Çocuk, biyolojik bir olguya; çocukluk ise çocuğa yönelik algı ve anlamlandırmaya karşılık gelir. Dolayısıyla çocuk, tüm toplumların ortak tecrübesine işaret ederken çocukluk toplumdan topluma, dönemden döneme farklılaşır. Tıpkı anne ve annelik kavramları gibi. Çocuk doğuran her kadın biyolojik olarak anne olmak yönünden tüm toplumlarda aynıdır ancak anneye yüklenen anlama karşılık gelen “annelik” kavramı tarihsel ve toplumsal bir zeminde inşa edilir. Hatta biyolojik olarak anne olan her kadının toplum tarafından kendine yüklenen annelik rolünü yerine getirdiği söylenemez. Bir anne babadan dünyaya gelen her birey de dünyanın neresine giderseniz gidin çocuktur ancak çocuğa yüklenen anlama karşılık gelen “çocukluk” kavramı tarihsel süreç içinde farklı biçimlerde karşımıza çıkar. Örneğin çocukluk; Aristo’da “en felaket zaman dilimi”, Hristiyan geleneğinde “günahkarlık”, İslam geleneğinde ise “masumiyet” kavramları üzerinden ele alınır.
Bugün kabul edilen ulusal ve uluslararası hukuki metinlere göre on sekiz yaşına kadar herkes çocuktur. Peki bu çocuğa nasıl bir anlam yüklenmektedir? Önceki tarihe tecrübeye kıyasla bugün çocuğa yüklenen anlamın doğruluğundan ne derece emin olabiliriz? Bugün çocukluk algısı temelde, çocuğun yetişkinlerden ayrı özelliklere sahip olduğu, çocukluğun ayrı bir dönem olarak ele alınması gerektiği şeklindeki bir kabul üzerine oturur. Bu kabul, çocuklara ait ayrı bir edebiyatın ortaya çıkması, çocuk gelişimi ve eğitimi üzerine geniş bir literatürün oluşması, çocuk haklarının yasal bir çerçeveye kavuşturulması türünden pek çok değişimi beraberinde getirdi. Şüphesiz bütün bunlar çocuğun anlaşılması, hak ettiği ilgi ve değeri görmesi anlamında olumlu sonuçlar da doğurdu; ancak çocuğun özgün değeri konusunda ifrat ve tefrit arasındaki orta noktayı bulmakta pek de başarılı olduğumuz söylenemez.