Modern dönemin başat özelliği dijital ağlar başta olmak üzere birçok iktidar aygıtı tarafından toplumun vesayet altına alınmasıdır. Başka bir ifadeyle yaşamın her alanında oyun kurucu oligarkların hâkim olduğu bir yüzyıldayız. Metrekaresi gittikçe büyüyen ablukanın belirlenen küçük topluluklara, uluslara yönelik olmadığını tüm insanlığı içine alarak genişlediğini, hedefinde herkesin olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Hayatın bütününü koordine ve kontrol eden iktidarların en büyük başarısı; ördüğü ağlarla, insanın etrafına inşa edilen duvarı fark edememesini sağlamasıdır.

İnsanın baktığı halde kendi gerçeğindeki kurguyu görememesi izaha muhtaç. Demek ki bakmak yeterli olmuyor. Yaşadığımız zamanın görünen akislerinin arkasında hangi planlamaların, kurgulamaların, oyunların, hesapların olduğunu anlama gereksinimiz var. Akıllı eşyalarımızla geçirdiğimiz saatler yüzünden maalesef derinlikli, eleştirel düşünmeye vaktimiz olmuyor. Yaşadığımız bu kuşatılmışlığın kurgusunun güncel analizlerini, dönüşümlerini en iyi yorumlayanlarından daha doğrusu tartışmanın kalbine inen, derinlemesine eleştirenlerden biri Psikopolitika kitabının yazarı Byung Cuhl Han’dır. Metis Yayınları’ndan çıkan kitap, ilk satırından itibaren heyecanla okutturuyor kendini. Yoğun anlam yüklü cümleleri adeta sıkıştırılmış bilgi aktarımıyla karşı karşıya bırakıyor okurunu. Birbiriyle bağlantılı metinlerde kendi tabiatından kopuk, “kendi hayatının depresif tanrısı” olmaya soyunan bir insanı konu alıyor ekseriyetle.

Cuhl Han, diğer kitaplarında yaptığı gibi ilgilendiği alanlarda benzer fikirleri olan birçok düşünürün tezlerini eski kavramlarla konuştukları gerekçesiyle hedefine alıyor. Söyledikleriyle zihinlerde yeni pencereler açıyor. Şimdinin çok farklı olduğunu, sabit olan her zeminin çöktüğünü az cümle, derin çözümleme ve özlü ifadelerle anlatıyor. Özgürlük gibi netameli bir kavramı yaşadığımız zamanın sosyolojisiyle yeniden sorgulamamızı istiyor. Neoliberalizmin birçok pratik üzerinden diktatörlüğü altına aldığı insanın ve toplumun içinde bulunduğu hali orijinal saptamalarıyla tanımlıyor. Artık başkaları tarafından değil kendi kendini sömüren insan var sahnede. Kitabın “beni isteklerimden koruyun” cümlesiyle başlaması bu gerçeğin şifresi gibi.

İtaatkâr özneden performans öznesine dönüşen özgürlük

Chul Han’ın farklı özgün yorumu ile: “Özgür, kendini sürekli yeniden tasarlayan, yeniden icat eden bir projedir. Özneden projeye geçişte bu özgürlük duygusu eşlik ediyor. Dışsal baskılardan ve kendine yabancı zorlamalardan kurtulmuş olduğunu sanan bir proje olarak ben, daha iyi bir performans sergileme ve mükemmelleşme şeklindeki içsel baskılara ve zorlamalara tabi kılıyorum kendimi.” Yazar, yapabilme özgürlüğünün emir ve yasaklar dile getiren “yapmalısın”dan daha fazla zorlama üretmesini, “yapmalısın”ın sınırına karşılık yapabilmenin sınır tanımazlığıyla açıklıyor. Özgür olmak en temelde baskılamalardan arınmış olmayı gerektirmesine rağmen bu yeni özgürlüğün kendisi zorlamalar yaratıyor. “Kendini özgür sanan performans öznesi aslında bir köledir. Efendisi olmaksızın kendini gönüllü olarak sömürü ölçüsünde mutlak köledir. Karşısında artık onu çalışmaya zorlayan bir efendi yoktur. Salt yaşamı mutlaklaştırarak çalışır.” Bunca yoğun performansına karşılık umduğunu bulamayan performans öznesinin depresyon ya da ruhsal tükenişi yaşamasını ise özgürlük krizinin dışavurumu olarak görüyor.

