Bazı insanları ilk görüşte seversiniz ve o sevgi öylece devam eder. Hal ehli derler ki; Elest Bezmi’nde tanışıp bilişenler, bu dünyada da tanışıp bilişirler. Geçtiğimiz günlerde ilk defa Okuder’de dinleme imkânı bulduğum Yrd. Doç. Dr. Ahmet Alabalık Hoca işte bende tam da böyle tesir bıraktı.
Ahmet Alabalık Hoca ne güzel bir Müslümandı böyle… Sözünden, sohbetinden, yüzünden, sesinden samimiyet akıyordu adeta… İnşallah Fatih Sultan Mehmet Üniversitesi’ndeki öğrencileri, onun kıymetini biliyorlardır. Çünkü her haliyle ilmin izzetini taşıyan böyle güzel hocalarının olması, onlar için en güzel bir lütuf olsa gerektir. Ahmet Alabalık Hoca’nın konuşması da, bize geçmişte tanıdığımız mübarek seydaları anımsatıyordu. İman neşvesi ile güler yüz ve mahcubiyet de bir araya gelince hakiki bir Müslüman şahsiyeti teşekkül etmişti.
Ne güzel bir gelenek böyle…
Ahmet Alabalık Hoca’dan daha sohbetin başında çok güzel bir şey öğrendim. Hoca, fakültedeki derslerinde uyguladığı bir prensibini buradaki sohbetinde de uyguladı. Sohbetin başında hepimizden gözlerimizi kapamamızı, sanki Allah’ı görüyormuş gibi bir hal ile üç ile on arası eüzü besmele çekmemizi, üç ile on arası elhamdüllilah dememizi, üç ile on arası salavat getirmemizi ve üç ile on arası estağfirullah dememizi istedi. Allah’ın huzurunda olduğumuzun bilinciyle ve sanki Efendimiz aleyhis selatü ve selam da yanımızdaymış gibi bu zikirlerimizi gözlerimiz kapalı sessiz sessiz söyledik. Gözlerimizi açtığımızda, hakikaten çok hoş bir huzur hali yaşadık.
Ahmet Alabalık Hoca hamdele, salvele ve besemele ile başlamayan işlerde bereket olmayacağını bildiren hadis-i şeriflerden dolayı bunu prensip haline getirdiğini söyledi. “İlim meclislerinden daha önemli bir meclis yoktur. Her nimet bir hamdı gerektirir. Sohbet ortamları da bir nimettir, bunun için hamdı gerektirir” diyen Ahmet Hoca, bu sözleri ile ilim meclislerine gelmenin nasıl büyük bir nimet olduğunu hatırlatmış oldu. Küçük, büyük günah ve kusurlarımızın bağışlanması için de ayrıca bir de “estağfirullah” diyerek temizlendiğimizi söyledi.
Ben de bir öğretmen olarak bu güzel yöntemi, okulda uygulamaya başladım. Artık her dersin başında hep beraber gözlerimizi kapatıyor ve bu zikirleri söylüyoruz. Bu uygulama hem öğrencilerimin hoşuna gitti, hem de bunun dersin başlangıcındaki motivasyon ve ciddiyetin sağlanmasında çok önemli bir katkısı oldu.
Kalemi olmayanın kıyameti kopmuştur
Ahmet Alabalık Hoca’nın tüm sohbeti baştan sona feyiz ve maneviyat doluydu. Benim dinlediğim en faydalı sohbetlerden biriydi bu sohbet. Bir hafta boyunca tesirinden çıkamadım desem abartmış sayılmam. Çünkü yürekten gelen ses, yine yüreğe tesir etmişti.
Ahmet Alabalık Hoca’nın dersin başındaki bir diğer hatırlatması da dinleyicilerin defter ve kalem kullanmasına yönelikti. Hoca, bir dahakine deftersiz kalemsiz gelinmemesini rica etti. Allah’ın surelerden birisinin ismini kalem koyduğunu söyleyen Hoca; “Kalemi olmayanın kıyameti kopmuştur” dedi. Kalem Suresi’nin içeriğinden de bahseden Hoca; “Bu surede Efendimiz aleyhis selatü ve selam’ı savunmak vardır. O zaman sen davetçisin, dinini kalemle savunacaksın. Kalemi çok iyi kullanacaksın. Büyük zatların çoğu günlük tutarmış. Sen davetçisin, günlük tutmak sana yakışır” dedi.
