Geçen yıl kasım ayında hastanede yatarken gelmişti ziyaretime arkadaşlarıyla. Oturduk. Ben yatakta öyle hasta halimle sohbet ediyoruz. Karşımda küçük masanın yanındaki sandalyede oturmuş bir bana bir de camdan uzaklara bakıyor. Hep beraber bakıyoruz bazen başımızı çevirip. Diğer arkadaşlar da oturmuşlar öyle bir mehabettin içindeyiz. Ağır bir krizin izleri üzerimde adeta yapışmış gibi duruyor. İnsanız ya olur böyle şeyler. Hastalıklar da biz canlılar içindir deyip hayırlısını diliyoruz hakkımızda hep beraber.
Kızım sağ olsun küçük bir deftere notlar almıştı yattığım süre içinde. Oradan bir yanılgı olmasın diye ziyaretçi isimlerine bakıyorum. Reis, 21 Kasım 2011 Pazartesi günü ziyaretime gelmiş. Reis, yani Abdülkadir Kibar. Her gün geldiği gibi gene orada hazır sevgili dostum, kardeşim Hasan Tekdemir ve bir arkadaşı. Nadir Altındal, Mehmet Aydın, Musa Demirtaş, Haluk Uslu… Hoş bir hasta odası muhabbeti içinde buluyoruz kendimizi. Gevezeliğim tutmuş hasta yatağımda oturmuş halime bakmadan hem sık ve kesik kesik öksürüyor hem de konuşuyorum boyna.
Daha çok Abdülkadir Kibar ile ikimiz laflıyoruz gibi. Bazen nükte giriyor araya gülüşüyoruz haliyle. Bir ara şöyle bir baktı karşı taraflara bu benim yattığım Siyami Ersek Hastanesinin on dördüncü katının penceresinden ve peşinden, “odanın manzarası çok güzel, burada iyi şiir yazılır” diye tebessüm ederek bana bakıyor. Manzara ise denizin öte yakasında karşıda Sultanahmetten başlayarak Zeytinburnu falan oralar görülüyor… Hemen bütün ziyaretime gelen arkadaşlar bu manzara işini söyledikleri için bende bir alışkanlık oluştu, değil şiir yazmak elime kalemi bile almak gelmiyor içimden. Hastalık hali mecal bırakmıyor insanda. Bir ara ancak birkaç not alabilmiştim küçük not defterine. Şiir ne gezer… Abdülkadir Kibar’ın bu hoş söyleyişle tebessümlü burada iyi şiir yazılır sözüne; ben de anında cevap halinde tebessüm ederek, “ya kardeş senin okuman yazman var. Maşallah eline kalem de yakışıyor sen bir şiir yaz da görelim,” deyince hepimizde bir gülme hali başlamış oldu. Epeyi güldük. Dualar ederek ayrıldılar yanımdan.
Ben Abdulkadir Kibar ile ne zaman tanıştığımı hatırlamıyorum ama bizim uzun süren bir Perşembe geceleri sohbetlerimiz, tefsir derslerimiz oluyordu. Mutlaka orada tanışmışızdır. O bereketli gecelerde birçok dostluklar oluştu çünkü. Hâlâ devam eden ama rahmet-i Rahmana kavuşan arkadaşlarımız da var tabii aramızdan. Biz iki sene içinde iki değerli dostumuzu, arkadaşımızı iki Abdülkadir’i dâr-ı bekâya uğurlamış olduk. Abdülkadir Yetkin, şimdi de Abdülkadir Kibar. Abdülkadir Yetkin ile birbirimize ağam derdik. İsimlerimizle falan söz etmezdik birbirimizden. Ya da birisine sorduğumuzda Kadir Ağa ne yapıyor, uğradın mı yanına diye söz ederdik. Küplüce’deki Trikotaj atölyesi bir muhabbethane işlevi görüyordu.
