Cenab-ı Allah’ın (c.c) varlığı kendinden olmakla birlikte, bir takım sıfatlarının yanında isimlerinin bulunduğunu da biliyoruz. O’nun bu sıfat ve isimlerinin değişik zamanlarda, değişik kalemler tarafından tekrar tekrar şerh edilmiş olması, kulluk bilincinin Allah indinde ‘nasıl’ olması gerektiği noktasında da apayrı bir ilmi ortaya çıkarmıştır.
Bu ilmi oluşturan temel kaynak şüphesiz Kur’an-ı Kerîm ve hâdis-i şeriflerdir. Kur’ân-ı Kerîm’de ve hâdis-i şeriflerde gecen Allah’ın (c.c) birçok güzel ismi bulunmaktadır. Hak Teâlâ’nın zatına mahsus bir özel isim olan “Allah” lâfz-ı şerifi O’nun dışında başka hiçbir varlık hakkında kullanılmamıştır. Tuhaftır ki bir başka dile tercüme edilmesi de mümkün olmamakta, hiçbir anlam, şerh veya kelime onun yerini tutmamaktadır. Bu isimlerin O’nun sıfatlarından alınan isimler olması, çevremizde gördüğümüz her nesne, her olay, her kavram sonrası daha bir netlik kazanmaktadır. Yani bu isimlerin tecellilerine mekân üzerinde şahit olmak, bu isimlerin ululuğu karşısında ürpermemek mümkün değildir.
Esma-ül Hüsnâ, Cenâb-ı Hakk’ın biz kullarına bir hediyesi olarak sayılsa yeridir
Ayet ve hadislerde Cenâb-ı Hakk’ın pek çok güzel isminden bahsedilir. Allah kendisini Esmâü’l-Hüsnâ ile, en güzel isimler ile isimlendirmiştir (el-A’râf, 7/180; el-İsrâ, 17/1 10; Tâhâ, 20/7; el-Haşr, 59/24). Doksan dokuz adet olan bu isimlerin başında “Allah” gelmektedir. Diğer isimlerin hiçbiri anlam ve içerik itibarıyla “Allah” isminin yerini alamaz. Kur’an-ı Kerîm’de, “Allah'ın güzel isimleri vardır. O halde Allah’a o güzel isimlerle dua edin” (el-A'râf, 7/180) denilmektedir. Yine bir başka ayette, “De ki: İster Allah deyip dua edin, ister Rahman deyip dua edin; hangisi ile dua ederseniz edin, onun güzel isimleri vardır.” (el-İsrâ, 1 7/110) buyrulmuştur.
Yine Efendimiz Hz. Muhammed (s.a), bir hadislerinde şöyle buyurmuştur: “Allahu Teâlâ’nın doksan dokuz ismi vardır. O isimleri kim ezberlerse (sayar, manasını anlar ve şuûruna ererse) cennete gider. Şüphesiz, Allah tektir ve tek olmayı sever.” Elbette Allahu Teâlâ’nın isimleri yalnızca doksandokuz isimden oluşmamaktadır. Birçok kaynakta O’nun daha farklı ve pek bilinmeyen isimleri bulunduğundan bahsedilmektedir.
Değişik zamanlarda kaleme alınan ve yine zaman içinde bir tür ilim şubesi hâline gelen Esma-ül Hüsnâ, varlığımızı borçlu olduğumuz Cenâb-ı Hakk’ın biz kullarına bir hediyesi olarak sayılsa yeridir. Çünkü bu isimlerin bilinmesi, asıllarına uygun olarak hatırlanması ve yaşanması ‘cennete giriş bileti’ hükmünde sayılmaktadır. Bu bileti iyi kullanmak azmi ile çalışmasını bu alanda yoğunlaştıran yazar Ali Büyükçapar’ın İsm-i Âzam (Esma-ül Hüsnâ) isimli çalışmasını ayrıca zikretmek gerekmektedir.