Merkez kavram olarak ele aldığı Neoliberalizmin özgürlüğü sömürmeye yarayan en zekice sistem olduğunu kitabın bütününden anlıyorsunuz. Burada Neoliberalizmin en belirgin farkı, “İnsanı iradesine karşı sömürmek verimli olmaz. Yabancı bir gücün sömürüsü kazanç sağlamaz” gerçeğini anlamasıdır.

Sermayenin birey, toplum ve siyaset üzerine diktatörlüğü

Kapitalizmin büründüğü yeni çehresiyle Marks’ın zamanından farklı seyrettiğini, proleteryanın burjuvazi karşısında komünist bir toplumsal düzen kurmasıyla sorunların hallolacağı inancının çözümsüzlük olduğunu, buna karşılık sınıfsal katmanları, kapitalizmin mutasyon geçirmiş biçimi olan “neoliberal sistem”in kaldıracağını dile getirmesi tartışmaya açık. Chul Han’a göre “Neoliberal sistemde başkası tarafından sömürülen işçi sınıfı dolayısıyla sınıf mücadelesi yoktur. Yeni sistemde insan hem işçidir hem de kendisinin girişicimsidir. Yalnız burada farklı bir durum ortaya çıkar. Artık insanın savaşı sömürü güçleriyle değil kendisiyledir. Bu bir iç savaştır. Yabancı gücün sömürüsü kendini sömürmeye dönüşmüştür. Bunun baş mimarı neoliberal sistemdir. İnsanın özgürlüğe sahip olduğu düşüncesi yanılsamadır. Kendini sömüren peformans öznesi insanın, savaşı kendiyle olunca başarısızlığının sebebini sistemde, toplumda ya da dış güçlerde aramaz. Direkt kendini sorumlu tutar, halinden utanç duyar. İşte neoliberal rejimin kendine has zekası burada kendini gösterir. Sisteme direnişe izin vermeyen bir modeli geliştirdi.”

Han’ın özel yorumu ile sermaye, özgür rekabet üzerinden başka bir sermaye olarak kendisiyle ilişki kurarak ürer.  Kendisinin ötekisiyle bireysel rekabet üzerinden çiftleşir. İnsanlar birbirleriyle özgürce rekabet ederken sermaye çoğalır. Bireysel özgürlük sermaye tarafından kendi çoğalması için ele geçirildiği ölçüde köleliktir. Yani sermaye üremek için bireyin özgürlüğünü sömürür: “Özgür rekabette özgür olan bireyler değil sermayedir. Bireysel özgürlük aracılığıyla sermayenin özgürlüğü gerçekleşir. Böylelikle özgür birey, sermayenin cinsel organı durumuna indirgenir. Bireysel özgürlük sermayeye, onu aktif üremeye yönelten otomatik bir öznellik kazandırır. Böylelikle de sermaye sürekli olarak canlı yavrular doğurur.”  

Şeffaflığın diktatörlüğü

Demokratik toplum olmanın gereği şeffaflığın elzem olduğuna inanırız. Çünkü yapılan işlerin iç yüzlerini bilmek, insanları yakından tanımak güven duygusu verir. Cuhl Han ise farklı bakıyor bu kavrama. Neoliberal sistemde sınırsız iletişim imkânlarıyla sır olanı, mahrem olanı gönüllü olarak ortaya döken insanların zamanı geldiğinde gizli kalması gereken bilgileri faş edilebilecektir. Geleneksel derebeyleriyle günümüzün dijital derebeyleri arasında yaptığı analojiye katılmamak mümkün değil. Facebook ve dijital alanları bize toprak olarak bedavaya veren derebeyleri istediğimiz gibi kullanmamıza, işlememize müsaade ediyorlar. Sonra bu verimli sistemin hasadını toplayıp özgürlüğü sömürmeye devam ediyorlar.

