Masal denilince akla çocuklara anlatılan düşsel anlatılar gelse de masal, halk edebiyatının/kültürünün ürünüdür. Masallar, büyüklerin anlatageldikleri bir tür olduğundan büyüklerin ümitlerini, hayallerini, düşüncelerini, kurgularını barındırır içinde. Bu sebeple masala sadece çocuksu anlatılar olarak değil, büyüklerin de beslendiği anlatılar olarak bakmak lazım. Hele ki her şeyin zorlaştığı, katı gerçekliğin, karmaşıklaşan ilişkilerin olduğu şu zamanlarda masal ve onun nevilerinden olan türler, büyüklere nefes aldırıcı, onları keyiflendirici işlev sağlıyor. Masallarda konu edinilen şeyler, hep eski zamanlarda olup bitmiş. Bu da aslında insanın eskiye duyduğu özlemi ifade ediyor. Yaşanmış olabileceği gibi yaşanmamış hatta yaşanması mümkün olmayan şeyler bile masalın konusu olabiliyor. Demek ki insan, hayalsiz, düşsüz, rüyasız, geçmişsiz, geleceksiz yaşayamaz. Bu gözle bakıldığında masallar, insanın ruhunda artan, azalan duyguları içeriyor, insanın ruhunun ihtiyaç duyduğu şeyleri karşılıyor.
İnsanın yaşam serüveni basamak çıkma işine benziyor. Her basamak bir başka yaşama alanına basamak oluşturuyor. Üzerinden aşılan her rıht, insanı başka bir zorluğa ya da kolaylığa kavuşturuyor. Yaşadıklarımız karşısında kendimize tecrübelerimizi anlatacak bir arkadaş ya da bizimle tecrübelerini paylaşacak, teselli verecek bir yürek arıyoruz. Birisi bize can versin, renk versin, birisi bize ‘sil pasını gönlünün…’ desin istiyoruz.
Anlatmak, insan nüvesi bulunanlara güneş ışığıdır
Sil Pasını Gönlünün kitabı, gönlünü arı-duru yapmak isteyenler için hoş bir kitap. Kâmil Doruk, hikâyeleriyle tanıdığımız bir kalemdir. Bu kez Doruk, masal anlatıcısı olarak çıkıyor karşımıza. Sil Pasını Gönlünün kitabında anlatılan masal, bir balıkçının öyküsüyle başlıyor. Balıkçının serüvenine katılarak okuyoruz kitabı ve okurken de yaşamadığımız tecrübeler ediniyoruz. Kitabın giriş kısmında ‘Söz ankâsı kanatlanınca…’ başlığıyla bir yazı yer alıyor. Bu yazıdaki cümleler, özelde kitapta anlatılan masal hakkında bilgileri, genelde ise bize söylenilen öğütleri içeriyor. Yazar kitapta Şehrazâd ismindeki bir abladan bize anlatılar sunuyor. Yazar da anlatmak fiilinin gücüne inanıyor bence. Bu inançla anlatının en güzel örneği olan masal türüyle çıkıyor okurlarının karşısına. ‘Anlatmak, insan nüvesi bulunanlara güneş ışığıdır.’
