Sakarya'ya eğitimim için gelmiştim ve ailemden, İstanbul'dan ilk uzun süreli ayrılığım oluyordu bu geliş. Okula gitmemekte ısrarlı, evden çıkmamakta kararlı ve sessizdim. Gurbette edindiğim hüzün, her an taşıdığım üzüntü yolumu kitapçılar ve sahaf dükkânlarından önce odama, daha sonra ise camilere düşürdü. İlk cuma namazımı Orhan Camii'nde kılmıştım. Yatsı namazlarını Naci Hoca'yı görmek adına Yeni Cami'de kılardık. Vatan Hastanesi'ne bitişik olan apartmanımız diğer vakit namazlarını Şerefiye Camii'nde kılmamız için yeterli imkânı verirdi. Camiler arasında bir tercih yapmamız gerektiğinde ancak evden çıkma vakitlerimizde kısa süreli bir değişiklik olurdu.

Bu camilerin kendilerine göre bir cemaat özellikleri olduğunu gözlemlemiştim. Örneğin Şerefiye Camii, Çark Caddesi üzerinde olduğundan, ilçe ve köylerden çarşıya inen halkın en uğrak namazgâhı olurdu. Orhan Camii de yine çarşıya inen halkın varlığıyla beraber memurların cemaatin çoğunluğunu oluşturduğu bir mescitti. Yeni Cami ise ancak çevre sakinlerinin doldurduğu, çoğunlukla -muhitin sessizliğinin de kaynağı olan- emeklilerin omuz omuza verdiği küçük ve güzel camilerden biriydi.

Beni asıl etkileyen camilerle tanışmamsa biraz gecikmeli oldu. Adapazarı'nda geçirdiğim ilk yılın sonlarına doğru ev arkadaşlığı ettiğimiz Selim Ağabeyin de müezzinlik yaptığı Orta Camii'ne gittim, yine Selim Ağabeyin davetiyle. Güzel Osman Hoca ve tane tane kıraati beni mest etmişti. Orta Camii tarihi Uzunçarşı'nın içerisinde bulunan Ziraat Bankasının olduğu küçük bir sokakta idi. Dışarıdan ancak ufak bir tabela ve üç musluklu küçük şadırvanıyla kendini belli eden, solunda kolonyacı, çaprazında mefruşatçı ve çevresinde aktarların olduğu küçücük bir esnaf mescidiydi. Müezzin mahfili ilk haliyle güzeldir. Müezzinliği bazen esnaflar yapardı. Esnaf mescidi olması hasebiyle mevsime göre sabah ve yatsı namazları kılınmazdı. Kubbesiz camilerden biri olan Orta Camii gıcırdayan orijinal ahşaplar ve sade duvarlarıyla hâlâ ayaktadır.

Yalnızca camilerin güzelliği değil cemaatine duyduğumuz muhabbet de bizi alır götürür

Gecikmiş ve asıl etkileyici olan cami ile ise bir kış akşamı, kuşandığım hüzünle evden çıkıp yine Uzunçarşı'ya doğru yola koyulduktan sonra tanıştım. Uzunçarşı’ya bulvar tarafından girip ilerlemeye başladım. Sağlı sollu mağazalar, nişan alışverişlerinin uğrak mekânları, kuyumcular, kuru kahvecilerle dolu küçük bir kapalı çarşıyı andıran bu yerin sonu önce Uzunçarşı simitçisinin kokularına, ardından Ağa Camii’ne vardı. Caminin hemen dışında bayraktarlık yaptığı anlaşılan Mehmed adlı bir askere ait kabir bulunur. Yanlış hatırlamıyorsam eğer, mezar taşındaki kitabeye göre hicri 1188 yılında şehit düşmüştür. Caminin ise şehit düştüğü tarihten önce mi yoksa sonra mı inşa edildiğini bilmiyoruz.

Kubbesiz, kiremit döşeli çatısı ile küçük bir camii olan Ağa Camii’nin iç duvarları çinisiz, sade mihrabı gösterişsizdir. Sadeliğin en estetik hali ahşap döşemedir kanımca. Ağa Camii’nin tavanı işte bu etkileyicilikle, yuvarlak bir ahşap süslemeyle başımızın üstündedir.

Caminin dış kapısından girildiğinde, yani iç kısmına girmeden önce küçük bir alan bizi karşılar. İşte burası o amcayı gördüğüm yerdi. Akşam ezanına dakikalar vardı. Sağ tarafta dizleri üstüne oturmuş elinde tesbih, zikirle meşguldü. Yalnız ikimiz vardık. Gür sakalında siyahlara oranla daha çok beyaz, başında bir tür takke vardı. Simasındaki vakar oturuşunda ve hatta giydiği paltosunda dahi mevcuttu. Ezan okununca yerinden kalktı ve iç kısma geçti, mihrabın sağ tarafına yakın bir yere oturdu. Akşam vakti olduğundan çarşı esnafı dükkânlarını kapatmıştı. Bu sebeple cemaat ancak iki saf kadardı. Yalnız namazla ilgili gibiydi ve bu tavrı başkalarının farkındaymış gibiydi. Namazı kıldık. Amca tesbihatı bekledi yahut beklemedi, bilmiyorum. Fakat kalktığını görmedim. Onunla karşılaşmamız ve tanışmadan oradan ayrılmamız Ağa Camii’ye sık sık gelmem için yeterli bir sebepti. Özellikle aynı gün ve vakitte de defalarca geldiğimi anımsıyorum. Ama karşılaşmadık.

Halen bu mescitte ilginç bir duyguya bürünürüm. Ve anlıyorum ki yalnızca camilerin güzelliği değil cemaatine duyduğumuz muhabbet de bizi alır götürür. Bir gün de camilerden ziyade cemaatleri anlattığımız yazılarla bunu konuşuruz.

 

Ömer Faruk Yasin yazdı