İngiliz filozof Jeremy Bentham’ın tasarlamış olduğu hapishane modeli panoptikon ile dijital panoptikonları kıyası takdire şayan. Birbirlerinden yalıtılan ilk panoptikonun mahkûmlarının aksine dijital çağdaki panoptikonun sakinleri birbirleriyle yoğun iletişim halinde her şeylerini meta olarak ifşa ediyorlar. “Kamuya karşı gönüllü soyunma” diye tabir ettiği hal, aslında insanın sömürülüşünün trajik göstergesidir. Dahası “bir panoptikondan kurtulurken daha güçlü ve yeni panoptikona teslim ediyoruz kendimizi” hatırlatması, son derece yerinde. Aslında bugün şeffaflığın bambaşka bir boyutta şekillendiği omniptikon söz konusu. Yani herkesin herkesi izlediği bir dünya. Şeffaflık adına her türlü farklılığın Heidegger’in “herkesleşme”, Han’ın ise “aynılaşma” dediği süreçler ile düzleştirilmesi söz konusudur.

Cuhl Han’ın yeni tarz siyaset anlayışı üzerine yorumları dikkat çekici. Ona göre daha önce dine ait olan aşkınlığın yerini, sermayenin aşkınlığına bırakmasıyla sermaye, “efendi” konumuna yükselmiş, siyaset de sermayenin yamağı olmuştur. Haliyle sermayeye bağımlı olan siyaset, yüksek borçlanmalarla daha çok boyunduruk altına girecektir. Diğer taraftan şeffaflık adına siyasetçilerin nerdeyse her özelinin bilinmesi en büyük dezavantajları. Geleneksel dönemde fazla bilinmemek, tanınmamak insanların daha kolay bağlanmasına, teslimiyetine yönelik bir avantaj iken günübirlik hesapların, duyguların belirleyici olduğu günümüzde yakından tanımanın şaşırtıcılığı, hayal kırıklığı uzun soluklu ilişki kurabilmeyi engelliyor. Görünen o ki siyasetin sermaye ve dijital coğrafyalarla imtihanı çetin geçecek.

Akıllı iktidar

İktidarlar, bazen dinin manevi gücünden bazen büyütüp destekledikleri terör örgütleri üzerinden bazen psikolojik mekanizmaları kullanarak, ayrıştırarak nüfuz alanlarını genişletirler. Her alanda yaptıkları sistematik çalışmanın ekmeğiyle beslenirler. İktidarın farklı biçimlerde tezahür etmesini kıvrak zekâsıyla irdeleyen Cuhl Han’ın akıllı iktidar tarifi geçmiş iktidar tanımlarından ayrışıyor. İnsanlara güç kullanarak emirler yağdıran, yasaklarla boyun eğdirmeye çalışan disiplinci iktidar yaklaşımı yerine neoliberal iktidar, daha özgürlükçü daha dostçadır. Görünmeyen el misali yönetir toplumu. Akıllı iktidarın temel özelliği karşı cepheden iş görmemesidir. Yani yasaklama yerine insanların iradelerini ayartarak yönlendirir. Yazarın ifadesiyle “özneye karşı çıkmak yerine ona yaklaşır, içine sokulur, onu susturmaz, konuşmasına fikirlerini söylemesine yardımcı olur. İletişimde bulunmaya istekleri, tercihleri duyurmaya, hayatları anlatmaya davet eder. Organik bir şekilde işleyen bir akış söz konusudur. Böylece emir veren, sansürleyen, tehdit eden iktidardan daha etkilidir. Bilinçli ve bilinç dışı düşüncelerimizi okur ve değerlendirir. Hoşa gitmeye çalışarak ve bağımlılık yaratarak hükmetmeyi amaçlar. Bu kapitalizm, disipline etmeyi amaçlayan zorlama ve yasaklarla işgören 19. yüzyıl kapitalizminden tümüyle farklıdır.” Bu gerçeklik en güzel görünmeyen güç metaforuyla açıklanabilir herhalde.

