İstanbul’un tarihî çeşmelerine uzandığımız bir yolculuktayız. Bu yazı da aynı minvalde kaleme alınmış başka metinlerin şimdilik sonuncusu. Diğerleri şurada.
Bir şeye ikna olmamız gerekiyor: Biz daha dün kurulan bir Amerikan kenti değiliz. Bu size çok basit bir hüküm gibi mi göründü? Öyleyse şayet, kara haberi alıştırmadan söyleyelim: Sıradan bir Amerikan kenti olmaya doğru hızla ilerliyoruz.
İstanbul’da gitgide daha seyrek rastladığımız tarihî eserlerimiz olmadan hayatımızda nelerin değişeceğini düşündünüz mü? Onları belirleyici olmayan ve etkisiz, tesadüfen ayakta kalabilmiş, görünürlüklerini dibine kadar kaybettirdiğimiz birer kalıntı zannediyorsak fena hâlde yanılıyoruz. Tarihî eserler hâlâ İstanbul’da her şeyin belirleyicisi ve içimizde kalan birkaç parça bağlılık ve devamlılığın sağlayıcısıdırlar.
Ama kaybediyoruz, yok ediyoruz ve umursamıyoruz. Bu hızlı gidişin sonunda gıcır gıcır binaları olan ancak ruhsuz, kendini bir şeyin devamı hissetmeyen ve hazinesini kendi elleriyle tarumar etmiş bir nesle dönüşeceğiz. Pişmanlık fayda vermeyecek. Bugünkü idareciler bununla anılacaklar ve evet, pişmanlık fayda vermeyecek.
Bu seri yazılarda genellikle ağzını yüzünü dağıttığımız çeşmelerimizin olduğu rotalarda gezindik. Şimdi biraz daha eli yüzü düzgün çeşme kardeşlerin olduğu bir yere gideceğiz.
Yanı başında bulunduğumuz eserle bağımızı güçlendiren şeyler
Hazırsanız İstanbul’un kraliçesi Üsküdar’a uzanıyoruz. İlk durağımız iskele yakınlarındaki, şehrin gelmiş geçmiş en şirin mabedi olan Şemsi Paşa Camii. Aynı zamanda çok eski bir eserdir bu. Ve bir Mimar Sinan işi.
Şemsi Paşa da inşa ettirdiği camisi gibi tonton muydu bilinmez ama adım adım zirveye tırmanan kudretli bir devlet adamı, bu arada kelam ve fıkıh ilimlerinde eser verecek denli âlim ve bir divan kaleme alacak derecede hisli bir zat imiş. Osmanlı işte…
Şemsi Paşa Camii’nin bizimle bağlantılı bir özelliği daha var: İstanbul’da hizmet görmek bakımından parmakla gösterilebilecek örnekliği sergileyen birkaç camiden biridir. Esasen caminin ayrılmaz parçası olan külliye de maksadına uygun değerlendirilmiş ve bir kütüphane olarak hizmet vermektedir. Avlusunun her yerinden cami içine kadar tertemizdir, haziresi bakımlı, minik bahçesi belli ki düzenli olarak elden geçirilmektedir. Bilhassa camilerde kronik bir meseleye dönüşen tuvalet temizliğinde de örnek alınacak denli iyi durumdadır. Keşke her camimiz böyle mutena, böyle pırıl pırıl olsa. Ruhun şad olsun Şemsi Paşa.
Önemli bir eksiklik ise haziresindeki küçük mezarlıkta medfun isimleri tanıtır künyelerin hazırlanmamış olmasıdır. Bunun da halledilmesiyle hem Şemsi Paşa’nın ne kadar mühim işlerde bulunmuş bir devlet adamı olduğunu anlarız, hem de burada dinlenen Müslümanlar’dan bazısının Paşa’nın ailesinden olduğunu ve sözgelimi caminin imamlarından Buhurî Abdurrahman Efendi’nin de hemen buracığa defnedildiğini. Bunlar yanı başında bulunduğumuz eserle bağımızı güçlendiren şeylerdir.
