İnsan özlemeye mahkum. Bu insan tekinin kaderi. Bundan kaçış mümkün değil. Çünkü insan dünyaya gelirken de bir özlemi ezel’de bırakıyor. Sonrasında nasip edilen bir ömrü yaşamaya koyulduğunda, günler aylara; aylar yıllara devrildiğinde bir bakıyor ki bir sürü birikmiş acı tatlı olaylar, yaşanmışlıklar. Bazen “insanların o eski ramazanlar nerde?” diye yakınmalarını iyi anlamak gerekir. Aslında aradığı şey insan tekinin kendisi. İnsan kendini kendinde aramayı unutunca hesap da karışıyor dünyada. Âlemden rahatsız oluyor insan. Her şey onu rahatsız ediyor. Çaresi kadim sufilerin sözünü tutmak: Kendine dönmek.
Büyüdükçe artar acımız ya da hasretimiz. Özlemler bir başkalaşır. Gençken insan hayatında sorun dediği şeyi kolaydan atar da yaş kemale doğru/ ölüme doğru yol aldı mı kolay atmak da olmaz o zaman. İnsan bir canını yakanı affeder, belki de kendi sonunu düşünür biraz da. Ya ben de affedilmeye layık değilsem? Af nağmeleri dökülür dudaklarından. Kızdıklarını kızmaz olur. Ustam der ki “İnsan 63’ten sonra susmayı öğrenir. Marifet o yaşa gelmeden bunu öğrenmek.” Susmayı bilsek mesele tamam demektir. Ama ya susmak nasıl zor bir şey insan için. Modern çağda “susma sustukça sıra sana gelecek” bağrışları altında. Zor mu zor. Ama insan niyetlense niyetin sahibi mutlak o zoru kolay mı kolay eder.
Beni bu düşüncelere sevk eden, hasret kaldığım iftarlardan birinin benim nasibime düşen fotoğraf karesi oldu. Fotoğraf Cağaloğlu’nda Çamlıbel Matbaası’nda bir iftar anına ait. Fotoğrafın banisi Osman Kahya. Osman Kahya ağabeyi İsmail Kara’nın Şeyhefendinin Rüyasındaki Türkiye’yi okuyanlar yakından bilir. Kitaba âlem olan hikayenin anlatıldığı mekan Osman Kahya ağabeyin dükkanı. Şeyhefendi’nin rüyası da yine bir Ramazan iftarında anlatılmış. Nasibimize bu iftarlar da düştü. Birkaç kere arkadaşlarımla aynı iftar sofrasında bulunduk, iki kez de İsmail Kara hoca ile aynı sofrada tesadüf ettik.
Sadece bir lezzet sofrası değildi, mahrem bir sofraydı
Cağaloğlu’nun Müslüman nabzı Osman Kahya Ağabeyin dükkanında atar, dersem mübalağa sigasına hiç dokunmamış olurum. 1978’den beri aynı yerinde kim bilir kaç iftar, kaç muhabbet gördü. Başta Cağaloğlu Müslüman esnafı olmak üzere pek çok insan o sofradan nasiplendi. Fotoğraf karesini görünce yaşadıklarıma gitti hem aklım hem de gönlüm. Eskiden Osman Kahya Ağabey kendi elleriyle hazırlarmış sofrayı. Ben sofraya yetiştiğimde hazırlama işlerini oğlu Orhan Ağabeye devretmişti bile. İftarlar kış ayına denk gelirse mutad olduğu üzere Salı ve Perşembe akşamları, yaz iftarına denk geldiyse dükkanın bereketlenmesi için belki koca Ramazan boyunca bilemedin iki ya da üç defa. Sofrada bol yeşillik, peynirin envai çeşidi, zeytin hem yeşil hem de siyah cinsinden, Ramazan pidesi, bir de yanına bizden bir şey, çay. İlk başta yetmez gibi görünen sofra bir anda bereketlenir, yedikçe artan bir lezzete ve berekete dönüşürdü.
Benim için orası sadece bir lezzet sofrası değildi. Mahrem bir sofraydı. Çünkü pek çok insanın haline, kendi oluşuna sofrada şahit oluyordum. İsmail Kara gündeme dair sorulara maruz kalıyor, bir başka boyutta da güvendiği, inandığı ve inandığı sevad-ı azam’ın da nabzını tutmuş oluyordu. İsmail Kara’nın gazete yazıları, sonra kitaplaştırdığı Şeyhefendinin Rüyasındaki Türkiye’deki yazılar meğer Osman Kahya üstadımızın sofrasının bereketiymiş. Osman Kahya, İsmail Kara’nın yazıların nasıl kritik edildiğini bir seferinde uzun uzun anlatmıştı. O sofrada geçmişler için rahmetler okunuyor, diriler için ömür bereketi niyaz edilirdi. Hastalar da asla unutulmaz, herkesin hali tek tek en ince ayrıntısına kadar sorulurdu. Elan son iftarda da öyle olmuş. Gidenler gidemeyenleri sormuş, hasbihaller muhabbet sofrasında yerini almış.
O fotoğraf karesine ben de girsem
Kimleri götürmedim ki Osman Kahya ağabeyin sofrasına. Bir kez Cihat Arınç dahil oldu. Onun dahil olduğu sofrada elinde çanta, sırtında kaban İsmail Kara tesadüf etmişti. Kaldığım yurtlarda muhabbet arayan pek çok arkadaşımı Osman Kahya üstadımızla tanıştırmış, halkın nabzının nasıl attığını görmelerini istemiştim. Tabi ki de herkes nasibi olanı aldı sofradan.
Bursa’ya geldikten sonra birkaç kez hususen gittiğim oldu. Ama bu sene nasibime İstanbul iftarları düşmediğinden olsa gerek davet olduğu halde gidemedim. Osman Kahya ağabeyin iftarlarından sonra Cahit Çollak Bey’e teklif götürmüş, küçük bir grupla Emirhan’da da böyle bir iftar etmiştik. Bursalı kültür ve düşünce dünyasının buluşma anlarından olan Emirhan iftarı da aramızdan çekilenlerden oldu. Cahit Çollak Ağabey elini çekince Emirhan’dan, Emirhan iftarı da göçtü aramızdan.
Şimdi bir imkanım olsa da o anlara dönsem ya da o fotoğraf karesine ben de girsem. Birbirini sadece Allah için sevenlerin iftarına misafir olsam da kenarda, bir köşede oturup sohbetlerini can kulağıyla dinlesem. Biliyorum ki bu dünya haliyle artık zor. Ahirette de zor değil ya, Rabbim orda da bir muhabbet sofrası nasip eder de nasibimize düşen iftarları ahirette yad ederiz.
Zeki Dursun, hayırla yad etti