Zeynep Sevde Paksu, Yıldız Teknik Üniversitesi'nde fizik okudu. 2002'de bilim teknik editörü olarak başladığı meslek hayatına çeşitli yayın organlarında musahhih, kültür sanat muhabiri, reklam yazarı, editör, çevirmen olarak devam etti. TRT Çocuk, İyilik Postanesi, Kumbara gibi dergilerin konsept & içerik kurgusunu ve genel yayın yönetmenliğini yaptı. Yayınlanmış 13 kitabı bulunuyor. 2008 yılında kurduğu Taze Kitap bünyesinde kurumlar ve yayınevleri için çocuk kitapları ve dergileri hazırlamak, yurt dışı telif haklarını temsil etmek, masal yazmak ve okumak gibi işlerle uğraşıyor. Kendisiyle çocuk edebiyatını konuştuk.
Çocukluk hepimizin bildiği bizzat yaşadığı bir şeydir ama nedir diye sorulsa anlatmakta zorlanırız. “Gecenin bir yarısı tuvaletten odana koşarken kimsenin seni yemediğine sevinmek” midir, nedir çocukluk?
Çocukluk, insanlığın ek almamış yalın hali. Büyüdükçe topluma ayak uydurabilecek tecrübelerle, bilgilerle donanırız. Ne zaman güleceğimizi, kızacağımızı, ağlayacağımızı, sevineceğimizi öğreniriz. Çocukken sınırsızca, yargılanma korkusu olmadan yaşadığımız duygularımızı kafes altında tutmayı öğreniriz. Belki hâlâ gece tuvaletten odana giderken karanlıktan korkuyorsundur veya zaman zaman annene sarılarak uyumak istiyorsundur ama kimseye söylemezsin, çünkü bu çocukluk olur. Pikniğe gittiğinde, kar yağdığında veya âşık olduğunda "içindeki çocuk" ortaya çıkar.
Bizim kültürde çocukluk 12 yaşından sonra cenazesi kılınan, eğer olur da ileriki yaşlarda hortlak gibi kafasını uzatırsa pek hoş karşılanmayan bir şeydir. Halbuki dünyanın lezzetini, neşesini tadabilmek için o yalın hale hep ihtiyaç var. Eve giderken yolda görülen akşamsefası tohumlarını neşeyle toplamak, göl kıyısında paçaları sıyırıp ayakları suya sokmak, ciddi bir toplantının ortasında önündeki kağıda karikatür çizmek, gökkuşağı görünce sevinç çığlıkları atmak, kar yağınca kartopu oynamaya dışarı koşmak, herkes yolda trafikle meşgulken gökyüzündeki bulutlarda şekiller görmek, muziplikler yapıp eğlenmek... Bunlar hep çocukluk. Dua ederken bile çocukluğun yüzsüzlüğüne, acizliğine ihtiyacımız var. Bir çocuk "bu olmaz ya" demez, aklına her geleni ister. Çok sevdiğim çocuk edebiyatçılarından Madeleine L'Engle şöyle der, çok da güzel der: "Elbette tekrar çocuk olmak istemiyorum ama bir çocuğun hayata önyargısız bakış açısını ve neşesini 51 yaşındayken içimde taşıyabiliyorsam o zaman yetişkinliğin ne demek olduğunu hakkıyla öğrenmişim demektir."
Çocuklar ve çocukluk üzerine yeterince araştırma var mı? Beklentileri, eğilimleri, moral değerleri hakkında. Sınavdan sınava koşan çocuklar sanki bir şeyleri kaçırıyor bu eğitim sisteminde?
