Minyatürleri Orta Asya’nın birçok şehri ile Amerika ve Avrupa’nın önemli galerilerinde sergilenen, eserleri British Museum ve Victoria & Albert Museum gibi kurumlar ile ABD, Avrupa, Türkiye ve Moğolistan’daki çeşitli özel koleksiyonlarda yer alan Cihangir Aşurov'un “İrem” adlı sergisi 3 Mayıs'a kadar Zeytinburnu Kültür Sanat Merkezi’nde sanatseverlerin ilgisine sunuldu. 

Klasik tarzda minyatürlerinden oluşan sergisine dair soruları yanıtlayan Aşurov, gelenekle olan bağını ve yeniliğe bakışını şöyle özetliyor: "Klasik minyatürlerden esinleniyorum. Ama klasiklerin bire bir aynısı olmaz. Yaşadığım döneme dair de dokunuşlar oluyor. Klasikleri tekrarlamak yerine sizin de fikriniz katılacak. Bu bir renk, bir figür olabilir. Geçmişten şu ana kadar gelen bütün sanatkârları hocam gibi görüyorum, saygı duyuyorum hepsine. Her birinin ayrı bir güzelliği var ve bu güzelliği görebilmek lazım. Onların eserlerinden de istifade ediyorum mümkün olduğunca. Klasik eserleri, ustaların yaptıkları işler hiç bitmez tükenmez bir hazine olarak görüyorum."

Güzel Sanatlar Okulu'nda ilk önce modern resim, yağlıboya resim öğrendiğini ve başlangıçta minyatürle ilgili bir düşüncesi olmadığını anlatan Aşurov, "Sonra bir gün bir sebeple minyatüre yöneldim. O güne kadar da kitaplarda minyatürler görüyordum ama hiç etkilememişti o kadar. Ama ilk kez minyatür yapmaya çalıştığım günden itibaren bu sofradan bir lokma tatmış oldum. O sofranın güzelliği beni etkiledi. Sonra minyatüre yöneldim ve kendimi geliştirmeye çalıştım." diyor.

Klasikler bitmez, tükenmez hazine

Özbekistan-Taşkent'te Şah Mahmut Hoca'dan bu sanatı öğrendiğini kaydeden Cihangir Aşurov, hocasının aynı zamanda bu sanatı ihya eden isimlerden biri olduğuna dikkat çekiyor: "Minyatür, Türk-İslam sanatlarının en önemlisi. Usta-çırak ilişkisi 100-150 yıl boyunca dünya ölçeğinde kesintiye uğradı. Sadece Türkiye'de, Orta Asya'da ya da İran'da değil tüm dünyada böyle olmuş. Bundan 40-50 yıl önce Şah Mahmut hocam çok gençken bu işlere merak duyuyor. O zaman da kimse bu işlerle ilgilenmiyor. Ona el yazmaları müzesinin müdürü büyük destek veriyor. 40 sene el yazma eserleri kütüphanesinde restoratör olarak çalışıyor. O süre boyunca okuyup araştırarak, geçmişteki örneklere bakarak kendini geliştiriyor ve ihya ediyor bu sanatı. Ben de o hocadan eğitim aldım."

Minyatür ve tasavvufun aynı dönemlerde ortaya çıktığını ve ele aldıkları konular itibariyle de birbirine çok uygun iki alan olduğunu belirten ve Aşurov, tasavvuf ve minyatür ilişkisiyle ilgili olarak da şunları söylüyor: "Minyatürle ilgili kendimce bir araştırma yaptım: Minyatür nereden ne zaman geldi, ilk minyatürler hangileri, ne için yapıldı diyerek. Çok kaynaklarda minyatür ve tasavvufun aynı zamanda ortaya çıktığını, minyatürdeki konuların tasavvufla birbirine çok uygun olduğunu farkettim. Minyatür realist bir sanat değil. Soyut bir sanat. Minyatürde çerçevenin içinde resmedilen her şey insanın iç dünyasının sembolik bir tasviridir. Divan edebiyatındaki gazellerin resmedilmiş hali gibi diyebiliriz minyatür için. Nasıl divan edebiyatındaki beyitleri şerh ediyorsak minyatürde görünen her şeyin de aslında farklı bir karşılığı vardır ve benzer şekilde şerh edilebilir."

Tasavvuf-minyatür ilişkisinin sadece içerikle ilgili yakınlıktan ibaret olmadığına da dikkat çeken Cihangir Aşurov, minyatürün yüzyıllarca İslam'ın önde gelenlerinin, bir padişahın ya da şeyhin desteği altında geliştiğini ifade ederek, "Bu sanatın en zirve noktalarından biri 15. yüzyılda Timur dönemindedir. Sadrazam Ali Şir Nevai Türk dünyasının en önde gelen şairlerinden biridir ve Nakşibendi'nin önde gelen pirlerindendir. Minyatür sanatının piri sayılan Kemaleddin Behzad da onun desteği altında yetişir." diyerek bu anlamda da tasavvuf ve minyatür arasında çok kadim bir bağ olduğuna işaret ediyor.

Gülcan Tezcan