Foucault, iktidar dönemlerini 17. yüzyıla kadar egemen hükümdarın iktidarı, daha sonra ise tarımsal üretimden endüstriyel üretime geçişin sonucu olarak disiplin iktidarı olarak kodluyor. Egemenin iktidarında kılıç; öldürme dahil hizaya getirmenin sembolüdür. Disiplin edici iktidarın ise bedene işkence etmek yerine terbiye etme, norma bağlama emir ve yasaklardan oluşan bir kural örgüsüne sokma vardır. Egemenin bedene işkence yapma ve öldürme iktidarına karşılık disiplin yönetimi; hayatı hesaplı bir şekilde yaşatmanın iktidarıdır. Foucaulty’a göre “Disiplin edici iktidar, bedeni üretim makinasına dönüştürerek “düzenlenmiş bir ortopedi” haline getirir.” Cuhl Han ise Foucault’ın neoliberal tahakküm rejiminin özgürlük ve sömürüyü kendini optimize etme şeklindeki iktidar tekniğini görmemesini, onun analizindeki kör noktası diye eleştiriyor. Disiplin iktidarının biyopolitika araçları olan üreme, doğum ve ölüm oranları üzerinden nüfusu yönetebilinecek bir üretim yığını olarak değerlendirmesini, insan ruhunun derin katmanlarına nüfuz etmesine ve bunları hüküm altına almasına yetecek kadar incelikli olmadığını ifade ederek Foucault’dan ayrışıyor.  Ona göre disipline edilmiş bedene ortopedik müdahale, yerini zihinsel optimizasyonun aldığı estetik müdahaleye bıraktı. “Disipline edici iktidarın, ortopedisinin yerini estetik cerrahi ve spor salonları alır. Ancak bedensel optimizasyon salt estetik bir pratikten daha fazlasını ifade eder. Dinçlik ve cinsellik, çoğaltılacak, pazarlanacak ve sömürülecek yeni ekonomik kaynaklar haline gelmiştir.”

Şok doktrini ve neoliberal psikopolitika

Muktedir egemenlerin insanları yok etme, korkutarak zorla rıza üretme girişimlerine savaş açan mazlumların sesi Naomi Klein’in “Şok Doktrini” kitabını kahramanları üzerinden eleştiren Cuhl Han’ın fikirleri şöyle. Şok kitabının ilk kahramanı “Doktor Şok”tur.  Psikiyatrist Dr. Ewen Cameron, elektroşok uygulamalarıyla insan beyninden kötülükleri silebileceğine ve bu boş tabletin üzerinde yeni bir kişilik inşa edebileceğine inanıyordu. Bu düşüncesi insanı yeniden yaratma, formatlama veya yeni bir gelecek yazmak demekti. Cameron, maliyeti CIA tarafından karşılanmasıyla kurduğu tecrit hücrelerinden oluşan bir panoptikon ile vahşi insan deneyleri yaptı. Bir ay süreyle şiddetli elektro şoklar uygulanan insanlar hafızalarını kaybediyorlardı. İlaçlarla desteklenen işkence sürecinde hastalar yapay komalara sokuluyordu.

Naomi Klein’in ikinci kahramanı neoliberal pazarın teoloğu Dr. Şok Milton Friedman’dır. Ona göre büyük felaketlerden sonra uygulanacak toplumsal şok ile toplumun yeniden şekillendirilişi gerçekleştirilebilir. Yıkımlar yeniden şekillendirmek için büyük fırsatları getirir. İnsanlar travma halindeyken geçmişin izleri silinebilir. Yani devlet müdahalesini ortadan kaldırarak saf kapitalizme geri dönüş sağlanabilirdi. Bunun için yapılması gereken, can acıtacak reçeteleri uygulamaya sokmaktı. İki kahramanın görevi, insanı ve toplumu eski doğal haline kavuşturmaktı.

Cuhl Han, Naomi Klein’in gözden kaçırdıklarını genel olarak şöyle açıklıyor. “Şok tedavi uygulaması tam bir disiplin tekniğidir, neoliberal iktidar tekniğinde zapturabt altına alma baskısı yoktur. Olumlu uyaranlarla işini görür. Ruhu şokla sarsıp felç etmek yerine okşar, ayartır. Ona karşı gelmek yerine eşlik eder. Arzularını, ihtiyaçlarını, isteklerini silmek yerine not alır, davranışları engellemek yerine öngörüleri sayesinde onları önceden tahmin eder, hatta başlatır. Neoliberal Psikopolitika baskı altına almak yerine, hoşa gitmeye, tatmin etmeye çalışan akıllı politikadır.”