Psikoloji, eğitim, edebiyat vs. gibi alanlarda kütüphanelerce araştırma var elbette. Ben işin edebiyat kısmıyla ilgili birkaç bir şey söyleyeyim. Bizdeki çocuk büyütme, eğitme, yetiştirme işindeki en eksik bırakılan nokta bu çünkü. Sınav sadece okula girişte değil her an var. Her an her ortamda çocuğun ne kadar bildiği test ediliyor. Ebeveynler de sorumluluklarının hakkını vermek için, biraz da etrafa mahcup olmamak için yüklendikçe yükleniyorlar. Bunda yanlış olan şey çocuğa bilgi vermek değil, bunu bilgisayara bir şey download eder gibi yapmak. Misal; Roald Dahl'ın Matilda'sı da kitap okuma sevgisini aşılar temelde, üzerinde "Kitap okumayı seviyorum" başlığı olan bir kitap da. Matilda, bizi eğlendirirken, heyecanlandırırken, hayal gücümüzle oyun oynarken, mesajını göze sokan diğer kitap ise vitamin şurubu hissi uyandırır.
Çocuk edebiyatının bir şey öğretme derdi yoktur. Tıpkı ormandaki ağacın bir şey öğretme derdi olmadığı gibi. Ağaca baktığınızda bir lezzet hissi, tefekkür fikri dolar içinize. Edebiyat diye nitelendirebileceğimiz metinlerin oluşturduğu his ve fikir gibi. Bu his kalıcı eğitimi oluşturan bir katalizör aslında. Çocuğun eline kitap verirken şöyle hesap edenler vardır mesela: "Ben buna 10 TL veriyorum, şimdi bu 10 TL ile çocuğuma ne kadar ahlak, değer, bilgi vermiş olurum." Özellikle üzerinde içinde ne anlattığı belli olan kitapları tercih ederler, cömertlik, iyilikseverlik vs gibi. Yemek yerine hap tüketmek gibi bir şey bu aslında. Ezbercilik yani.
Dublin’deki meşhur Trinity Kütüphanesi'nde çocuk edebiyatına dair epeyce eski yüzyıllardan kitapları ve içlerindeki resimleri görünce heyecanlanmıştım doğrusu. Bizde nasıl bir tarih var, geriye doğru bakarsak?
Bizdeki tarih çok eski değil. Aslında genel olarak dünyaya baktığımızda beş yüz yıl öncesine kadar çocukluk insan hayatının özel bir dönemi olarak düşünülmemiş. Çocuklar, bir an önce ebeveynlerinin rollerine ayak uydurması beklenen küçük yetişkinler olarak değerlendirilmiş. Çocukların, ilgilerine, algılarına özel yazılmış kitapları okumaya yetecek kadar uzun bir çocukluk dönemi olmuyordu. Masalların bir yaş grubu yoktu o yüzden. Herkes aynı masalları, destanları, hikayeleri dinlerdi. Belki bir bakış açısıyla çocuk edebiyatının yaşsız olduğu dönemler diyebiliriz eski zamanlar için.
İlk çocuk kitapları İngiltere'de 15. yüzyılın ortalarında üretiliyor. Bunlar tabii ahlak kurallarını öğreten didaktik eğitim kitapları. Çağdaş çocuk edebiyatının atası sayılan Alis Harikalar Diyarında'ya kadar öğretmekten başka amacı olan çocuk kitapları yok. Sonrasında 19. ve 20. yüzyılda Winnie the Pooh'un yazarı A. A. Milne, Dr. Seuss, Roald Dahl, Erich Kastner, Michael Ende, Eric Carle gibi çocuk edebiyatçıları sahneye çıkıyor ve çağdaş çocuk edebiyatının bugünkü şeklinin mayalarını oluşturuyorlar.
Bizde çocuklar için kitap yayınlama Tanzimat'tan sonra başlıyor. O zamana kadar sözlü edebiyat sözkonusu. Nasreddin Hoca, Keloğlan, Karagöz Hacivat vs. 1859'da yayınlanan Nuhbetül Etfal, 1869'da çıkarılmaya başlanan çocuk dergisi Mümeyyiz ilk yayın örneklerinden. Sonrasında bir çok edebiyatçı çocuklar için kitaplar yazdı, Ahmet Rasim, Ziya Gökalp, Ömer Seyfettin, Kemalettin Tuğcu... Fakat bizdeki çocuk kitapları bir türlü o ciddiyetten, didaktik, ağırbaşlı çizgiden yakın zamana kadar çıkamadılar. Çağdaş Türk çocuk edebiyatından, öğretme derdi olmayan eğlendiren kitaplardan, resimli kitaplardan belki son on yıldır bahsedebiliyoruz.