Abdülkadir Kibar’a ise hepimiz Reis derdik. Ben zaman zaman soyadını da unuturdum nedense. Bazı akşamları ondokuz vapuruyla gelir Çamlıca caddesinden yukarıya doğru yürürken dükkâna uğrar selamdan hoşbeşten sonra yoluna devam ederdi. Nereye gidiyorsun diye hafif soruşuma da çoğunlukla,“Nadir Beye” der, eyvallah ile ayrılırdı. Cumartesi sohbetlerinde ise bir başka âlemin kapısı aralanır dostlar meclisi geç vakte kadar devam eder sonra selametle selamlaşır gecenin bereketinden faydalanmış olurduk. Muhabbeti seven söz söylemeyi kendine yakıştıran arkadaşlarımız bilgiyi dağıtmayı, duyurmayı adeta zevk haline getirmişler…
Dostların elemleri giderek artıyor tabii. Kadir Yetkin arkadaşımızı esas âleme göndereli yıllar oldu. Ondan önce Mehmet Sağlam hocamızı yolcu etmiştik hep beraber. Yani azar azar da olsa kırılıyoruz ve giderek akranı azalmış bir er kişi olmaya doğru yol almaktayız. Kerim Allah her şey elbet olacağına varır. Bundan haberli insanlar olarak bir arada bulunmak da hayırlara kapı açar inşallah.
Hatıralar…
Aziz Mahmut Hüdayi Hazretlerinin buyurdukları gibi, “Günler gelip geçmekteler / Kuşlar gibi uçmaktalar.” Öyle bir hal içinde doktor, hastane, ilaç derken bir hayli kendime gelmişken arkadaşlar Abdülkadir Kibar yeni bir işin başına gelmiş ziyaretine gidelim hayırlı olsun dualar edelim dediler. Musa Demirtaş, Hasan Tekdemir ve ben fakir yola düştük. Şehzadebaşı Camii yanındaki Dede Efendi Caddesi Darulelhan sokağın girişindeki tarihi bir mekânda ağırladı bizi. Fanus adında bir yayınevi kurmuşlar kitap yayınlayacaklar. Hatta birkaç kitap yayınlamışlar. Musa kardeşimiz bu kitap işlerine daha aşina olduğu için yayınevinden romanı çıkan arkadaşla koyu bir sohbete girişiyorlar. Roman, şiir ve başka tür kitaplar basmayı düşünüyorlar. Zaman geçiyor tabii sohbet halindeyken öğlen ezanı okunuyor ben bir acele Şehzade Camiine yollanıyorum. Niyetim biraz yalnız kalmak ve epey zamandır gitmediğim Camii ve bahçesini görüp biraz da geçmişten kalma bir hasreti gidermek. Namaz kılıp bahçeye yöneliyorum.
Bahçe değişmiş. Eskiden Cuma günleri özellikle kadınların toplandığı, dualar ettiği helvacı baba türbesi diye bilinen mekânın yerinde olmadığı, bahçeyi yeni bir düzenlemeyle düz bir hale getirdiklerini görünce eski günleri hatırlayarak, biraz da üzülerek bahçenin İlim Yayma Cemiyetine açılan arka kapısına doğru yönelip etrafı seyrederek aşağıdan Dede Efendi Caddesine giriyorum. Çünkü orada, Vefa lisesinin karşısında çocuklarımın anneannesi oturuyordu. Yıllar olmuş, aman Allahım zaman nasıl da uçup gitmiş. Maksadım o binayı görmek, o caddeyi temaşa eylemek, kaldırımında yürümek. Geçmişi hatırlamak. Konağı seyrediyorum. Neredeyse viran olacak o güzelim yapı. Birileri el atsa da bu tarihi konak ziyan olmasa diye hayıflanıyorum. Çocuklarımın dedelerine, anneannelerine sarılışları, sevinçleri, ihtiyarların mutlu halleri gözlerimin önüne geliyor. Hayıflanıp dönüyorum Darulelhan sokağına.
Bir şey var ki sevindirici oldu tabii. Konağın yanındaki binaları Siyasal Vakfının güzel bir el vermesiyle temizlenip, onarılıp hizmet görüyor olması. Çok güzel diyorum keşke birileri şu konağa da böyle bir iyilik yapsa. Öyle hayıflar içinde arkadaşların yanına dönüyorum. Konağın eski konumunu ve şimdiki halini Abdülkadir’e açıyorum. Yemek ikramı ve çaylardan sonra müsaade isteyip Üsküdar’a doğru yola çıkıyoruz. Şehzadebaşı camii, Vefa lisesi, eski konak, şiir. Eve dönünce bir geçmiş yıllar şiiri yazıyorum ve şiire Yıllar Sonra adını veriyorum... Şiirin yazılış tarihi 10 Temmuz 2012, Salı, 18.37.