Kitabın yazılış gayesini yazar şöyle açıklıyor: “Sevgili peygamberimizin ‘Allah-u Teâlâ’ya mahsus olarak doksan dokuz ismi vardır, her kim bu doksan dokuz ismi sayarsa cennete girer, sonsuz saadete ulaşmış olur’ müjdesine erişip, Cemalullah’ı seyretmek arzusu ile kaleme alındı. Biliyorum ki varlık O’nun emanetidir. Söz gider yazı kalır, bundan sonrası ise Rabbimizin bilgisindedir.” Şüphesiz insan diliyle anlatılan bu özel alanın kelimeleri, cümleleri, paragrafları için bir farklılık oluşturmak, asıl hüneri bu noktada ortaya koymak gerekmektedir.
Diğer çalışmalarından hangi noktalarda ayrılıyor?
Diğer Esma-ül Hüsnâ çalışmalarında konunun, Allah’ın (c.c) emir ve yasaklarıyla dile getirildiğini, isimlerin hüküm alanında ele alındığını görmek mümkün. Oysa Ali Büyükçapar’ın çalışmasında bu güzide isimler, “gönül-kalp acaba Allah’a (c.c) nasıl bakıyor” sorusu ve ana fikrinden hareketle irdeleniyor. Şüphesiz bu çalışmada daha önceki yazılı kaynakların aksine, konunun “aşk” boyutunda ele alındığını ve has metinlerle Allah’ın (c.c) güzel isimlerinin bezenmeye çalışıldığını görmek mümkün. Büyükçapar’ın bu çalışması aslında, Niyazi Mısrî’nin şu iki dizesiyle de izah edilebilir: “Dünya ve ukbayı tamir eylemekten geçmişiz / Her taraftan yıkılıp viran olan anlar bizi.”
İsm-i Âzam, Allah’ın (c.c) güzel isimlerinin sözlük mânâları yanında irfan ehlinin verdiği anlamlarla da diğer çalışmalara göre farklılık arz ediyor. Bunun yanında bu kutlu ve mübarek isimler, yüzlerce yıllık tasavvuf edebiyatının seçilmiş yazıları ve mısraları ile de güzelce bezenmiş. Bu isimleri değişik tür ve biçimde açıklayan, şerh eden bütün kalem ehlinin vardıkları ortak nokta hep aynıdır: Allah (c.c) ki, zatı ve sıfatları ile varlığın başlangıcıdır, mümkün müdür ki bütün kelimeler onu anlatmaktan aciz kalmasın?
Ali Büyükçapar’ın gayreti de bundan farklı değil elbet. Bununla birlikte kitap, zorunlu varlık olarak, bütün sıfatları kendi yüce zatında cem’eyleyen Allah’a (c.c) kulluk bilincinin nasıl olması gerektiği konusunda da ayrıca bilgi sunmuş olması bakımından ayrıcalık taşıyor. Bütün bilgilerin kaynağı elbette Allah (c.c)’tır. İnsana sunulmuş olan bilginin miktarı hususunda değişik görüşler bulunmakla birlikte, yaygın olan görüş, insanın dünya üzerinde Allah (c.c) inancı ve İslâm fıtratı üzerine doğmakla bir mesafe aldığı yönündedir. Bu ayrıcalığın farkına varan Müslümanlar için Allah’ın rızasını kazanmaktan başka bir gaye yoktur ve olmamalıdır da.
Ali Büyükçapar’ın bu çalışmasında, daha önceki çalışmalarda şerh edilen emir, hüküm ve yasakların aksine bütün isimler “aşk” ekseninde şekillenmiş. Yine aynı şekilde önceki çalışmalarda fiil cümlelerinin yerini bu çalışmada sıfatlar almış. Önemli bir konuda önemli bir çalışma arzulayan okuyucu için İsm-i Âzam – Esma’ül Hüsnâ, fevkalade faydalı ve özel bir eser.
Arif Akçalı yazdı