Ahmed Cevdet Paşa merhum, “Tarih ilmi çok lüzumlu ve pek faydalıdır. Tarih, halka geçmiş zamanın olaylarını, okumuşlara da hadiselerin sırlarını öğretir.” der. Doğrudur ancak bu pek doğru ve güzel söze rağmen bizde Cumhuriyet devrinin bazı önemli olayları henüz karanlıktadır. Hatta yalnız Cumhuriyet devrinin değil, daha gerilere gidilerek denilebilir ki imparatorluğumuzun bilhassa son yıllarının nice olayı da aydınlığa kavuşmamıştır. Bu karanlıkta kalan olaylara ışık tutabilmek gerçek tarihçinin vazifesidir. Ve bu vazife günbegün zorlaşmaktadır. Zira kitabımızda görüleceği gibi pek çok tarihî belge şu veya bu sebeple maalesef kaybolmakta, olayların içinde yaşamış kişiler şaşılacak bir gafletle hatırat yazmadan birer birer aramızdan ayrılmakta; bu arada bazı tarihçiler, tarihi günlük politikanın oyuncağı hâline getirip güya tarih yazmakta ve bu yazılanlar okul sıralarından gazete ve mecmua sütunlarına kadar devamlı tekrarlanmakta, böylece önemli bazı olaylar karanlıkta kalmakta, gerçek bilinememektedir.
Biz, “Cumhuriyet Döneminde Önemli Olaylar” adlı bu eserimizle tarihimizdeki önemli olayları aydınlatmaya ve okurlarımıza faydalı olmaya çalıştık.
Unutulmamalıdır ki tarih geçmişten ibaret olmayıp geçmiş ve gelecek arasında sağlam bir köprüdür.
Mustafa Müftüoğlu (kitabın önsözünden)
Cumhuriyet nasıl ilan edildi?
29 Ekim 1923 Pazartesi günü ilan olunan Cumhuriyet, daha sonra bazılarının iddia ettiği gibi aceleye mi getirilmiştir?
Hayır!
Cumhuriyet ilanı fikri bazı hatırat sahiplerine göre çok daha evvel doğmuştur. Mazhar Müfid Kansu’ya göre bu fikir Erzurum Kongresi’ne; Yakup Kadri Karaosmanoğlu’na göre 1921 yılına dayanır. Uzun yıllar Mustafa Kemal Paşa’nın maiyetinde bulunan Hasan Rıza Soyak ise hatıratında Cumhuriyetin ilanından bahisle son hazırlıkları şöyle anlatır:
“1923 senesinin Temmuz ayındaydı. Büyük Millet Meclisi ikinci devre seçiminin arkası yeni alınmıştı. Atatürk, Halk Fırkası’nın/Partisi’nin kuruluşunu tamamlamakla meşguldü. Lozan Muahedesi de o günlerde ya imza edilmiş yahut imza edilmek üzereydi. Bir gün Çankaya Köşkü’nden Ankara İstasyonu’ndaki Hususî Kalem binasına gelen Kalem Müdürü -rahmetli- Hayati Bey, beni paşanın (Atatürk) istediğini söyledi; sebebini sordum, ‘Bilmiyorum.’ dedi.
Gönderilen bir otomobille köşke çıktım. Yanımda arkadaşım Bolu mebusu ve Atatürk’ün eski yaveri rahmetli Cevad Abbas (Gürer) da vardı. O sıralarda bir bağ evi olan eski köşkün genişletilmesine karar verilmişti. Bu maksatla evin arkasındaki kayaların bir kısmı atılıyor, yapılacak ilave için müsait yer açılıyordu. Atatürk benim geldiğimi görünce yanında bulunan sayın eşi Latife Hanımefendi ile Cevad Abbas, Siirt Mebusu Mahmud Beylere ve şimdi kimler olduğunu hatırlayamadığım daha bir iki misafirine, ‘İsterseniz bahçeye çıkıp kayaların nasıl atıldığını görelim. Biraz da hava almış oluruz.’ dedi ve arkasından ilave etti:
— Hadi siz buyurun, ben de geliyorum.
Onlar çıktıktan sonra yanıma yaklaştı, yelek cebinden birkaç küçük kâğıt parçası çıkarıp bana uzattı; bu kâğıtlar o zaman daima kullandığı bir not defterinden koparılmış yapraklardı.