Çocuk kitapları fikri nasıl bir ihtiyaçtan kaynaklanıyor. Sen dünya literatürünü takip eden bir yazar ve yayıncısın, bu kitapların beslenme kaynakları nedir bizde ve dünyada?
Bu mesele epey bir araştırmanın konusu. Toplumlardaki çocuk edebiyatıyla ilgili çalışmaları takip ederek, o toplumun sosyal değerlerini, değişen beklentilerini, rollerini gözlemlemek mümkün. "Bir kitap okudum, hayatım değişti" cümlesi var ya, onu en çok çocuk kitapları için kullanabiliriz. Bir rejim belli bir çocuk edebiyatı müfredatı oluşturarak yirmi yıl sonra istediği nesli heykel gibi şekillendirebilir. Dünyada ve ülkemizde bunu rahatça gözlemleyebiliriz. Dünyayı değiştirebilirsiniz yani çocuk edebiyatıyla. Batı'da bu gücün keşfedilmesiyle bu konudaki çalışmaların ağırlık kazandığı bir gerçek. Bütün dünyada milyonlarca çocuk okuyucusu olan Amerikan çocuk edebiyatçısı 1940'larda Dr. Seuss şöyle der: "Bu ülkenin üzerinde yükseleceği temeli oluşturan şey okuyan ve düşünen çocuklar. Kafaların karışık olduğu, tansiyonun yüksek olduğu bugünlerde yazarların, çocuk kitaplarının bütün diğer edebiyat türlerine nazaran dünyayı iyileştirmek veya kötüleştirmek için çok daha büyük bir potansiyele sahip olduğunu idrak etmesi lazım."
Hangi kaynaklardan beslenildiği sorusuna şöyle cevap vereyim: Çocuk edebiyatının konusu bir insanı ilgilendiren her şeydir. Yeryüzü, gökyüzü, tefekkür, psikoloji, sosyoloji, güncel meseleler. Bir konuyu istediğiniz şekilde anlayacağı üslupla bir çocuğa anlatırsanız o konu otuz yıl sonra o şekilde bilinir. Mesela Çizgili Pijamalı Çocuk diye bir kitap vardır. Yahudi soykırımını o kadar güzel, naif, içten anlatır, Almanlardan o kadar güzel nefret ettirip Yahudileri o kadar tatlı sevdirir ki. Aynı şekilde bir Filistin kitabı yazdığınızı düşünün. Bugün istediğiniz kadar sloganlar atın, köşe yazıları yazın, televizyonlara çıkın, o kitabın on yıl sonra oluşturacağı bilincin onda birini oluşturamaz.
Çocuk edebiyatı sanılanın aksine çok zor bir tür. Kızlarım Mevlana İdris ve Salih Zengin’in birlikte çıkardıkları Mavi Kuş dergisinin çıkmasını sabırsızlıkla beklerdi. Burada yetişkinleri de etkileyen bir dil zenginliği ve hayal gücü vardı. Senin kitapların da hem öğretiyor hem de muhayyileyi harekete geçiriyor. Ben senin nasıl bir istidatla ve süreçle bu işe yöneldiğini ve dilini nasıl kurduğunu merak ediyorum?
Bir konuyu çalışmaya karar verdiğimde çok uzun bir hazırlık süreci oluyor. İşin sayısal tarafını da çok önemsiyorum. İlk kelimeden son kelimeye kadar hepsi birbirine bağlantılı bütüncül bir denklem olmalı. Kainat kitabı da akıcı, her kelimesi birbirine bağlı, ilham veren, içini coşkuyla dolduran dev bir masal aslında. Onu örnek almaya çalışıyorum kendime. Mesela Kayıp Oruç Balığı'nı anlatayım. Orucu her Müslüman kadar biliyordum elbette. Fakat hikayeye başlayabilmek için bir bağlam lazımdı. Bunun için hadisler, kıssalar okudum epey. Orucu bileşenlerine ayırmam gerekiyordu öncelikle. Bir uzaylıyla karşılaşsam ona orucu nasıl anlatırım diye düşünerek anlamaya çalıştım. Çocuk da bir uzaylı sayılır son tahlilde.
