Alim Akça’nın Mevsimler Kitap etiketiyle okurlarıyla buluşan Esma-i Hüsna hikâyeleri, bugün 4 kitaplık bir seriye ulaşmış durumda. Allah’ın 99 güzel ismini hikâyeleştirmeyi hedefleyen ve 5’incisi baskı aşamasında olan bu seri, tamamlandığında 10 kitaptan daha fazla tutacak gibi görünüyor. Hikâyelerin en önemli özelliği, Esma-i Hüsna’nın açıklamalarını verip bunları klasikleşmiş bir kıssayla öğretme metodundan ziyade, yeni ve özgün hikâyelerle günümüz çocuklarını ve gençlerini yakalamaya çalışması.

Seriyi oluşturan kitaplarda Allah’ın güzel isimleri, ayet ve hadislerde ifade edilen anlamlarıyla açıklanmış, daha sonra da çağımızın ihtiyaçlarına cevap verecek şekilde, günümüze tecellileriyle ele alınmış. Ev-sınavlar ve teknoloji üçgenine sıkışıp kalmış ve küresel problemlere çok yakından şahitlik eden çocuklarımızın Allah’ı nasıl tanımaları gerektiği üzerinde durulurken yine onların duygu dünyaları ve karşılaştıkları durumlar, sorunlar işlenmiş.

Peki, Alim Akça kindir?

Kendini “bugün 34 yaşında bir çocuk” diyerek tanımlayan ve  “Sırasıyla dondurmacılık, sahaflık ve sarraflık yapmak istedi; çeşnicibaşılık da hiç fena olmazdı. Ne var ki hiçbiri kısmet olmadı. Şimdi hayali, bir karpuz sergisi açmak.” diye tanıtan yazar; hikâyelerinde gerçekten de çocukların ve bir tarafı hep çocuk kalanların dilini, iyimserliğini, umudunu hissettiriyor. Kendisinin çocuk edebiyatı ürünleri dışında bir de romanı var. Alim Akca, yine Mevsimler Kitap’ın yayınladığı “Beni Göremezsin” isimli romanında da Esma-i Hüsna’yı, tasavvufi bir yaklaşımla, renklerle ilişkileri bakımından ele alıyor.

Serinin ilk kitabı: En Büyük Mutluluk

“Bütün masallar gerçektir. Ama büyükler masalların uydurma olduğunu söylerler. Çünkü çocukların o gerçekleri öğrenip kendilerinden daha bilgili olmasını istemezler.” mottosuyla yola çıkan kitap, okuyucularına en büyük mutluluğun sırrını verme iddiasında.

“En büyük mutluluk Allah’ın varlığına inanmaktır. Çünkü onun varlığı bütün acılara tesellidir, bütün hayırların kapısıdır. Zaten cennetin en yüce makamı da Allah’ı görmektir.” 

Kitaba adını veren ilk hikâyede, bir çocuğun Suriye’de savaşın ortasında tek başına hayatta kalmaya çalışırken Allah’ı nasıl bulduğu çarpıcı bir dille anlatılıyor. Er-Rahman ism-i şerifinin işlendiği Komik Hırsız’da, bizim evlerimiz gibi bir eve bir maymun misafir oluyor. Ve bizim de iyi-kötü ayırt etmeksizin herkese merhametli olmamız gerektiği, komik olaylarla aktarılıyor. Er-Rahîm ismini anlatan “Bizim Sokağın Gizli Zenginleri Kimmiş” hikâyesinden bir bölüm:

“Kasaplar hayvanlara acımaz zannetmeyin. Babam, onları Allah’ın verdiği bir nimet olarak görür; besler, okşar, onlarla konuşur. Bir keçiye, “Ya mübarek…” der. “Günahın, kusurun yok; sorgun, sualin yok. Ne mutlu sana!..” Sonra o keçiyi keseceği zaman, “Bak keçicik, bana darılma. Sen de güzelim çiçekleri yerken, fidanların filizlerini kopartırken sana kimse kızmamıştı. Sen ota muhtaçsın, insanlar da senin etine muhtaç. Söyle, keçi efendi… Söyle, çekinme. Ha?.. Nasıl?.. Üzüldüğün şey başka mı? Evet, bilirim neye üzüldüğünü. Sen Allah’a kurban edilmek isterdin. Bu bayramda kurbanlık olmayı bekliyordun, değil mi? Nasip işte, ne yapalım. Üzülme, sen de bir sofrada misafire ikram olursun be keçi kardeşim…”

Nasıl anlaşırlar hiç aklım ermez. Keçilerin ismi hep Abdurrahman Çelebi’dir.  Keçi Abdurrahman “Meee!..” der, babam “Yaaa!..” der. Sonra konuşmaları şöyle devam eder:

“Meee! Meee!”

