirtiliyor. Özcan bu makalede pek alışkın olmadığımız bir şeyi yapıyor. Toplumsal, ideolojik hareketleri coğrafi zeminleri içinde tahlil ediyor. Sol ve İslamcı hareketleri kıyılar, dağlar ve vadiler olarak tanımlıyor. “Kıyılar, Türkiye’nin batısını ve metropolleri simgeler. Dağlar Anadolu’yu ve şehirlerdeki gecekonduları ifade eder. Vadiler ise bu hareketlerin sert ve ütopik damarlarını.” diyor. Aynı makalede bu coğrafi zeminlere oturtulan İslamcılığın, solculuğun, ülkücülüğün artık eski halleriyle bile aranır olduğundan bahsediliyor. Dağların bir bozkıra dönüştüğü, kıyıların vahşi bir orman gibi olduğunu vadilerin ise hastalık üreten bir bataklık havasında olduğunun altı çiziliyor.
“Dünyayı Niçin Değiştirelim?” adlı makalede dünyayı herkes için yaşanabilir kılma mücadelesinin Eşref-i Mahlûkat olmakla direkt bağlantısı vurgulanıyor. “Haysiyet Davası” nın bir “Adalet Cumhuriyeti” kurma cehdini ifade etmesi gerektiği söyleniyor. “Adalet Cumhuriyeti”nde “Artık Gavura ‘Gavur’ Demek Serbesttir” deniyor. Yeryüzünü modern bir puthaneye çeviren her türlü beşeri sapkın ve paganist inanışlara karşı tevhit mücadelesinin kaçınılmazlığının önemi bir kez daha tekrar ediliyor. “Bütün Putları Devirelim!” diyor. Hz. Muhammed’in put kırıcı devriminin yeniden güncelleştirilerek tarihe yön verilmesinin gerekliliği yeniden hatırlatılıyor.
Kapitalizm: Müslümanlara boyunduruk
“Liberal Fazişme Karşı İnsanlık”, “Büyük Yıldönümü; 2014”, “Kürt Meselesi ve Türkiye’nin Kimliği”, “Toplumsal Eleştiriden Toplum Eleştirisine”, “Kapitalizm, Dindar Sermaye ve Ahlaki Çözülme” kitabın dikkat çeken makalelerindendir. Özellikle Kapitalizm, Dindar Sermaye ve Ahlaki Çözülme” de kapitalizmin yaşadığımız zamanların temel ve hükmedici sistemi olduğu ve her şeyin alınır/satılır bir metaya dönüştüğü belirtiliyor. Aslında meselenin direkt para olmadığı, para sevdası olduğu söyleniyor.
Ahmet Özcan, kitabı İlayı Kelimetullah için Nizam-ı Âlem arzusuyla tamamlamış.
Hülasa-i kelam “Davası Olmayan Adam Değildir” kitabı bütün davaların paraya, maddeye evrildiği bir dönemde bize yeniden insanlığın gerçek davasını hatırlatıyor. Bizi yeniden Âdem ile Havva ruhuna, özüne çağırıyor. Allah’ın ve Âdem’in safına davet ediyor. Bir ideolojiye değil, bir ideaya sahip olmanın kaçınılmazlığını dile getiriyor.
Muaz Ergü okudu, beğendi