Dünyanın her yerinden çağırdığı seçkin mimarlara “Öyle bir cami inşa edin ki yeryüzünde daha etkileyici bir yapı olmasın!” diye buyurmuş Ebu Maali Hasan. Nam-ı diğer Memlük Sultanı Hasan… Henüz 23 yaşında (1357) iken Ortaçağ Mısır’ının en görkemli camisini kendi adına yaptırmayı aklına koymuş. Ne kadara mal olursa olsun yaptıracakmış. Bu sebepledir ki günde 20.000 altınlık (dönemi için çok büyük bir meblağ) masrafı dahi göze almış. Hatta söylendiğine göre, bütçe yetersiz kalınca vebadan ölüp varisi olmayanların terekeleri dahi bu yapının taşı toprağı olmuş. Kahire’nin tam göbeğinde, tüm şehri görebilecek bir noktada yükselmiş Sultan Hasan Camii ve Medresesi. Tüm heybetiyle Memlük Kahire’sini kucaklasın diye…
Genç yaşta tahta çıkan azimli Sultan Hasan, Memlükler döneminde kısa süre iktidarda kalmasına rağmen büyük izler bırakmış. En önemli izlerinden biri ise -kendisinin buyurduğu gibi- döneminin en görkemli camilerinden biri olan Sultan Hasan Camii ve Medresesi. Büyük özenle inşa ettirdiği bu yapı bugünlerde sonraki yüzyıllarda yapılmış olan Rıfai Camii ile dip dibe duruyor. Bir kompleks olarak inşa edilen yapı daha da kompleks bir hal almış yani.
Dört dev kolonun üzerinde yükselen büyük bir cami hayal edin
Mimari uzmanı veya tarihçi değilim ama tipik Memlük mimarisi özelliklerini taşıyormuş yapı, yazdığına göre. Bilhassa ana meydandaki ve türlü cephelerdeki işlemeler klasik Memlük sembolleri imiş. Ancak yine de Anadolu mimarisinden ve kubbelerinden de esinlenilmiş; Anadolu esintisi de katılmış camiye. Belki bu yüzdendir biraz da içeri girer girmez hissedilen “tanıdıklık” duygusu. Hissedilen yakınlık… Kuzey Afrika’da biraz turlamış olanlar bilirler (ya da belki bana öyle geliyor), oraların camileri biraz yabancı hissettirir; farklı tarza sahiptir. Ancak Sultan Hasan Camii bunu yaşatmıyor.
Adı üstünde, sadece camiden oluşmuyor bu yapı. Hastanesi dahi var içinde. Ama belki de en ilgi çekeni ve güzel hissettireni medrese kısmı. Bir tarihçi gibi anlatamam elbet neden Sultan Hasan Camii’ndeki medresenin özel olduğunu. Medrese, İslam coğrafyasında çok nadir görülebilecek özelliklerden birine sahip ve tarifi zor bir şekilde etkiliyor insanı bu tablo. Fakat bu tabloyu kısaca aktarmadan önce daha güzel betimlemem lazım caminin içerisini, verdiği hissi. Bu yüzden önce ufak bir tarif yapayım gözlerde canlansın diye:
Dev camiye kapıdan girer girmez gördüğüm tüm camilerden farklı olacağını hissettiriyor. Upuzun ve kıvrımlı bir koridor var. Herhalde hemen hepimiz camiden adımı atar atmaz cemaate ulaşmaya alışığızdır. Ancak Sultan Hasan Camii bu kaideyi kasten bozmuş. Cemaate ulaşmanın biraz zaman almasını istemiş. Namaza katılacak kişi bu uzun koridorda yürürken zihnen kendini namaza hazırlasın diye.
Koridoru geçince ulaştığınız meydan ise daha da sıradışı. Dört dev kolonun üzerinde yükselen büyük bir cami hayal edin. Tavana doğru gözlerimizi kaydırdıkça dev bir kubbe görmeyi bekleriz. Ancak Sultan Hasan Camii, burada da rutini kırmış ve o dev kubbeyle üstünü kapatmamış. Cemaat gökyüzü ile buluşabilsin diye.
Açık havada ama böyle dev duvarlar ve kolonlar arasında olmak garip bir his tabi. Dünya ile ahiretin zihnimizde iç içe geçişi gibi biraz. Gökyüzünün aydınlattığı mermerden ana meydanda dururken huzurlu hissediyor insan.
Gökyüzüyle bütünleşmiş ana meydanın dört köşesinde dört kolon, dört tarafında ise bir kaldırım yüksekliğinde dört cemaat bölümü (harim) daha var. Bunlardan biri mihrab ve minberi içeriyor; diğerleri ise kalan cemaate ev sahipliği yapıyor.
Farklılıkların çatışmak zorunda olmadığını kanıtlıyor
Caminin içyapısını az çok betimlediğimi düşünüyorum ve anlatmayı sona bıraktığım kısma geçiyorum (eğer tam oturmadıysa ana meydanın dört tarafına birer alan eklediğinizi varsayın ve artı şeklinde bir düzen hayal edin). Parantez içinde yaptığım tarife göre artı şeklinde olan harimin dört bir tarafındaki boşluklarda geniş birer medrese dersliği var. Mermer meydan ile her bir kolonun kesiştiği noktada da bu dersliklere çıkan birer kapı var. Uzun, ince bir kapıdan girilen dersliklere de caminin tüm dinginliği sinmiş.
Medresenin, caminin dört köşesine dağılmasının sebebi ise dört Sünni mezhebi temsilen birer derslik olması. Aynı cami bünyesinde, bu huzurlu dersliklerde tüm ekollerin eğitimi uzun yıllar boyu verilmiş; pek rastlandık bir durum değil bu. Farklılıkların çatışmak zorunda olmadığını, bilakis nasıl da aynı bünyede beraber yaşayıp ilmî zenginlik oluşturabileceğini kanıtlıyor bize Sultan Hasan Camii ve Medresesi. Herkesin sonunda aynı meydana çıkacağını hatırlatıyor. İşte en etkileyici tablo da bu oldu benim için.
Bir gün yolunuz Kahire’ye düşerse elbet buraya da düşsün. Kahire Kalesi’nin hemen karşısında yer alıyor zaten, ulaşmak zor olmayacaktır. Hatta ayağınızın tozuyla hemen yanındaki Rıfai Camii’ne de uğrar, hem Rıfai Hazretleri’nin türbesini hem de son İran şahı Rıza Pehlevi’nin kabrini (ne ilgisi var değil mi? Diktatörler arasındaki kuvvetli sevgi böyle değişik jestleri doğuruyor zaman zaman) ziyaret edersiniz.
Deniz Baran yazdı