“Yapma yahu, öyle miii? Demek, kızını kaçırdığın için kayınpederin sana çok öfkelendi ha?”

“Meee! Meee!”

“Ah, Abdurrahman Çelebi! Senin kayınpeder keçileri kaçırmış!”

“Meee! Meee! Meee! Meee!”

“Adamda da keçi inadı varmış canım. Ama yine de o senin büyüğün. Elini öpersin, barışırsınız.”

“Me!”

“Niye öpemezmişsin?”

“Mee! Meee! Meee!”

“Ne! Kayınpederin çoktan kavurma mı oldu? Hahahaha!.. İlahi Abdurrahman Çelebi!”

Böyle severek baktığı bir hayvanı kestiğinde, gözünden iki damla yaş süzülür babamın. “Allah’ım!” der. “Ecelimiz geldiği zaman bizim ölümümüzü kolaylaştır!” İşte, benim babam böyle merhametli bir kasaptır.”

“En Büyük Mutluluk”ta her esma için özenli ve akıcı bir dille kurgulanmış maceraların sonuncusu, “Kelebek Gibi Uçarım Arı Gibi Sokarım”. Hemen tahmin edeceğiniz üzere bu hikâyede boksör Muhammed Ali anlatılıyor. Öğretilen isim ise El-Mü’min. Bu biyografik hikâyeden tadımlık bir parça:

Antrenörü, Muhammed Ali’nin kazanma hırsını artırmak için “Kazanacağın dolarlar için dövüş!” değil; şunları söylüyordu:

“Dans et şampiyon, kimsesizler yurdundaki yalnız çocuklar için dans et! Çocuklar için salla yumruklarını! Kiralarını ödeyemeyen işsizler için dans et! Düşkünler yurdundaki zavallılar için, emeklilik maaşı alamayan yaşlılar için savaş! Temizlik işçileri için salla yumruklarını! Otellerde yatakları yapıp tuvaletleri temizleyen küçük odacı kızlar için dersini ver şu herifin! Seni kurtaranlar bakan değildi, vali değildi, başkan değildi. Sokaktaki insanlar kurtardı seni. Şimdi sokaklar adına savaş! Hadi evlat, işini bitir şu herifin!”

Serinin ikinci kitabı “Dünyayı Kurtaran Çocuk”

İkinci kitabın mottosu: “Dünyayı bir çocuk kurtaracak!”     

Adı hikâye serisi olsa da bu kitaplarda masaldan denemeye, piyese, hatta korku hikâyesine kadar birçok metin türü iç içe. 2. kitapta El-Müheymin isminin anlatıldığı “Hala Kuzusu” ne kadar komik ve sempatik olaylarla örülmüşse El-Cebbâr’ın öyküleştirildiği “Korku Diyarı”nda bol gerilimli bir korku öyküsü karşımıza çıkıyor. Kitaba adını veren “Dünyayı Kurtaran Çocuk” hikâyesinde ise biraz palavracı fakat son derece iyi yürekli bir çocuk olan Hüsamettin’in gülünç tecrübelerini buluyoruz. “Recep’in Büyük Patlaması”nda Big Bang teorisine El-Hâlık ism-i şerifinin penceresinden bakıyor; “En Yaşlı Bebek”te bilgisayar oyunları, klonlama, görmeyen gözlerin açılması gibi modern gelişmeleri El-Bâri isminin tecellileriyle okuyor; “Portakal Baba”nın sürpriz finaliyle El-Musavvir isminin sırlarına dalıyoruz.

“Etrafımız Sarıldı”

3. kitap, çıkış noktası olarak  “Onun bilgisi ve cömertliği bizi çepeçevre kuşatmıştır.” düsturunu benimsemiş.

“Kim bir Müslüman’ın ayıbını örter, kusurunu bağışlarsa, Allah da kıyamet gününde onun kusurlarını bağışlar. Bizim Allah’a karşı suçlarımız, insanların bize karşı suçlarından daha çoktur. Yaptığımız küçücük iyilikler, belki Allah’ın günahlarımızı bağışlamasına vesile olur.

Kitaptaki “G.Ü.Z. Takımı” hikayesinde sahneye konan bir piyes:

Adam: “Tanrı aşkına dostum! Bu koku da ne böyle?..” (Biraz sonra) “Ooo, günaydın Harbiye teyze!”

Kadın: “Ne? Sen bana nasıl çirkin kadın dersin ha?” (Adama bastonuyla vurmaya başlar.)

Adam: “Ne oldu teyze, niye vuruyorsun?”