Heyecan kapitalizmi

Cuhl Han, eleştiri okunu bu sefer Weber’e yöneltiyor. Weber'in kapitalizmi: akılcı bir mantık izleyen kapitalizmdir. Heyecanları sermayeleştiren tüketim kapitalizmi ise farklı bir mantık ile çalışmaktadır. Tüketim kapitalizminde heyecan kaynaktır, heyecanlar satılır ve tüketilir, kullanım değeri değil, heyecansal ve kültsel değeridir önemli olan. Heyecan kapitalizmi bu özellikleri sömürür. Heyecanını özgürce serbest bırakan özne, neoliberal iktidar tekniğinin ağına düşmüş bir zavallıdır artık. Heyecanların daha fazla ilgi görmesi, şirketleri bile etkileyerek yönetim kademelerinde değişikliğe yönelmelerine sebep olmuş, akılcı yönetim tekniği yerini heyecansal yönetime bırakmıştır. Bu tarz yönetici, motivasyon antrenörü gibi hareket eder.

Big data

Hayatımızın tümüyle dijital ağlara yansımasıyla kişiliğimizin izlerini her yere bırakıyoruz. Bütün eylemlerin dijital dünya tarafından kayıt altına alındığı bir dünyada kaydedilenlerin yarın bize karşı kullanılmayacağının garantisi yok. Kapitalizmin egemen olduğu bir ekonomik sistemde çoğu insanın kullandığı sosyal ağlardaki paylaşımlarımız, arama motorlarındaki ilgilerimiz üzerinden çeşitli algoritma teknikleriyle veriler toplayarak hangi ürünlere, markalara ve konulara eğilimli olduğumuzun bilinmesi kaçınılmaz bir gerçeğimiz. Biliyoruz ki bu veriler tüketici davranışları ve taleplerini bilmek, yönlendirmek için kullanılıyor. Cuhl Han, data bank meselesini iktidar olmanın bilgisi olarak değerlendiriyor. Ona göre Dadaizm, insan ruhuna etki ederek düşünce ve karar verme süreci öncesinde insanların davranışlarının öngörülmesini mümkün kılan bir iktidar bilgisidir. Geleceği hesaplanabilir, yönlendirilebilir hale getiren özel malumat, özgür iradenin sonunu ilan etmiştir. 

Meselenin düğüm noktası, arzuları ile iradesi arasında çatışma yaşayan insanın yönelimini isteklerinden azat etmeye çalışmasında toplanıyor. Yoksa ömür denilen süreç sahip olma, bir şey olma açgözlülüğüne yenilmiş pişmanlıkla anılan yıllara dönüşecektir. Piyasanın gönüllü neferi olmaktan vazgeçme kararlılığını gösteremediğimiz müddetçe bu kuşatmaların mağduru olmaya devam edeceğiz. Artık insan, fiziksel ve ruhsal olarak kendisine teslim olmasını bekleyen iktidarlar karşısında ya kendini tümüyle feda edecek ya da kendini akıllıca yönetecektir.

Cuhl Han, çarpıcı okumalar yaparak toplumu girdiği biçimler üzerinden uyarıyor.  Fakat çözüme dair detaylı fikirler ortaya koymuyor. “Dostlarla birlikte olmak gerçek özgürlüktür” diyerek bir anlamda dostlarla hoş vakitler geçirmeyi tavsiye ediyor. Diğer bir çarpıcı önerisi de budalalık. Kitabın son bölümüne “Budalayı oynayın” diyen Deluze ile giriş yapıyor. Kendisi de budala olmayı tavsiye ediyor. Çünkü budala insan, sürünün parçası değildir, kararlarını kendi verir. Budalalık, ayartıcı olan her duruma karşı direnişin simgesidir. Filozoflar ve düşünürler bu tarife göre gerçek budalalardır. 

Kendisini maskelemeyi başarmış sistemin sinsiliklerini, başımıza ördüğü çorapları, bilinç işçiliği yaparak anlamamızı sağlayan kitap meraklılarını bekliyor.

Kerim ALPTEKİN