Bazen bu ön hazırlığı yaparken okuduğum bir şeyle ilgili neşeli bir detay bulmam hikayeyi kurgulamak için yetebilir. Yetmedi. Gece yürüyüşlerine başladım. Uzun uzun Ay'ı izledim. Bunlar yazarken romatik detaylar gibi görünüyor ama bunu bir iş ciddiyetiyle yapıyorum. Derken gökyüzünde geçen bir hikaye fikri oluştu. Orucun bütün soyut-somut varlıkları içine alarak kurgulanmış ilahî matematiğini masal üslubuyla yazmaya çalıştım aslında. Masallar için ilham her yerde, anlamak için vakit ayırmamız gerekiyor sadece.
Çocuk edebiyatı denince akla Mustafa Ruhi Şirin gelir. 1990’da Çocuk Vakfı'nı kurması, birçok kitaba imza atması çok önemli. Melike Günyüz’ün Erdem Yayınları'ndaki çabaları, Meryem Akbal'ın Yumurcak TV'yi oluşturmak için verdiği emekler, hepsi çok kıymetli. Türkiye çocuk edebiyatından kimler geliyor aklına?
Yazarlardan Tülin Kozikoğlu, Melike Günyüz, Sara Şahinkanat, Behiç Ak, Figen Yaman Coşar, Feridun Oral, Halenur Gürbüz, Özkan Öze, Ayşe Sevim, Aslı Tohumcu, Betül Sayın gibi isimleri ben severek takip ediyorum. Çizerlerdense Ayşe İnan Alican, Serhat Albamya, Tuğrul Karacan, Mert Tugen, Sedat Girgin, Deniz Üçbaşaran ilk aklıma gelen başarılı çizerler.
Çocuk edebiyatı sonsuz bir dünya. Bir şairin “Gökyüzü gibi bir şey bu çocukluk/ hiçbir yere gitmiyor” dediği gibi ölene kadar bizi terk etmeyen, ruhumuza kol kanat geren bir dönem. Ağlayan martılara, konuşan, seyahate çıkan fillere, birbirlerine sarılan portakal ağaçlarına gerçekten inanıyor mu çocuklar? Nasıl etkiliyor bu anlatımlar?
Ben hâlâ inanıyorum bunlara, yanlış kişiye sordunuz :) Yıllar önce üniversitede fizik bölümünü tercih ederken en büyük motivasyonum meleklerin yeryüzünde yaptığı işin bilimini öğrenmekti. Melekler muhteşem değil mi? Her yerdeler, her andalar. Muhteşem bir fantastik kurgunun içinde nefes alıyoruz. Çocuk edebiyatı aslında bu kurguya olan inancımı pekiştiren bir ilim. Kim demiş vapurun yanına konup yüzüne bakan bir martının gülümsemediğini, fillerin konuşmadığını... Bütün varlıkların konuştuğuna inanmıyor muyuz biz? Çocuk edebiyatının yeryüzüyle hemhal olmayı sağlayan, ekranların değil kainatın bir çocuğu olmayı teşvik eden bir yönünden de bahsedebiliriz bu vesileyle.
Çocuk kitaplarının resimli olmaları olmazsa olmaz bir kural mıdır, çizimler muhayyileyi sınırlandırır mı? Çocuklar hayalleri severler fakat yaşamın gerçekliğini de bilmek ve temas etmek isterler.
