Geçen ay Diyanet'in öncülüğünde ‘Cami ve Gençlik’ konulu Türkiye çapında çeşitli organizasyonlar oldu. Kocatepe Camii'ne yakın olmamız hasebiyle Kocatepe Gençlik Fuarı'nı gezdik, ümit aldık, şevklendik. 18 Ekim tarihinde M. Lütfi Arslan’ın konuşmacı olduğu bir konferansa da katıldık. ‘Bir Cami Arkadaşın Olsun’ sloganıyla, camiyle dostluk kurmanın ve gençlik döneminde camiye bağlılığın önemine dair çok güzel bir konuşma oldu. Konuşmada dikkat edilen husus gençlerin camiye olan ilgilerinin hem imamlar tarafından hem cemaat tarafından artırılması ve iştiyak uyandırılması üzerineydi.

Keza fuardaki dernekler ve vakıflardaki dinamizm de bizlere gençlerin bu konuda ne kadar istekli olduğunu gösterdi. Her ay böyle bir program olsa herhalde aynı şekilde bir tempo ile genç arkadaşlarımızın orada bulunabileceklerini gözlerinden okudum.

Tüm bu güzel gelişmelere rağmen şöyle bir baktığımızda camilerin aynı şekilde boş kalmaya devam ettiğini görüyoruz. Elbette ki bir ayda büyük gelişmeler olması beklenilemez fakat ‘camiler gençleri senenin bir haftasında mı böyle umumi surette konu/k etmeli?’ diye düşünmemek de elde değil. Cevapta mutabık olduğumuzdan eminim.

Bir üniversite mescidindeki kareler

Gençleri o hafta camiye ya da fuara çeken etkenleri düşündüğümüzde bunların en başta gelen sebebi ilim ve kültür olarak çıkıyor ortaya. Gençler o fuarda kendi dergilerini, derneklerin verdiği eğitimleri tanıtmak ve oraya gelen yazarların, düşünürlerin konuşmalarını ve bakış açılarını dinlemek için oradaydı. Her gencin orada irfanını geliştirmek veya aktarmak isteğinde olduğunu gördük. O zaman diyebilir miyiz ki camiler ‘irfan mektebi’ olduğunda gençlere tam anlamıyla hitap edebilir? Orasını bir düşünmek lazım. Ciddi düşünmek lazım.

Peygamber Efendimiz’in (a.s.m) Medine zamanında Mescid-i Nebevi’deki nazara çarpan en büyük manzaraları hatırlayalım. Sahabeler Efendimizin etrafında ne diye pervane olup dönüyorlardı ki? Efendimizi başlarında güvercin varmış da kaçmaması için istifini zerre bozmadan pür dikkat dinleyen o sahabe-i kiramı düşünsek bir. Resûlullah’ın ağzından çıkacak bir kelimeyi hikmet oku tahayyül ederek onu havada avlamak isteyen bakışları. Ya da Ashab-ı Suffa olarak tarihe geçen Peygamber Efendimiz’in (a.s.m) ilim talebelerini mescitte uyurken, şakalaşırken hayal etsek. O genç sahabeleri dünyayı terk ettirip de bir mescide bağışlayan ne idi? Tahmin edildiği üzere ilim.

Bugün ideal bir mescit-cami denildiğinde akla gelmesi gereken de bu değil midir? Bu kutsal mekanların, ‘beşikten mezara kadar ilim talep ediniz’ diyen Peygamberin sözüne muvafık bir biçim alması gerekmez mi? Bugün bu manayı en yakın hissettiren bir mescit tipi olarak gençliğin en yoğun bulunduğu üniversite mescitlerini düşünebiliriz en azından. Müşahid olduğum bir üniversite mescidindeki kareler cami/mescit ve gençliğin mesafesini en çok azaltan şeyin ‘ilim ve kültür’ olduğuna kanaat getirtiyor.

Mescitte uyuyan, ders çalışan, sohbet eden, kendi aralarında hadis ve tefsir dersleri yapan bir gençlik ve içinde çeşitli kültür ve irfana dair kitapların, dergilerin, konferans ilanlarının bulunduğu bir mescit gençliği ve camiyi birbirine tamamlayıcı unsur kılan etkenler değil mi şimdi üniversite mescitlerinde?

Camide kitaplar ve dergiler yer alsa

Bir cami modeli örnek alınacak ise Rehber-i Mutlak’ın zamanı bizim için en güzel örnek olabilir. Biz gençliğin ruhunu hangi etkenler kendine celbediyorsa onları nazara alabilir büyüklerimiz. Bugün, bir camide en azından İslam’a uygun, çağdaş kültüre dair güncel kitaplar ve dergiler yer alsa, imam tarafından konferansa davet edilse gençler, namaza duran saflar ilim halkaları ile süslense keşke. Bir okuma mahalli olsa mesela mahalle camisinin. Böylece gençliğin fıtratı cami ile hemhal ‘olsa keşke’ diye düşlüyorum.

Evet insan Allah’a ibadet etmek için yaratılmıştır. Camiler de ibadet için vardır. Fakat Peygamberin âlimlerin abidlere üstünlüğünü zikrettiği şu hadisi de bir yerlere kazımak gerekir: “Âlim'in âbide üstünlüğü, on dördünde bulunan ayın diğer yıldızlara üstünlüğü gibidir.”

 

Melih Turan yazdı