1. | |
2. | |
3. |
“Ya ilahî, son nefeste Şems-i biçarenin cürmüne kılma nazar”
Mezarlık yanındaki çeşme, duvara asılı künyenin verdiği bilgiye göre 2010 restorasyonunda toprak altından çıkarılmış (1). Teknedeki “Sâhibu’l-hayrât ve’l-hasenât” kısmı okunabiliyor. -Bir ihtimalle- çeşmeye ait birkaç parçanın da sergilendiği avlu duvarındaki kitabelerden birinde (2) Şemsi Paşa’nın, Allah’a edilmiş en nazlı ve munis yakarışlardan olan tek cümlelik duası da var, büyük samimiyet: “Ya ilahî, son nefeste Şems-i biçarenin cürmüne kılma nazar.”
Medreseye bakan köşede ise dört gözlü başka bir çeşme daha var (3). Ayna taşları tahrişe uğramış. Rozetler etrafındaki güller dâhil süslemelerinin açığa çıkarılması, hatta bakımı yapıldıktan sonra bizzat çeşmenin göz önünde bir yere çıkarılması ne güzel olur.
Hazırsanız Salacak’a tırmanabiliriz. Ancak sahil boyunca yürümek ve Kız Kulesi’ni daha yakından, hele Galata-Ayasofya hattını martılar eşliğinde seyretmek, rüzgârlı bir havadaysanız kimselerin olmamasından istifadeyle kıyıdaki oturaklarda hayallere dalıp denizi terennüm ile vakit geçirmek isterseniz yukarılara hemen çıkmamalı ve yürümeye devam etmeliyiz. Harem’e kadar yürümek için müsait bir sahil yolu var. Liman karşısına hizalanan büklümlü merdivenlerden çıkarken yorulursanız dönüp ardınıza bakmayı ihmal etmeyin; zira nefis bir manzara bekliyor olacak sizi.
Bir kitabesi olsa anlardık
4. | |
5. | |
6. | |
7. |
Salacak tarafındaki uzun saatler boyu yürüyüşün ardından elinize geçecek tarihî çeşme sayısı, şehrin eski semtlerinden birinde olduğunuzun yerleştirdiği bir beklentiye oranla epey azdır. Yeni apartmanlarla fazlaca karşılaşıyor olmanız bunun sebebini biraz açıklar gerçi ama yine de tatmine yetmez. Buralarda tahminlerden daha az tarihî çeşme hatta tarihî eserle karşılaşırsınız. Defterdar Tahir Efendi Camii'nindış duvarındaki gibi tamamen duvardan ve musluk izinden ibaret kalmış örnekleri dahi bulmak zordur. Ancak yine de rastlayacağımız örneklerin genel itibarla şehir standardının üzerinde temizliğe sahip olduklarını söylemek mümkün. Selimiye Hamam Sokak’taki gibi.(4)
Gerçi ‘temizlik’ biraz da abartılmıştır burada. Zira en az ihtimalle bir kitabesi olan bu beyaz güzelliğin, daha gerçekçi bir ihtimalle iki kitabesi vardı. İhtimal üzerinde biraz daha gezinirsek de çeşmenin, iki kitabe yanında bir de tuğrası olduğunu söyleriz; zira şu an bulunduğumuz yer Sultan III. Selim’in inşa ettirdiği ve hâlen mühim bir askerî nokta olan Selimiye Kışlası ve şehrin güzide mabetlerinden Selimiye Camii’nin -bu arada ilgisizlikten çürümekte olan isimsiz hamamın- yanı başıdır. Yani bu çeşmenin de kudretli sultanın bir eseri ve halka hediyesi olma ihtimali vardır; bir kitabesi olsa anlardık. Şimdilerde ayna taşının ve çer çöp dolu yalağının temizlenmesi, süslemeli kurnasının elden geçirilmesine ihtiyacı var.