Kadın: “Demek benim hakkımda, ‘Sabah sabah nereden çattık şu çirkin kadına!’ diye geçirirsin içinden ha!”

Adam: “Dur teyzeciğim! Vallahi billahi… Aaa!... Vallahi billahi doğru! Aynen böyle demiştim içimden. Nasıl bilebildin ki?”

Kadın: “Çünkü ben senin aklından geçenleri okuyorum. Şimdi karakola gidiyorum!”

Adam: “Dur yahu! İnsan, içinden ‘çirkin’ dedi diye polise şikâyet edilir mi?”

Kadın: “Çirkin dediğin için değil, dün gece herkes uyuduğunda ev arkadaşının 157 lira 15 kuruşunu çaldığın için.”

Adam: “Hey, nesin sen, kâhin filan mı? Çaldığım parayı kuruşu kuruşuna nasıl bilebilirsin?”

Kadın: “Allah’ın ‘El-Ğaffâr’ ismi vardır evladım. O, bizim bütün günahlarımızı bu dünyada gizler, öbür dünyada da bağışlar. Pişman olup tövbe edersek tabii… Eğer Allah, günahlarımızı gizlemeseydi, herkes yaptığımız kötülükleri bilirdi. Tıpkı benim seninkileri bildiğim gibi. Şimdi… (Adamın üstüne üstüne yürür.) Önce arkadaşına parasını iade edeceksin, sonra Allah’tan bağışlanma dileyeceksin!”

Adam: “Pekâlâ, sanırım başka çarem kalmadı. Hey, rica etsem şu bastonu tepemden çeker misin? Beni kurbağa gibi asfalta yapıştırmak istemezsin, değil mi?.. Tamam, söz veriyorum! Sen ne mübarek bir insansın Harbiye teyze. Ver, ellerini öpeyim de barışalım!”

Kadın: “Çek şu pis ellerini! Bu sabah tuvaletten çıkınca ellerini yıkamadığını da biliyorum.”

Adam: “Ne!..”

Kitaptaki “Çok Gizli Bir Yer” hikâyesinde, şehit edilen çocukların cennette ödüllendirildikleri hayat anlatılıyor. Hikâyeye göre Nupelda gözünü açtığında kendini hiç bilmediği çok güzel bir yerde bulur. Kendisini karşılayan bir sürü çocuk, ona ikramlarda bulunur, gösteriler yapar. Biraz sonra abisi Ayaz da o çok gizli yere çıkagelir. Yeni gelen bu çocuklara nerede olduklarını anlatmak, 15 Temmuz şehidi Mahir Ayabak’a düşer.  

“Sinek Bahattin”de, gücü ve parasıyla övünüp büyüklenen bir karasineğe, kullarına asıl nimet verenin El-Vehhâb olduğu esprili bir dille işleniyor.  “Kılkuyruk”ta bir muşmulanın henüz çiçekken güneş ışığına, büyüyüp tatlı bir meyve olduktan sonra da bir ineğin midesinin karanlıklarından aydınlığa çıkma macerası El-Fettah ismine örnek verilmiş. “Deli Profesör Dursun Tuzsuz”da özel öğrenme güçlüğü çeken Dursun’un inanılmaz gelişimi ve başarıları El-Alîm ismini hikâyeleştirmiş. Alegorik bir hikâye olan “Aslanlar ve Kargalar” hikâyesi, alegorik çocuk hikâyesi deyince akla ilk gelen yazarlardan Cahit Zarifoğlu’na ithaf edilmiş.

4. Kitap “Küçük Padişah”

“Çocuklar ve anne babalarının gözünde hep çocuk kalanlar, gönüllerimizin küçük padişahlarıdır. Onlara bu makamı verenin Allah -celle celalühu- olduğunu öğretmenin yolu, Esma-i Hüsna’yı tanıtmaktan geçer.” deniyor arka kapak yazısında.

Çocuk yaşta padişah olan Süleyman’ın düştüğü kötü durumlar ve Allah’a bağlılığı sayesinde yükselişi, El-Hâfıd ve Er-Râfî isimlerini eğlenceli bir üslupla hikâyeleştirirken sürpriz sonuyla şaşırtıyor. “Gangster Azmi”de ahir ömründe bütün günahlarına tövbe edip teslim olan pire Azmi’yle eski dostu kene Cengiz’in diyalogları hırsız-polis kovalamacasını karikatürize etmiş. Kızını ders çalıştırırken konuları öğrenip üniversite sınavına giren ve hukuk fakültesini kazanan ev hanımı “Melahat Cingöz” ve daha nice karakter ve hikâyeler Alim Akca’nın Esma-i Hüsna hikâyelerinde okuyucularını bekliyor.

Mücella Korkmazer