Muhayyileyi sınırlandırmanın aksine başka pencerelerin açılmasına vesile olur resimler. Buna görsel okur-yazarlık da deniyor. Tasarımı da içine dahil ederek bir resimli kitaba bakmak, anlamaya, yorumlamaya çalışma becerisi edinmek mühim bir konu. Çocuklar çok küçük yaşlarda resimle fıtrî olarak ilgilenmeye başlıyor. Fakat bu içgüdüyü görsel bir edebiyatla geliştirmek, eğitmek gerekiyor. İyi kurgulanmış illüstrasyonlar, tasarımlarla, estetik değeri yüksek görsel materyallerle buluşturulan çocuğun farkındalığı gelişir. Reklam, oyun, sinema, animasyon, vs. gibi birçok görsel materyali değerlendirebilecek bir beceri geliştirir. Resimli kitaplar görsel mesajlara bakma ve değerlendirme konusunda çok verimli bir imkandır. İleriki zamanlarda yaptığı işlerde, hangi iş olursa olsun, estetik kaygılar taşımasına zemin hazırlar. Bu konuda ülkemizde en yanlış anlaşılan konu ise yaş sınırı.
Resimli kitapların okul öncesine ait bir tür olduğu yanlış anlaması var maalesef. Halbuki çocuk edebiyatında her zaman bir alt yaş sınırı vardır, üst yaş sınırı yoktur. 32 yaşındayım ve çok keyif alarak tekrar tekrar okuduğum birçok resimli kitap var. İlkokul çocukları için annelerinin "ay o kitap çok resimli, bizimki büyüdü artık, kalın, resimsiz kitaplar okusun" yaklaşımı, çocuğa uygulanan bir lezzet sansürü.
Yazarken kendini modern dünyanın zehirlenmelerinden nasıl koruyorsun? Sue Palmer “Zehirlenen Çocukluk” kitabında modern hayatın anne babaların vaktini çalarak, teknolojik iletişim aletleriyle herkesi yalnızlaştırarak ve daha birçok yolla çeşitli unsurların birleşerek çocukluğu nasıl zehirlediğini anlatmış.
Gündem diyeti yapıyorum diyebilirim. Hayatımda televizyon, gazete, haber sitesi vs. hiçbiri yok. Bu şekilde kendimi sadece kendi alanıma odaklamaya, zihnimde bana lazım olmayan hiçbir şeyi taşımamaya dikkat ediyorum. Çocuk edebiyatı benim için iş değil, keyif alanım da aynı zamanda. Yazmaktan sıkılınca animasyon izliyorum, ondan sıkılınca okuyorum, ondan sıkılınca gezip dolaşıyorum.
Filozof filden bahsedelim biraz, neler anlatıyor çocuklara…
Fil Ozof, pek sevdiğim karakterlerimden biri. Ama ben sadece karakterin annesiyim, onu Fil Ozof yapan sevgili yazarımız Dr. Fatih Dikmen. Fil Ozof, etrafında gördüğü her şeyle ilgili sorular sorup onlara bilimsel cevaplar veren biraz şapşal, saftirik ama çok gayretli bir kardeşimiz. Kocaman bir göbeği, ucunda bir büyüteç tuttuğu hortumuyla her seferinde minik neşeli maceralar yaşıyor. Günlük hayata biraz yakından bakınca ne acayip şeyler olup bittiğini eğlenceli bir üslupla anlatıyor Fil Ozof. Kahkahası bol bir tefekkür kitabı diyebiliriz.
Kaplumbağa Battuta ve günlükleri de çok güzel bir fikir, kaplumbağa hızıyla nerelere gidiyor Battuta?
Bir gezi serisi yapmayı uzun zamandır istiyordum. Fakat bunun bizden bir bağlamı olması lazımdı. Epey karakter bulup, sonra beğenmeyip değiştirdikten, birkaç farklı tarz deneyip yanıldıktan sonra, bir akşam İbn Battuta'nın Seyahatnamesi'ni okurken fikir doğdu. 700 yıl önce, 20 yaşındayken Fas'tan hacca gideceğim diye yola çıkıp 28 yıl boyunca dünyanın önemli bir kısmını gezen, gezdiği gördüğü öğrendiği şeyleri de kapsamlı bir seyahatnamede yazan muhteşem bir seyyah İbn Battuta.