— Bunları müsvedde hâlinde tebyiz edeceksin. Yazılar biraz karışıktır, dikkat et. Okuyamadığın yahut anlayamadığın yer olursa beni buraya çağırıp sorarsın. Aynı zamanda şunu da söyleyeyim ki bunları şimdilik yalnız sen ve ben bileceğiz. Amirlerine dahi bahsetmeye lüzum yoktur, buyurdu.
Bana çalışmak için kendi masasını gösterdi, bahçeye çıktı.
O çıkıp gittikten sonra kâğıtları okumaya başladım. Daha ilk satırlarda büyük bir heyecana kapıldım. Bunlar, o zaman mevcut olan 20 Ocak 1337 (1921) tarihli Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’nun bazı maddelerini tadil mahiyetindeydi. Evvela birinci maddeye, ‘Türkiye Devleti’nin hükümet şekli Cumhuriyettir.’ cümlesi ilave edilmişti.
Çok küçük harflerle ve epeyce karışık olarak yazılmış olan bu yazıları tebyiz ederken kendisi bir iki defa salona gelerek yazdıklarımı kontrol etti. İş bitince de yazdıklarımı aldı, cebine koydu ve kendi notlarını yırtıp attı.
Bundan sonra bir gün daha çalıştı; o zamanki Teşkilat-ı Esasiye Kanunu ile eski ‘Osmanlı Kanun-i Esasisi’nin siyasî, idarî, teşriî, malî ve kazaî hükümlerini yeni duruma uygun şekle sokarak bir anayasa tasarısı vücuda getirdi ve:
— Şimdi bunu al, Adliye Vekili Seyit Bey’e götür; yarına kadar okusun, halk hâkimiyeti ve Cumhuriyet mefhumlarıyla umumi hukuk kaideleri bakımından tetkik etsin, mütalaalarını bildirsin. Meselenin şimdilik üçümüz arasında kalmasını arzu ettiğimi de söylersin, emrini verdi.
Seyit Bey’i evinde ziyaret ettim. Atatürk’ün ricalarını bildirerek tasarıyı kendisine verdim. Ertesi gün yine evinde buluştuk:
— Pek mükemmel, esaslarda tamamen mutabıkız. Yalnız birkaç tali noktada emirlerine uyarak mütalaalarımı not ettim, dedi. Tasarıyı aldım, köşke çıkıp Atatürk’e takdim ettim.
O günden Cumhuriyetin ilan edildiği 29 Ekim 1923 tarihine kadar geçen üç dört ay içinde bir daha ben, doğrudan doğruya kendisinin bundan bahsettiğini işitmedim. Yalnız Viyana’da çıkan Neu Frele Presse gazetesinin bir muhabirine verdiği beyanatı arasında, ‘Yeni Türkiye Devleti’nin Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’nun ilk maddelerini size tekrar edeceğim: ‘Hâkimiyet kayıtsız şartsız milletin tek hakikî temsilcisi olan TBMM’de tecelli ve temerküz etmiştir.’ Bu iki maddeyi bir kelime ile hülasa etmek kabildir; Cumhuriyet!’ demişti ve Falih Rıfkı Atay da aynı mevzua temasla: ‘Divan’dan sonra saat yarımda Reisvekili Sabri (Toprak) Bey ve iki arkadaşla yemeğe çıkıyorduk. Meclis’in iç kapısından bahçeye ineceğimiz sırada Mustafa Kemal Paşa’nın hademeye pabuçlarını sildirdiğini görünce durduk. Gözünde kendini bir tuhaf değiştiren, olduğundan daha zayıf ve yaşlı gösteren kenarı kapaklı toz gözlüğü vardı. Fırka/Parti ictimaının kaçta olduğunu sordu. Üçte idi.
— Bana birde olduğunu söylediler. Onun için erken geldim, dedi.
Odasına giderken bizi de davet etti. Mebus olmakla beraber hâlâ yaverliğini yapan eski zabitlerden (subaylardan) biri fırka nizamnâmesinin son şeklini getirdi. Nizamnâme bugün bütün mebuslar tarafından birer birer imzalanacaktı.
