Son yıllarda Müslüman okur yazarların yoğunlaştığı en önemli konulardan biri "İslâmcılık öldü mü?", "İslâmcılık ölür mü?" sorusu etrafında gelişti. Bu tür tartışmalardan uzak kalmak isteyenler; yapılanları yetersiz buldukları, ideal İslâmcılıkla ilişkilendiremedikleri, İslâmcılığın gündelik çıkarlara alet edildiği, İslâmcılığı yerli bulmadığı, kendini İslâmcı olarak tanıtanların aslında İslâmcı olmadığı ve fakat geçer akçe söylem bu olduğu için nimetlerden yararlanmak adına böyle göründükleri vs. gibi sebepler ileri sürerek İslâmcılığı öldürdü. Bazıları İslâmcılığı yerli ve milli bulmadığı, iktidar partisi ile kan, istikamet, yararlık bakımından uyuşamadığı için 'Ben İslâmcı değilim, ben Müslümanım' demeyi tercih etti. Bazıları İslâmcılığı modernizmin kılık değiştirmiş hâli olarak gördü ve takdim etti. Bazıları televizyonlarda, gazetelerde, sosyal medyada, bürokraside şahit oldukları lokal olaylara bakıp "Bunlar İslâmcı ise ben İslâmcı değilim" demeyi tercih etti.
 

Tartışma sonuçlanmış değil

Velhasıl herkes kendince bir gerekçe buldu ve İslâmcılığın salâsını okudu. Bu tartışma hâlâ sonuçlanmış değil. İslâmcılığı en son Ziyaüddin Serdar öldürdü. Öldürülen İslâmcılıklara bakalım:

Tebliğ Cemaati ve Mevdudi İslâmcılığı, Seyyid Kutup ve İhvan'ül Müslimin İslâmcılığı, İsmail Raci el- Faruki ve İslâm-Bilim İslâmcılığı, Rabıta ve Usame b. Ladin İslâmcılığı, Şehy Nazım Kıbrisi ve Abdülkadir Es-Sufi üzerinden tasavvuf İslâmcılığı, Türkiye İslâmcılığı (Ekmeleddin İhsanoğlu, Ali Bulaç üzerinden), Hasan Sabbah ve Haşhaşiler, Gulbeddin Hikmetyar, Burhaneddin Rabbani üzerinden Afganistan İslâmcılığı, Enver İbrahim ile Malezya İslâmcılğı; Ziya'ül Hak üzerinden Pakistan İslâmcılığı, Kelim Sıddıki, Humeyni üzerinden İran İslâm Devrimi, Suudiler ve Vahhabilik İslâmcılığı...

Cennet inancı

"İslâm dünyasının sayılı entelektüellerinden" biri olan Zıyaüddin Serdar, bütün bu isimleri cenneti aramak adına toprağa gömüyor. Çünkü her biri cennete gitmeyi amaçlıyor, müntesiplerine cennet vaat ediyor ve fakat yazarı cennete götüreceklerine dair ikna edemiyorlar. Yazar öncelikle cennet inancını yatırıyor masaya. Acaba cennet nedir, neresidir? Acaba cennetteki sonsuz nimetlerden ve gölgeden maksat nedir? Oraya nasıl gidilir? Cennet nimetleri denilen şeyler sadece bildik karşılıklarıyla mı sınırlı? Dünyaya, özel olarak İslâm âlemine dair bir ima ve ihsas içeriyor mu bu nimetler ve cennet? İslâm'ın ilk dönemlerine Asr-ı Saadet dendiğine, yani İslâm bir nevi dünya cenneti kurduğuna göre, tekrar aynı başarı, alternatif medeniyet ve hayat yeşertilebilir mi? Yoksa cennet, sadece ahrete ait bir mekân mı ve cennetten maksat da huriler, köşkler, eğlenceler mi? Ziyaüddin Serdar'a sorarsanız, İslâm dünyası lügat anlamıyla anlatılan bir cennetin peşinde. Huriler, köşkler, altından ırmaklar akan ağaçlıklar, gölgelikler ve akla hayale gelmedik nimetleri ile sonsuz hayatın hüküm süreceği ahret mekânı cennet.