Biraz daha yukarıda, Daye Kadın Sokak’ta bulacağımız şirin ahşap saçaklı çeşmenin, sokağa da adını veren Sultan III. Selim’in sütannesi Daye Kadın’ın bir hayratı olduğu düşünülüyor. Ne yazık ki ayna taşı haricinde (sıvayla?) kaplanıp boyanmış.(5)
Tunusbağı Caddesi ile Tıbbiye Caddesi’nin bağlandığı mevkide, Harem İskelesi Caddesi girişinde; üzerinde otlar büyümüş ve ağız bölgesi kapatılmış (6), üç yüzlü ancak sadece orta yüzü mermerle özenilmiş bir büyük çeşme daha var (7). Geç devir özelliklerinden yıldız ve sütun motifleri taşıyan bu eser de kitabesinden anlaşıldığına göre III. Selim hasenatı cümlesindendir. Ne güzel ki akar vaziyettedir. Fakat nişinin orta hizasından aşağıya doğru olan bölge için bir temizlik ve bakım şart gibi duruyor.
El-hak bu ne hâlet bu ne hoş âb u havâdır
Biraz daha sahile doğru U çizerek ilerlersek Şerifbey Çeşmesi, ilerlediğimiz ıssız sokakların yoruculuğunu unutturacak denli güzellikle karşılıyor bizi. Bariz tek problemi, parke taşlarının testi setini yemiş olmasıdır ve biraz da saçakların çürümeye yüz tutması. Niş süslemeleri ve kitabesinden ibaret ziyneti, bilhassa ve bizatihi bunlardan ibaret olmasıyla da kâfi derecede lezzetlidir.(8)
8. | |
9. | |
10. |
Bu civarın ve daha genel olarak Salacak’ın, bütün İstanbul’daki en tenha güzelliklerden bir demet sakladığını söylemeliyiz. Semtin hemen her özelliği, tenha oluşuyla bir yerde bağlantılıdır: Pencere önlerinde tüneyen şişman ve uykucu kediler, kimsesiz parklarda sanki yıllardır oradaymış gibi dingin bakışlarla güvercinleri süzen teyzeler, butik kafelerde hiçbir dertleri olmadığını çok kolay anlayabileceğiniz düşünceli amcalar, her şeyi daha sakin yapan bir insansızlık ve dükkânları önünde bekleşen tek tük esnaf…
Neyzenbaşı Halil Can Sokak’taki bu çeşme, işte böyle bir ıssızlığın ortasında bekliyor (9). Semtin en yenilerinden biri; henüz 200 yaşına girmedi. Saçağı ve kemeri tutan iki sütun, ağır bir hava katmış ve kitabe olarak da tek ayet (Enbiya, 30) seçilmiş. Azıcık ilerideki Salacak Camii, mevcut ıssızlık üzerine bir de müthiş güzellikte bir manzara ekleyiverir: Denizde sağlı sollu aceleyle geçişen vapurlar, arkada sabırla bekleyen Ayasofya ve hızla açmakta olan bahar çiçekleri.
İnsan burada evi olanların balkonlarının teker teker tadına bakmak hırsıyla ama bir yandan da bundan başka hiçbir nimeti istemeyeceği düşüncesinin getirdiği tevazu hissiyle dolar anında. İhsaniye Camii’ni arkamıza alıp tepeden Topkapı’yı seyrettiğimizde bir şeyler mırıldanmak için çok uygun zamandır: “Altında mı üstünde midir cennet-i alâ/ El-hak bu ne hâlet bu ne hoş âb u havâdır.” Bunları düşündürecek kıvrımlı merdivenlerin yanında, tam o köşe başında da sevimli bir çeşme var (10). Saçağı civarındaki küçük dökülme ve kitabesindeki bir kısım silinmenin dışında sorunu olmayan bu ufaklığın alnı ve sütunlarında nefis süslemeleri var.
Henüz fark etmeyenler için yapacak pek bir şey yok ancak İstanbul’a bahar geldi, tetikte durup bu an'ı bekleyenler şu sıra haritalar üzerinde çalışıyor ve yürüyeceği rotalardan rota beğeniyor. Taptaze yeşil, mis gibi toprak kokusu, ufak titreşimlerle dans eden Boğaz, adım başı şaşırtan enstantaneler; bülbüller, kanaryalar, sığırcıklar, kumrular; akasyalar, hanımelleri, güller, papatyalar, ortancalar, petunyalar…
Aramızda bu flört teklifini reddedebilecek var mı?
Sadullah Yıldız, melül melül dolaştı