Haberin girişinde masal ile çocuk arasındaki yakınlığı ifade etmeye çalışmıştım. Kâmil Doruk, Şehrazâd ablasıyla yaptığı diyalogta bu bahse de değiniyor. Ve Şehrazâd ablasına soruyor: ‘Masal deyince ilkin çocuklar hatıra düşer. Çocuğun kazancı nedir? Dedi: Çocuk gerçekten, hayattan kopuk, yarı kapalı zannedilir. Gündelik gerçekliği kaale almadan, derim ki: Çocuk hakikatin hayatına tamamen açıktır. Masal ile çocuğa, gündelik gerçekliğin perdelediği hakikat caddesindeki/yolculuğundaki trafik eğitimini verebiliriz. Yani masal: işaret ve işaretçiler zuhurâtı…’
Sil Pasını Gönlünün, bir balıkçının denizden çıkardığı küp ile olan imtihanıyla başlıyor. Bu başlangıçtan itibaren iyinin ve kötünün savaşı başlıyor. Evine, eşine, çocuğuna haram götürmeyen bir babanın zaferi, dürüst bir emirin ve vezirin zaferi kitapta öne çıkan unsurlardan. Arka fonda Süleyman peygamber ve onun şânı, bir Müslümanın nasıl inanması ve yaşaması gerektiği, sihir ve büyücülüğün nasıl bir şey olduğu işleniyor. Birliktelikten doğan kuvveti de hissediyoruz kitapta. Asıp kesmeyen, hemen infâz etmeyen bir emirin balıkçıya itimat etmesi, vezirine güvenmesi, âlimlerle yaptığı istişâreler okuyucuya verilen önemli mesajlardan. Masal başladığı andan itibaren bir ve tek olan Allah’a hep vurgu yapılıyor. Rabbin izni olmaksızın hiçbir şeyin yapılamayacağı her fırsatta dile getiriliyor.
Hayal ile hakikatin sınırında bir anlatım
Kitabın kahramanları gerçek hayattan kimseleri yansıtıyor. Kitapta masalımsı olarak addedeceğimiz yazarın anlatımı ve insanların balığa dönüştürülmesi, balıkçının denizden çıkardığı Alaaddin’in sihirli lambasını andıran küpün içerisinden ifrit çıkması, emirin aşçısının tavaya koyduğu balıkları tam pişirecekken bir ifritin gelip tavadaki balıkları konuşturması gibi hadiseler masal okuduğumuzu hissettiriyor. Genel olarak kitap gerçeğe oldukça yakın şeyler anlatıyor. Hayal ile hakikatin sınırında bir anlatım tercih edilmiş.
Etkilendiğim kısımlar arasında, balıkçının oltasına attığı denizden bir türlü balık çıkmayışı ve buna rağmen balıkçının pes etmeyişi, her seferinde oltayı vira bismillah diyerek atışı geliyor. Oltayı yine atar ve bir küp gelir oltanın ucunda. Balıkçı zengin olacağını düşünür, sevinir, heyecanla küpü açmaya çalışır. Açar nihayetinde de ama bir ifrit çıkar karşısına hem de onu öldüreceğini söyleyen bir ifrit. Balıkçıya ‘Dile benden ne dilersen.’ cümlesini değil, ‘Seni öldüreceğim ama nasıl ölmek istediğini sana bırakıyorum.’ diyen bir ifrit. Bu hadise bana, umut ve heyecanla sarıldığımız bir şeyden kötü, beklenmedik bir durumun çıkabileceği düşüncesini hatırlattı. Masalın bir kısmında da genç bir emirin, âşık olduğu papazın kızı anlatılıyor. Emir o kadar âşıktır ki papazın kızına, gözü hiçbir şeyi görmüyor. Âşık olduğu kız, emiri Müslüman olduğunu söylemekle aldattığı gibi bir başkasına âşık olmak suretiyle de aldatıyor. Fakat aşktan gözü hiçbir şeyi görmeyen emir, çok sonradan, canı çok yandıktan sonra işin aslını görüyor. Bu kısımda da aşırı sevginin yersizliği, aşırı sevginin kalbi bağladığı okuyucuya duyuruluyor.
Sil Pasını Gönlünün kitabı ‘Karanlık hep vardır, çabalayan ışıktır.’ sloganıyla büyüyen, gelişen bir kitaplıktan çıktı, Büyüyen Ay Yayınları'nın kitaplığından. Usta kalem Kâmil Doruk’un eseri olan kitap, gülümsemek, heyecanlanmak, hatırlamak, özlem duymak için okunulası, kütüphanelerde yerini alası.
Hatice Ebrar Akbulut yazdı