Toplumun hemen her kesiminden; üst düzey yönetim kademelerinden tutun da en butik birimlerine varıncaya dek aldığı ‘anlamlı geri bildirimler’e ve bizâtihi ‘annelik müessesesi’nin dokunulmaz kutsallık atıflarına rağmen; kazın ayağı hiç de öyle değildir. Ve ter ü taze, çiçeği burnunda, henüz anne olmuş arkadaşımızın, bunu anlaması; bebeğin üç vakte kadar başlayan gaz sancılarına, tekabül eden bir seyr ü seferde gerçekleşir.
Baby shower partileriyle başlayan ve içine yapılan düzenli üfürüklerle bebeğin doğumuna kadar şiştikçe şişen anne/bebek paket balonu; doğumdan sonra bir dizi çılgınlık seranomisiyle devam eder. Tebrikler, çeyrek altınlar, lohusa şerbetleri, bebek lokumları, hediye paketleri, misafirlere verilecek (herkesler bebeğin adını ve doğum tarihini beynine kazısın, kazıyamazsa da buzdolabının üstüne muhakkak iliştirsin diye) hatıra magnetleri, anı defterleri, deftere yazarken kullanılacak ucu tüylü masal kalemleri, ikram sepetleri, instagrama konulacak ilk doğum ameliyathane/sezaryen fotoğraflarının da özenle seçilmesiyle mükemmel bir süreç işliyor gibidir. Bu; öyle detaylı planlanmış bir süreçtir ki; içinden bir halka kopsa; örneğin, annenin doğum sonrası saçına takacağı kurdele unutulmuş olsa ya da bebeğin patikleriyle tulumu aynı renkte alınmamış olsa; bütün bir sistem çökebilir hissiyatını verir. Annenin gecelik/sabahlık takımları, bebeğin yenidoğan takımları, mama setleri, banyo setleri, kusma mendilleri seti, biberon setleri derken aylar öncesinden başlayan takımlarca ve setlerce kurulmuş bir düzenin içinde, alttan alta iyice gaza gelmiş annemizin, bebeğe nazar değmesin diye evde tütsülenen, üzerlik vb bilimum nazar/kötü enerji kovucu bitkilerin yaptığı kafayla, pembe şeker bulutlarının üstünde uçuyor olması; her çıkışın bir inişi olacağı hakikâtini nasıl da ustaca perdeler.
İşte, bu seyir defterinin bir yerinde o masum, cennet kokulu, pembe beyaz insan yavrusu, sıfatına ve kalıbına hiç yakışmayacak işler yapmaya başlar. İlk gaz sancılarıyla çığlık çığlığa başlayan uykusuz geceler, yerini günler ve aylarca sürecek bir nefs i terbiye sürecine bırakır, ki bazılarına göre bu hiç bitmeyecek bir serüvendir. İlk dişi, ek gıdaya geçişi, oturması, emeklemesi, taneli gıdalara yapılan uzun atlamalar, yürümeye başlarkenki depar atmalar, dışarı çıkmalar, kendini her yerden atmalar, hiç bitmeyen kusmalar, düşmeler ve çişler vs derken aylar geçmiştir ve bizim annemiz geçen süreçte, ilk beton etkisiyle başlayan amatör anneler kulübünün her gün ayrı bir yönünü müşahâde ediyordur. Bu arada geleneksel/modern bebek bakımı ekol çatışmalarını, anneanne/babaanne dayatmalarını, taze babanın post travmatik tepki bozukluklarını, önceden okumuş olduğu onlarca bilinçli annelik/ebeveynlik kitaplarının hepsinin baştan sona palavra olmasından mütevvelit hayal kırıklıklarını, doğum sonrası kilolarını atamadığı gibi atmaya çalışmaktadır. Nihayet, bu arada çıldırmamak için fabrika ayarlarına dönmeye de çalışmaktadır; ancak süreç göz altı morlukları, alın ve göz çevresi kırışıklıkları ve saçlarda aklarla çoktan kalıcı imzasını atmış bulunur.
Eş zamanlı olarak doğum izninin bitmesiyle çanlar bakıcı bulmak, aile büyüklerinden kimseyi kırmadan çocuğa refakât edecek birilerini ayarlamak için çalmaya başlayınca taze annemiz, yaşadığı duygusal salınımlar ve doğal hormonların da etkisi ve süreci doğru yönetememenin, yaşattığı stresle iyiden iyiye; ‘mortingen strasse’ bayrağını çekmeye hazırlanır; ki henüz işe döneceği zaman kendisini bekleyen ve tepesinde sürekli sallanacak olan adaletin kılıcı hükmündeki performans ve rekabet testlerinden bîhaber; cehaletinin mutluluğunu sürüyordur. Nitekim; o günler de gelir ve gündüz işe, akşam evde çocuk ya da çocuklara (tabi her geldiğinde ev gözünün önünde kalkmış gidiyordur), ilgi bekleyen eşe, minnet bekleyen, nazı çekilmesi/gazı alınması gereken büyükanne ya da bakıcıya yetişmek için mekik dokuma evresine girer. Evet; bu evrelerden evrelere, binbir türlü hâllere girilerek yaşanılan teatral bir süreçtir ve kıldan ince, kılıçtan keskin bir ipin üstünde, cambazlık edemeyen geri çekilmelidir.
Sonrasında büyüyen çocuklar, kardeş kıskançlıkları, market alışverişleri, yemek hazırlıkları, mutfakta biriken bulaşıklar, çamaşır makinesinde unutulmuş, beklemekten morarmış çamaşırlar, sonu gelmez hafta sonu planları, çocuk tiyatroları, spor, enstrüman, özel ders randevuları arasında ve asla azalmayan ama artarak devam eden beklentiler eşliğinde bizim yorgun ama umutlu annemiz, sızmak suretiyle her gece, yattığı yeri beğenmektedir. Çünkü o artık önceden kurulmuş ve günlük rutini de dâhil, bütün hayatı önceden planlanmış bir robot hükmündedir. Kafasında saatler ve günler takvimiyle, her eyleminden sonra sürekli yenilenen ve güne çentik atarak taşıdığı bir ajandayla dolaşır. İzmir Marşı’yla fırtına Behçet modunda giriş yaptığı annelik kurumuna, artık Mehter Marşı’yla devam ediyordur: “İki ileri, bir geri!”
Hacer Yeğin
Makas dergisi, Nisan-Mayıs 2019, sayı 7