Değerlerin, çocuğumuzun kişiliğinin bir parçası olması ve onun davranışlarını yönlendirecek kıvama gelebilmesi öncelikle biz ebeveynlerin bu konuda göstereceği uzun süreli ve tutarlı çabalarına bağlı. Çocuklarımızın davranışları karşısında süreklilik ve tutarlılık göstermeyen anlık müdahaleler zannettiğimizin aksine onların ahlaki gelişiminde büyük zafiyetlere neden oluyor. Zira böylesi bir müdahale ile karşılaşan çocuk, çoğu zaman ikircikli tavırlar geliştiriyor. Anlık tepkileri hesaplamaya, bunları savuşturmak için taktikler belirlemeye başlıyor. Değerleri sahiplenmesi, onları kişiliğin merkezine koyması bir türlü mümkün olmuyor. Çünkü ilkeler değil tepkiler belirleyici oluyor. Değerler ona, bir yaşanmışlık üzerinden değil bir tepki ve buyurgan bir söylem üzerinden aktarılmaya çalışılıyor. Örneğin aile ortamında yalan söylemenin; istenmeyen, kabul görmeyen bir davranış şekli olduğunu gören bir çocuk dürüstlüğü kolaylıkla, hatta çoğu zaman bir uyarıya bile gerek kalmadan değer hâline dönüştürüyor. Ancak ailesinde bu konuda tutarlı ve sürekli bir modelle karşılaşmayan, aile içinde bu değerin yaşandığına şahitlik edemeyen, ancak zaman zaman bu konuda aile büyüklerinden ikaz, uyarı hatta kimi zaman baskı ve şiddet gören bir çocuk için ilgili değerin sahiplenilmesi mümkün olmuyor. Değerleri, aile ortamında yavaş yavaş çocuklarımızın hayatına, karakterine yedirmek durumundayız. Burada en kritik nokta çocuklarımıza sunacağımız tutarlılık ve süreklilik özelliklerine sahip modellenebilir davranışlardır. Değerler, aile ortamında üyelerin ortak çabasıyla hayat bulabilir. Değerler, ailede yaşıyor, nefes alıp veriyorsa fazla söze ihtiyaç yok demektir. Zira esas itibariyle değer, öğretimin değil yaşamın konusudur. Değer öğretiminde sözün, eylemin önüne geçmesi süreci olumsuz etkiliyor. Söz, tıpkı hamura koyulan su gibi kararında kullanılırsa yapılan işe kıvam veriyor; ancak ölçüsü kaçtığında ise fazla suyla hamurun kıvamının kaçması gibi bir sonuç doğuruyor.