Ciddiyetinizi kaybetmeyin
Ahmet Alabalık Hoca, Okuder’deki bu sohbetinde her sene üniversite başlayınca, öğrencilerine anlattığı ilk konuyu anlattı bizlere. Konu ciddiyetin fert ve toplum üzerindeki etkisi idi. Bu sohbeti dinledikten sonra inanın bana ben ciddiyetin anlamını yeni anlamıştım. Ben ciddiyeti, bu zamana kadar duvar gibi soğuk bir şekilde durmak zannederdim. Meğerse ciddiyet bu demek değilmiş. Ciddiyet, peygamberlerin, sadık kulların, salihlerin ve salihaların kulluktaki istikrarlı duruşunun adıymış. Ahmet Alabalık Hoca bu zatların kulluktaki ciddiyetlerini çeşitli misallerle açıkladı.
Ahmet Alabalık Hoca konuya bütün hayat tecrübesinden damıttığı çok önemli bir cümleyi paylaşarak giriş yaptı. Şöyle dedi: “Otuz beş kırk yıldır ilmî çalışma yapıyorum. Gözümüzü açar açmaz bizi sokağa bırakmadılar, aldılar bizi yetiştirdiler. Şimdiye kadar üç sefer hac yaptım, birkaç sefer umre yaptım, çok Müslümanlar tanıdım, çok Müslümanla içli dışlı oldum. Avrupa’dan Asya’dan birçok arkadaşım oldu. Bütün bu süreç içerisinde hayat bana şunu öğretti: ‘Allah ciddidir, tarih boyunca hep ciddileri ciddiye almıştır. Biz Müslümanlar ciddi olduğumuz gün ciddiye alındık, ciddiyetimizi kaybettiğimiz zaman kaybolduk.’”
Ahmet Alabalık Hoca, ciddiyet kavramını öyle bir anlattı ki sohbetin sonunda ciddiyetin Kur’an kıssalarının vermeye çalıştığı temel öğütlerden birisi olduğunu kavradık. Bir çok peygamberlerden ve salih kişilerden misaller getiriyordu Hoca… İlk olarak Hz. Meryem’e Allah katından yiyecekler indiğini, ona; “Bunlar sana nereden geldi?” diye soran Zekeriya aleyhis selam’a çok uzatmadan; “Bunlar bana Allah’tandır” diye cevap verdiğini söyledi. Bunu anlattıktan sonra “Şu ciddiyete bakın!” diyen Hoca; “Hz. Meryem o kadar ciddiydi ki onun kahvaltısı bile Allah’tan geldi” dedi. Allah’ın ona gökten sofra indirmesini onun dinindeki, kulluğundaki ciddiyetine bağlıyordu. Hz. Meryem’den sonra Firavun’un sarayında olduğu halde, kulluk ciddiyetini yitirmeyen Hz. Asiye’deki ciddiyete dikkat çekti.
Bu mübarek kadınların ne kadar zor imtihanları geçtiğini ve bütün bu imtihanları boyunca ciddiyetlerini kaybetmediklerini söyleyen Ahmet Alabalık Hoca, çağımızın ciddiyet örneklerinden iki tanesine de şu cümlelerle atıf yaptı: “Zeynep Gazali çağımızdan ciddiyet örneğidir, Emine Kutup da bunlardan biridir. Onların kitaplarını mutlaka okuyun.”
Biz İbrahimleşemedik…
Bir sonraki örnek Zekeriya aleyhis selamdı. O da yaşlı ve çocuğu olmayacak durumda olmasına rağmen Allah ona çocuk vermiş ve ismini de Allah koymuştu. Nuh aleyhis selam ise 950 yıl davet yapmış, sonunda Allah ona gemi ile sahip çıkmıştı. Bu iki peygamberden sonraki örnek Kur’an’ın hakkında, “İbrahim tek başına bir ümmettir” buyurduğu Hz. İbrahim’di.