Ramazan Bayramlaşması…
21 Ağustos 2012’de Ramazan bayramının üçüncü günü Beylerbeyinde Şahin Spor Tesislerinde, Şahin Ayçiçek kardeşimizin tertip ettiği bayramlaşma kahvaltısında bir araya geldik. Bir güzel kahvaltı edildi kapalı mekânda, sonra çay ikramı için dışarıda uzun bir sohbet halkasına dâhil olundu haliyle. Sohbet koyulaştı tabii. Dostlar, arkadaşlar birer birer sarılıp musafaha ettik. Bir ara sohbet arasında Abdülkadir Kibar mülayim bir ses eşliğinde; “bu toplantının, bayramlaşmaların, bir araya gelmelerin, görüşmelerin bundan böyle bayramın son günü tertip edilsin, arkadaşlar, dostlar bu günü bilsinler ve burada bayramlaşalım” önerisinde bulunmuş oldu.
Uzun uzun sohbet edildi ramazan bayramının son günü. Bir ara onu ziyaret edişimizin ertesinde bir şiir yazdığımı söylüyorum o geçmiş günleri hatırlayarak diyorum. Merak ediyor şiiri. Biz Hasan Tekdemir, Necmettin Şen ile Örnek Mahallesine Mürsel Sönmez'e gitmek için kalkıyoruz. Ben yakında olan evime uğrayıp bir şeyler alıyorum. O arada aklıma geliyor yazdığım şiirin bilgisayar çıkışını alıp yanlarına dönüyorum. Yazdığım şiir bu deyip veriyorum ona. Merakla ilgiyle okuyor şiiri. Bir daha gel de beraber gezelim oraları diyor. İnşallah diyorum, birlikte dolaşırız diyorum. Selamlaşıp ayrılıyoruz onların yanından… Meğer şiiri beğenmiş, hoşuna gitmiş şiir.
Hastane önünde üzgün bakışlar
Zaten kaç gün geçti ki aradan duydum ki Vakıf Gureba Hastanesine yatırmışlar. Reis, hastalanmış meğer. Bayram sonu ağrıları için hastaneye gidince yatırmışlar hemen. Necmi Hamza, Musa Demirtaş, Hasan Tekdemir ile ziyaretine gittik. Hal hatır soruştuk, gülüşmeye uğraştık ama belliydi ki vaziyet ciddi idi. Gene o halde takıldı bana. “Görüyor musun buranın manzarasını, burada şiir bile yazılmaz” dedi acı bir tebessüm ile bana bakarak. Manzarada ancak binaların çatıları görünüyordu. Öyle bir kalabalık ki tıkış tıkış evlerin çatıları. Burada da şiir yazılır dedim gülümseyerek, bu manzaranın da şiiri yazılır… Böyle bir hüzün hali sardı odayı. Arkadaşları, dostları yalnız bırakmıyorlardı, oda fazla kalabalık olmasın diye müsaade isteyip ayrıldık. Hastanenin koridorunda Erhan Erken Beyle karşılaştık. Herkesin yüzünde bir melal rüzgârı esiyordu. Rüzgâr nereye doğruydu sahi, rüzgâr ümit ile ümitsizlik arasında gidip geliyordu.
Bir ekim akşamında vefat ettiğinde hastanenin önü sevenleriyle doldu taştı. Cenazesi ise bambaşka bir manevi hava eşliğinde kaldırıldı. Üsküdar Yeni Camii iki ekim günü ikindi namazının ardından kılınan cenaze namazında her kesimden tanıdıkları, dostları ve arkadaşlarının samimi içten duaları eşliğinde Karacaahmet Mezarlığında ebedi dünyasına uğurlandı. Sevgiyle, muhabbetle, kalbi bir yakınlıkla dualar edildi. Mustafa Arslan geçen gün dedi ki bana; farkında mıydın defnettikten sonra kimse mezarın başından ayrılmak istemiyordu…
Kurban Bayramı
Nihayet kurban bayramının dördüncü günü dostlar bayramlaşma yerine birer ikişer geldiler. Kahvaltı edildi, çaylar içildi, Abdülkadir Kibar hayırlarla anıldı. Bayramın son günü burada buluşup bayramlaşalım demişti ya. Öyle oldu. Kırk kişiye yakın dostu arkadaşı sırdaşı bir araya gelip bayramlaştılar, sohbet ettiler acı tatlı günleri andılar. Ben ise daha ne şiirler yazacaktık be Reis diye içimden söylenirken bir de Vefa sokaklarını beraber gezme sözümüz vardı ya diyorum. Bakalım sağlık esenlik bir yol verecek mi?
Kim bilir hayat işte hiç belli olur mu? İnsan bir var bir yok oluyor bu dünyada. Her şey Allah’ın takdiri iledir. Allahın rahmeti üzerine olsun Reis…
Nurettin Durman rahmetle andı