İbn Battuta, seyahatinin son zamanlarına doğru Mali'ye gitmişti (Afrika). Mali'de Gao isimli bir şehirden de övgüyle bahseder seyahatnamesinde. İşte seyahatnamesinde bahsetmediği başka bir şey de var, yakın arkadaşı Kaplumbağa. 70 cm boyunda bir leopar kaplumbağası. Kaplumbağa, Battuta'nın dünyayı gezmesinden çok etkilenir, seyahatinin kalan kısmında ona eşlik eder. Çok iyi arkadaş olurlar. İbn Battuta evine dönerken Kaplumbağa'ya seyahatnamesinin bir kopyasını ve adını hediye eder. Bundan sonra kendisi ve çocukları Battuta Kaplumbağaları olarak bilinecektir. Bizim Kaplumbağa Battuta işte onun torununun torununun torunu. İbn Battuta'dan kalma seyahatnamedeki bilgilerin çok eski olduğunu, güncellenmesi gerektiğini düşünüyor ve seyahatnamedeki şehirleri tek tek gezip yeni hallerini yazıyor. İstanbul'dan başlayan yolculuğuna Kudüs, Mekke, Medine, Şam, Asya ve Avrupa ülkeleriyle devam edecek Kaplumbağa Battuta. Ben yazıyorum, sevgili Sümeyye Eroğlu çiziyor.
Ben de okumak isterim bu torun kaplumbağanın şehirleri nasıl gördüğünü. Peki çocukların estetik duygularının gelişmesi için nasıl bir yol izliyorsunuz? Çizimlerin temel ilkeleri nasıl gelişiyor? Hep aydınlık ve parlak mı olmalı yoksa yazılanların ruhuna göre atmosferler ve stiller değişiyor mu?
Bu tamamen yazılan konuya ve türe göre değişen bir şey. Mesela Kaplumbağa Battuta bir şehir kültürü oluşturma amacıyla yazılmış, reel meselelere temas eden bir kitap. Bu yüzden daha reel çizgiler, pastel dokular kullandık. Ama “Uyku Koyunları Ülkesi” serisi gayet fantastik, zıpır bir masaldı. Bunda daha renkli, yuvarlak hatlı, hareketli bir çizim kullanmamız gerekirdi. Gezgin Eşek'in Oyun Atlası reel bir konuydu ama karakterin kendisi absürd ve komikti. Bunun için daha karikatüre yakın bir tarz ve canlı renkler kullandık. Asiye hem hitap ettiği yaş grubu hem de mizahî üslubu gereği karikatür tarzında çizildi. Metin kurgusu kadar estetik kurgu da aynı derecede emek isteyen bir iş.
Taze Kitap ne gibi çalışmalar yapıyor?
Taze Kitap, 2008 yılında çocuk kitapları ve dergileri üretmek için kuruldu. Çocuk edebiyatına hep ilgiliydim ve bu konuda epey çalışma yapmıştım. Bir çatı altında sadece çocuk yayıncılığı yapabileceğim bir yapı düşündüm. Londra, Frankfurt, Bologna gibi dünya kitap fuarlarına gittiğimde gördüğüm şahane çocuk kitaplarının bizde bir muadilinin olmadığını gördükçe çok üzülüyordum. Uzun süre konuyla ilgili araştırma, çalışma yaptıktan sonra Taze Kitap'ı açtık. Taze Kitap'ta 7 yıl içinde 150'den fazla sayı çocuk dergisi, 50'den fazla da çocuk kitabı ürettik. Biz kitap veya dergi yayınlamıyoruz, bağımsız olarak hazırladığımız kitapları ve dergileri kurumlar ve yayınevleri yayınlıyor & dağıtıyor. Konu seçimi, metin, çizim, tasarım her şeyiyle bize ait bir ürün oluyor, kurum bize künyede yer vererek kendi logosuyla basıyor. Bir çocuk edebiyatı yapım ajansı diyebiliriz Taze Kitap'a. Fakat ara sıra kendi markamızla yayınladığımız özel projelerimiz de oluyor. Hayal Kumanyası bunlardan biri. Bundan sonra da Hayal Kumanyası gibi ara ara özel projelerimizi yayınlayıp raflarda bulunduracağız.