Arapların İbrahim aleyhis selam’a “tevhidin büyük atası” dediklerini söyleyen Ahmet Alabalık Hoca, onu da ateşe attıklarını ancak Allah’ın; ‘Ey ateş, serin ol’ buyurarak bizzat olaya müdahale ettiğini söyledi. Neticede Hz İbrahim’in tabiri caizse ateşin içinde elini kolunu sallaya sallaya dolaştığını söyledi. Her anlattığı peygamberin kıssasından sonra “Ciddi olursanız Allah da sizi ciddiye alır, ciddi olmazsanız kimse sizi ciddiye almaz. Allah da sizi ciddiye almaz” diyen Hoca, bazen de kıssalarının sonunu “Allah ciddidir, ciddileri ciddiye alır” diyerek bağlıyordu.
Hocanın bize vermeye çalıştığı mesaj şu idi: Ne oluyordu ki Hz. Meryem’e gökten sofralar iniyordu, ne oluyordu ki Zekeriya aleyhis selam’ın kendisi ve hanımı yaşlı iken çocuğu oluyordu? Ne oluyordu ki İbrahim aleyhis selam’ı ateş yakmıyordu? Çünkü onlar istikametlerini tam yol kulluğa çevirmişler, başka bir yere milim sapmıyorlardı. Başlarına ne gelirse gelsin, asıl gayelerinden uzaklaşmıyorlardı. Ve Hoca diyordu ki; “Eğer biz de ciddi olursak ateş bizi de yakmayacaktır.” Buna inancı tamdı ama şöyle de bir tespit yapıyordu: “O aynı Allah’tır ama biz İbrahimleşemedik.”
Kullukta ciddiyet
Ahmet Alabalık Hoca, Müslümanların yaşadıkları coğrafyalardaki hezimetimizi Müslümanların ciddiyetini kaybetmelerine bağlıyordu. Filistin’de yalnızız, Irak’ta yalnızız, Suriye’de yalnızız, Afganistan’da yalnızız, diyordu. Bizim neden bu hale geldiğimizi düşünmemizi istiyordu. Bunun için şu çağrıyı yaptı: “Ey gençler ciddiyetinizi aramaya var mısınız?”
Ciddiyetten bahsedilir de ulul azm peygamberlerden Musa aleyhis selam anılmadan geçilir miydi? Beni İsrail’in gündüz Musa ile, gece Firavun ile çalışan bir millet olduğunu söyleyen Hoca, Hz. Musa’nın kavminin Firavun’un ordusu tarafından köşe kıstırılınca “yakalandık” dediklerini, Hz Musa’nın ise onlara, “Benim Rabbim benimle beraberdir” dediğini söyledi. “Şu ciddiyete bakın” diyerek dikkat çeken Hoca, denizin ikiye bölünmesini ve Musa aleyhis selam ve ümmetinin kurtulmasını, Musa aleyhis selam’ın ciddiyetine bağladı. Mesele basitti; kullukta o derece ciddi olacaksınız ki önünüzde denizler bile yarılacak. İşte Ahmet Hoca bunu vurguluyordu. Her şeylerini bırakan ve mağaraya sığınan Eshab-ı Kehf de Hocanın anlattığı ciddiyet örneklerinden biriydi.
Efendimiz’in ciddiyeti
Son olarak Efendimiz aleyhis selam’ın ciddiyetine örnekler veren Ahmet Alabalık Hoca, ilk olarak onun şu sözünü hatırlattı: “Güneşi sağ elime verseler, ayı da sol elime verseler vallahi davamdan vazgeçmem.” Sonra hicret yolcuğunu hatırlatan Ahmet Alabalık Hoca, Efendimiz’in Yasin Suresi’ni okuyarak müşriklerin arasından geçip gittiğini söyledi. Sonra mağaraya sığındığını, mağaraya kadar müşriklerin geldiğini ama onu bulamadıklarını söyledi. Ve Efendimiz’in mağaradaki ciddiyet timsali şu sözünü hatırlattı: “Üzülme, Allah bizimle beraberdir.”
