‘Kudemanın kırk atlısı’ bahtımıza kırk şehir ve kırk yazar çıkarmayacaksa yuf olsun ervahımıza! Çektiğim külfete değmez ya, sorsam hani, Zaloğlu Rüstem’in ‘kırk katır mı yoksa kırk satır mı?’ tercihinden yüz çevirenler, yaşadıkları şehrin toprağına bir kez olsun yüz sürmüşler midir?
Kırklarında toprağa kavuşanlar zümresinden Özkan Yalçın, öyle biliriz ki kudemanın kırk atlısından daha cesurdu. Meraklısı dışında eyvah ki adını antolojilerde, muharrirler cetvelinde, şairler tezkiresinde arayanlar kırk tilkinin kuyruğundan tutup halaya duranlardı ki bulabilene aşk olsun! Lakin cesurdu dedik, dibacemiz yarım kalmasın öyleyse. Özkan Yalçın, bu toprağın şarkılarını göğertenler zümresinden idi. Mehmet Akif Ersoy’un adam olanı utandıran o “… Sessiz yaşadım, kim, beni nerden bilecektir?” mısraında anlattığı tıkırtısız bir hayatı dokudu.
Edebiyatın mübarek tarafında durduğuna dair malûmat sahibi olanların, onun, ceffel kalem yazmadığına ayrıca yeminle hazirûn huzurunda bekleyeceklerinden şüphemiz yoktur. İş bu babda vücuda getirdiği eserleri büyük bir iştiha ve dahi sancılı bir dimağ ile okuyan fakir, nakkaşlara, hattatlara gıpta ile nazar eyleyerek okumaya durduğunuz nesir için önce kollarını, sonrasında ise kalemini sıvadı.
‘Dilin aşk hali’ şiir olunca...
Geç adım attığı edebiyat temaşası içinde öğretmen kimliğini yakınları dışında kimsecikler bilmez. Ortaokul ergenlerinden, lise delikanlılarından sayıldığı yıllarda harbi yazılar, şiirler, araştırmalar peşinde koşar. Eh, ödül diyorsanız, onları da alır bir bir. Lakin kelepir olana yüz vermez, gönül düşürmez. Bir arzunun peşinde, gençliğinin ateşiyle kıvranıp durur. “Çok Çiçekli Senfoni”, akordunu daha o yıllarda arayıp durur. ‘Dilin aşk hali’ şiir olunca, Özkan Yalçın, isminde kendine muhayyer kıldığı otağı göstermiş olur evvela. Şiir, canım Türkçenin şahdamarıdır ki tema olarak Türkiye vardır odağında. Böylece otağın odağında kadim sesleri modern avazla dile getirir ki had, sual eyleyenlere yayını rahatça gerebilsin. Bu minvalde Özkan Yalçın’ın edebiyat temaşası, göz ve gönül hakkı şiirle efsunlanmış, ömrünü bedel kıldığı aşkına asla ihanet etmemiştir. Yağmur Kuşları, Gül Yorgunu, Sevda Çıkmazı bu cümleden birer aşk meyveleridir.
Aydınlık metinler matinesinde karanlığın gözlerini haktan sürmelediği hemşehrisi keser yolunu bir zaman sonra. Aşık Veysel, Yalçın’ın şair muhayyilesinde muazzam bir anıt isimdir. Vakta ki Şarkışla ile Gürün arasında mekik dokuyan minibüs şoförlerinin talim usulünce tıngırdattıkları bam tellerine Veysel’in şiirlerini koklattıklarını bizatihi görür, duyar. Hatta şu dahi söylenebilir; Özkan Yalçın şiirde dilin imkânlarını, biçimi, buluşu, modern şiir ölçüleri çerçevesinde geleneğe yasladığı tarzını Aşık Veysel’i okuduktan sonra bir kalıba dökmüştür. Onun için, “Aşık Veysel, Yunus Emrelerle, Karacaoğlanlarla, Fuzulilerle, Akiflerle, Yahya Kemallerle aynı meclistedir. Ahmet Kutsi gibi Mesut Cemil gibi dostlarıyla hemdem olmuştur. Klasiklerimiz arasına girmiş, edebi âlemimizde bir tepe teşkil edebilmiştir. Türkiye coğrafyasında Tecer dağlarının görkemi ne ise, Türk şiirinde Veysel'in yeri de orasıdır.” der kasılarak. Bu bahsin tafsilatı emeği kucaklayan şair dostların yolunu gözler vesselam. Bununla birlikte, itiraf etmeliyim ki Aşık Veysel hakkında şimdiye kadar yazılmış dört başı mamur bir çalışmayı onun kaleminden okumak arzusunu duyanlar fazlasıyla şanslı saymalıdırlar kendilerini.
Özkan Yalçın’ın adını dışa taşıran en önemli eseri
Otobiyografi havasında bir roman olan Çok Çiçekli Senfoni, mağlup lakin mağrur bir gencin, “Göçmen Gözler Ülkesi” adını verdiği şehirde, Bursa’da, birebir kahramanlaştırdığı çevresiyle, kadim kültür, kadim zamanlar ile modernizm, gelenek, şehir bağlamında yaşadığı gelgitleri, çelişkileri sergiler. Sözkonusu çelişkilerin, sorgulamaların ardından bir aşkın durulan faslından sonra yalnızlığın o katı, girift senfonisini dinlemeye durur kahramanımız. Satır aralarında, onun “Ne kimse alev aldığımızı fark ediyordu ne de biz perişanlığımızı haykıracak kadar cesurduk. Bir insanın yanması iki odalı ahşap bir evin yanmasından daha mı basit, daha mı değersizdi?” sorusu etrafında düşünmeye dururuz. Ödüllüdür bu roman, Kültür Bakanlığı'nın emriyle hem de.
Özkan Yalçın’ın öyle sanıyorum ki adını dışa taşıran en önemli eseri Yedinci Şehir’dir. Amasya’nın şiiri yazılsa, hiç tereddütsüz bu eseri şiir niyetine ilgilisine sunabiliriz. Kadim zamanlardan kalan bir destan klasiği olarak Yedinci Şehir, tarih atlası içinde özge bir şehirdir ki Özkan, semaverde demlenen hoyrat akşamların çayına bulayarak anlatır Amasya’yı. Mistik kelimesinde gizlenen o buhur kokulu zamanları balbadem Türkçenin efsununa sarıp sarmalayarak dimağlara, gönüllere esaslı bir ziyafet çeker. Fakat durun, Yedinci Şehir, klasik şehrengizlerin aksine natürmort bir çalışma olarak okunmaz, okunmamalı. Özkan’ın havsalasında yer edinen mistik zamanlarla birlikte, Amasya’da tarih aynı zamanda kan ve güldür. “Amaç, kanın döküldüğü yerlerde gülü yeşertmek olacaksa; elverişli bir zamana ve gayrete ihtiyaç vardır. İşte Amasyalının kaderciliği ve kadere karşı tetik duruşu hep bu yüzdendir.”
Edebiyatın mübarek tarafında durduğuna dair malûmat sahibi olanların, onun, ceffel kalem yazmadığına ayrıca yeminle hazirûn huzurunda bekleyeceklerinden şüphemiz yoktur, dedik. İnancım o ki Özkan Yalçın’ın yazdıklarını nakkaşlara, hattatlara gıpta ile nazar eyleyerek okumaya duranlar anlayacaktır bir tek.
Reşit Güngör Kalkan yazdı