Taze Kitap'ta hem estetik açıdan, hem metin kalitesi itibariyle, hem de çocuk edebiyatının olmazsa olmazları olan hayal ve mizah gücü açısından doyurucu kitaplar üretiyoruz. Yapım ekibimizdeki arkadaşların her birinin ortak özelliği son derece obsesif olması. Bazen bir font için, hatta bir kitabın içindeki spotların yer alacağı çerçeve için bir hafta çalıştığımız oluyor. Kitapların konularını ise kendi değerlerimiz doğrultusunda seçiyoruz. Evet evrensel işler yapmak önceliğimiz ama bunları yerel bir referansla yapmak daha önemli bizim için.
Mesela Gezgin Eşek'in Oyun Atlası kitabından bahsedeyim. Gezgin Eşek bir yıl boyunca her hafta bir ülkeye giden, o ülkelerin önemli özelliklerinin yanı sıra bir oyununu öğrenip bize anlatan komik bir karakter. 52 ülke var kitapta. Böyle bir konuyu işleyen herhangi Batılı bir yayıncıdan farklı ne yaptık: Bizim kitabımızda Filistin, Suriye, Çeçenistan, vb. ülkeler var. Başka bir örnek vereyim: Kaplumbağa Battuta Günlükleri. 6+ yaş grubu için bir gezi kitabı serisi yapmak istedik. Fakat bunun bir düşünce yapısı vermesi lazımdı. Londra, New York, Paris değil kendi şehirlerimizi anlatalım. İbn Battuta o zaman geldi aklımıza. Kaplumbağa Battuta İbn Battuta'nın izinden giden, onun gezdiği yerleri gezerek bize anlatan bir gezgin kaplumbağa.
Hayal Kumanyası beni çok etkiledi. Büyükler için de iç açıcı. Bu fikri biraz açar mısın? Neler var içinde. Ben biliyorum da okurlarımız için...
Ramazan'ı en evrensel haliyle anlatabileceğim bir bağlam düşündüm epey. Bir çocuğa Ramazan kavramını gökyüzü ve Ay üzerinden anlatmak en doğrusuydu. Hem bir insanın hayatının bütün evrenle ne kadar bağlantılı olduğunu anlatarak bir kainat kitabı okuması sağlayacak hem de soyut bir kavramı somut, görünür simgelerle anlatabilecektim. Hayal İmsakiyesi için biri büyük ikincisi küçük iki yuvarlak kestik. Küçük olanı büyüğün üzerine yerleştirip sola yaslayınca, üsttekini koyu maviye alttakini beyaza boyayınca gökyüzünde salınan bir hilal görüntüsünü elde etmiştik. Bir de üstteki gökyüzü yuvarlağına ok şeklinde bir boşluk kestik mi, Ay’ın üzerine yazdığımız hayaller için yerimiz de oluyordu. İki yuvarlağı ortadan raptiyeyle tutturunca çarklı imsakiyemiz ortaya çıktı.
Aynı bağlamdan yola çıkarak Kayıp Oruç Balığı’nı yazdım. Tabii bir Ramazan paketi yapılacaksa içinde mutlaka bir Ramazan ajandası olmalıydı. Konseptten yola çıkarak ajandayı da bir Ay takvimi şeklinde tasarladık. Her gün için iki sayfa ayırdığımız ajandanın her sol sayfasına Ramazan ile ilgili bir oyun, aktivite veya tavsiye yazıp, sağ sayfasını ise ajandanın sahibi için boş bıraktık. Ramazan Atölyesi kitabını da en kolay bulunabilecek malzemeleri kullanarak, en Ramazan’ı anlatabilecek ve en aynı anda çok şey anlatılabilecek şekilde kurgulayıp elişlerini hazırladıktan sonra sonunda kumanyamız hazırdı.
Son bir soru: Oyuncak tasarlamayı düşündün mü hiç? Bu konuda bir eksiklik var İslam dünyasında. Mesela Barbi bebeklerle oynamaya karşı bir ara Fulla bebekleri üretilmiş, bu da çok ses getirmişti. Namaz kılan, kitap okuyan israf etmeyen bir bebekti. Oyuncaklar için ne söylemek istersin?
Bu konuyu hiç çalışmadım şimdiye kadar ama ileride neden olmasın.
Yıldız Ramazanoğlu konuştu