Sohbette anlatılan ciddiyetin bir örneği de Bedir eshabıydı. Bu ciddiyetteki büyük bir seviyeydi. Efendimiz o gün; “Ya Rabbi, bugün bunları yok edersen yeryüzünde sana ibadet eden hiçbir kimse kalmayacak” diye dua etmişti. Allah onları az sayıda olmalarına rağmen galip etmişti. Çünkü Allah tarih boyunca ciddileri hep ciddiye almıştı.
Ahmet Alabalık Hoca peygamberlerin ve salih kulların isminin çokça anıldığı bu sohbette ciddiyetin üç gereği olduğunu söyledi. Bunları şöyle sıraladı: Bir; İşitip itaat edeceksin. İki; Allah’ın ne emri varsa ona sarılacaksın. Üç; Allah’ın nerede bir yasağı varsa ondan kaçınacaksın.
Dünyayı ehline bırak!
Sohbetin sonunda Ahmet Alabalık Hoca’ya kendisini yetiştiren babasının ciddiyet örneklerini sordum. Şöyle anlattı babasını: “Babam 2009’da Mart’ın birinde Pazar günü vefat etti. Vefat edeceği gecenin Pazar günü, ikindi namazını kıldım. Babam beni her gün uyarıyordu. ‘Yarın dersin var mı, hangi konuyu işleyeceksin, şuna şuna dikkat et’ derdi. Beni öyle takip ederdi. O gün ikindiden sonra bana öyle şeyler anlattı ki bir oradan giriyor, bir şuradan giriyor, darmadağınık bir şeyler anlatıyor. Ben ‘Seyda ne yapıyor böyle’ diye düşündüm. Meğer o konuşma son konuşmamızmış. ‘Oğlum’ diyordu, ‘Sen yurt dışı mezunusun, müezzin bile olamıyorsun, denkliğin de kabul edilmiyor, hiç mühim değil bunlar. Sen bu ilmi sakın bırakma. Ben seni bir tek şey için yetiştiriyorum, İlmi insanlara öğreteceksin.’ Ve bana hep derdi ki: ‘Dünyayı ehline bırak.’ Öldüğü gün odasına baktım, ne gördüm biliyor musunuz? Seyda, o gün üç kitaba bakmış, bir Kur’an okumuş, bir tefsir okumuş, bir de tasavvuf kitabına bakmış.”
Babasının çok yüksek bir maneviyata sahip olduğunu söyleyen Ahmet Alabalık Hoca, bu konuda şunları söyledi: “Ben, on beş dakikadan fazla onun odasında dayanamıyordum. Çok güçlü bir şarj cihazı gibiydi. Bir sefer girince odasına, o maneviyat altı ay beni idare ediyordu.”
Sakın tedrisatı bırakma
Ahmet Alabalık Hoca rahmetli babasını anlatırken çok feyizli bir hal aldı. Aralarında geçen şöyle bir diyalogu nakletti:
“-Bana bir söz verir misin?
-İstediğin sözü veririm.
-O zaman ben öldükten sonra, aç da kalsan, karnına taş da bağlasan tedrisatı bırakmayacaksın? Söz mü?
-Söz babacığım.
-Maaşını vermeseler, kovsalar da sen tedrisatı bırakmayacaksın.
-Söz, tedrisatı bırakmayacağım.
-Ben öldükten sonra hiç boş vaktin olmayacak oğlum.”
Hakikaten de babasının dediği gibi babası vefat ettikten sonra hiç boş vakti kalmadığını söyleyen Ahmet Alabalık Hoca, babasından duyduğu şu sözü de nakletti: “Kim Allah için kendini gizlese, Allah onu öldükten sonra ortaya çıkartır.”
“Ben babamı tanımamıştım, öldükten sonra tanıdım” diyen Ahmet Alabalık Hoca, babasının kendisine yazdırdığı vasiyeti de şöyle anlattı: “Öldüğüm zaman, beni yıkayacaksınız, kefenleyeceksiniz ve benim yüzümü açacaksınız, ailemi getireceksiniz, bana bakacaksınız, ağlama sızlama olmayacak, biraz bakacaksınız ve şunu anlayacaksınız: Dünyanın hiçbir değeri yoktur.”
Aydın Başar haber verdi