Biraz sonra cebinden nizamnâmenin bir nüshasını çıkardı. Sahife açığına yazdığı Fransızca bir cümleyi okudu. Bu, Fransız Cumhuriyeti’nin ‘bir ve gayr-i kabil-i tecezzi’ olduğunu söyleyen bir cümle idi.
— Dün akşam Fransız İhtilali tarihini gözden geçirdiğim vakit not etmiştim, dedi ve sildi.
****************
Kabul olunan bu anayasa değişikliği teklifi aynı gün saat 18.15’te Büyük Millet Meclisi’nde görüşülmeye başlanmıştır.
Çorum Milletvekili İsmet (Eker) Bey’in başkanlığında toplanan o günkü Meclis’te önce Teşkilat-ı Esasiye (Anayasa) Encümeni’nin hazırladığı mazbata okundu. Bu encümene Yunus Nadi (Cumhuriyet gazetesi kurucusu) başkanlık ediyordu ve hazırlanan mazbata şu idi:
“Milletimizi refah ve saadete isal ve istiklal-i tamma mazhar eden mücadele-i hüdapesendanede6 hâkimiyet-i milliye esası suret-i katiyede kabul edilmiş ve daima buna riayet edilegelmişti. Hâkimiyetin bilâ kayd ü şart millete aidiyeti ve idare usulünün milletin mukadderatını bizzat ve bilfiil idare etmek esasına müstenit bulunması zaten Cumhuriyet demek olduğundan saltanat-ı ferdiyeyi katiyen def eden bu kelimenin istimali ve Teşkilat-ı Esasiye’de bir madde ile tavzihi hukuk ve maslahat bakımından münasip görülmüştür.”
Anayasa encümeni hazırlanan değişik metnine “Türkiye Devleti’nin dini İslâm’dır. Resmî lisanı Türkçedir.” maddesini ilave etmiş ve mazbatanın okunmasını müteakip Muğla Mebusu Encümen Başkanı Yunus Nadi söz alarak; “Millî hâkimiyeti kayıtsız şartsız millete kazandıran idarenin adının Cumhuriyet olduğunu” söylemiş, daha sonra Saruhan/Manisa Milletvekili Vasıf (Çınar), Konya Mebusu Eyüb Sabri Efendi konuşmuş ve neticede Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’nun birinci maddesi sonuna ilave olunan “Türkiye Devleti’nin şekl-i hükümeti Cumhuriyettir.” maddesi alkışlarla kabul edilmiştir. Bu arada söz alan Şarkikarahisar Mebusu Mehmet Emin (Yurdakul), “Bu hükümetin hak ve adalet güneşinin dünyayı aydınlatmasını niyaz eder ve bu duamın kanatları altında Cumhuriyetin ruhu önünde tazimen ayağa kalkarak ‘Yaşasın Cumhuriyet!’ diye hükümetimizi taziz etmelerini muhterem arkadaşlarımdan temenni ederim.” demiş ve bu temenni ayakta bütün milletvekillerin “Yaşasın cumhuriyet!” sesleriyle yerine getirilmiştir.
Osmanlı İmparatorluğu'nun hatta Cumhuriyet dönemimizin pek çok olayı karanlıktadır. Öyle ki maalesef günümüzün Türkiye'sinde tarih anlayışı merhum Ahmet Cevdet Paşa'nın ifadesiyle: “Tarih ilmi çok gerekli ve faydalıdır. Tarih, topluma geçmişin olaylarını, okumuşlara da bu olayların iç yüzlerini öğretir, söyleminden çok uzaktır. İşte karanlıkta kalan bu noktaları aydınlatmak tarihçilerimizin görevidir.” Değerli gazeteci yazar Mustafa Müftüoğlu'da tam bir tarihçi şuuru içinde ve ilmin ışığında bu esrarengiz olaylar üzerindeki sır perdesini kaldırmaya, imkan elverdikçe aralamaya çalışmıştır. Geleceğin emniyeti, geçmişi iyi bilmekle mümkün olacağından, tarihin önemini Gerçek Yayınları’ndan çıkan “Cumhuriyet Döneminde Önemli Olaylar” adlı bu iki ciltlik eseri okuduğunuzda daha iyi anlayacaksınız.