Anadolu kültür kalesinin söze dayalı, söze dayanan geleneğinin son burçlarından biri daha yıkıldı. Bozlakların, uzun havaların, hasretimizin, özlemlerimizin, acılarımızın, garipliklerimizin çığırıcısı Neşet Ertaş. Horasan ellerinden kalkıp Anadolu göklerinde kanat vuran yaralı turna fani olandan, yalan dünyadan gerçeğin ta kendisi ölümün ülkesine uçtu. Zaten hep garipliğimizi, yokluğumuzu, yoksunluğumuzu söylememiş miydi?

Neşet Ertaş. Aşkın oduyla yüreklerimizi dağlayan, kirlenmiş gönülleri Anadolu’nun berrak sularıyla yıkayan ulu Türkmen/Abdalı. Aşkın elinden bağrı yanık ozan. Yalan dünyanın malına, mülküne, makamına, mevkisine tamah etmeyen garip. Hep derdi söyledi, derde düşenleri teselli makamındaydı. Kadir kıymet bilendi. Her ne kadar kendisinin kadri kıymeti bilinmese de!.. Pürüzsüz bozkır gecelerine bir dua gibi ağan bozlaklar bıraktı. Bir de yakıcı özlem…

Neşet Ertaş, bozguna uğramış topraklarımızın yere düşen son neferiNeşet Ertaş

“Yalan dünya” demişti. Yalan dünya… “Yalandan yüzü gülen dünya”… Herkesin ağladığı, kimsenin gülmediği dünyada O yanmıştı. Yanıp kavrulmuş… Leyla’ya hasret bir Mecnun’du. Leyla’sı yitik bir Mecnun. Dünya değildi onun yeri, yurdu. Bir yolcuydu bir anadan doğan. Gönül dağıydı O’nun mekânı. Gönül dağını mesken eylemişti. Gönül dağını… Gönül dağından esen rüzgârlarla fısıldardı en derin sırlarını bozkıra. Evveli aşk ahiri aşk olan bir sırrı fısıldardı.

Cahildim dünyanın rengine kandım” diye feryat eylemişti. “Hayale aldandım boşuna yandım” diyerek vurmuştu mızrabını gönül sazına. Dünyanın bütün renklerinin solduğu, hüznün renginin tabiata hâkim olduğu bir sonbaharda yürüdü en gerçek yürüyüşünü Neşet Baba. Sustu bütün bozlaklar şimdi. Sessizdir bozkırlar. Ona ağlar bütün yetim türküler, onu ağlar garip ağıtlar…  Merhem kabul etmez yaralarımız Neşet Baba. Merhem kabul etmez…

Neşet Ertaş, bozguna uğramış topraklarımızın yere düşen son neferi. Şimdi onun arkasından yakılacak hangi ağıt onun acısını anlatabilecek ki?! Kaldı mı ağıt söyleyenler. Ne yüreğimizde ve dudaklarımızda ağıt yakacak bir takat var, ne de etrafta ağıt çığıracak insan kaldı. Bozgun yemiş, ansızın fırtınaya yakalanmış gibiyiz.

Bütün esmerliğiyle, kavrukluğuyla bizim olanı, bizde olanı dillendirir

Neşet Ertaş, herhangi bir modern eğitim kademesinde eğitim görmedi. Ümmiydi O.   Varlığımızın en otantik, en dolaysız halini tecrübe ettiğimiz sözlü kültürün içinde yetişti. Muharrem Ertaş’a çıraklık eyledi. El aldı babası Muharrem Usta’dan. Yaşam, ölüm, gurbet, ayrılık, kavuşma, yitip gitme, sevme, nefret etme gibi insana ilişkin ve insanı etkileyen var oluş hallerini en yalın haliyle söyledi. Binlerce cilt kitaba sığacak yaşam ve ölüm arasındaki muammayı bir mısra ile anlatmayı bildi Neşet Usta. “Bir anadan dünyaya gelen yolcu”, serencamımız bu işte!..

Neşet ErtaşAnadolu’nun engin hoşgörüsü, derin bilgeliği onun türkülerinde akis bulur. “Sakın ol ha incitme canı incitme.” diyerek modern dünyayı kan gölüne çeviren okumuş yazmışlara dersini verir. “Aslı bozuk deme gel şu insana/ Soracak olursan eğer ki benden/ Aslı bozuk deme gel şu insana” derken insanoğlunun arasındaki ayrımın, gayrımın saçmalığına değinir. Bozkırın garip gönüllüsü Anadolu mayasıyla mayalanmış ruhuyla söyler bize, söyleşir bizimle…

Hakikatli bir âdemdir O. Hep bizi söyledi. Coğrafyamızdır dile gelen, dile getirilen. Topraklarımızın üzerine çullanan yalancı, türedi sanat oligarşisine rağmen… Özüne yabancılaşmış, şımarık show soytarılıklarına karşı Anadolu’nun ruhuyla karşı durur. Bütün esmerliğiyle, kavrukluğuyla bizim olanı, bizde olanı dillendirir.

Hepimiz bir yolcuyuz dünya denen bu yerde. Menzili olmayan bir yol… Vade tekmil olduğunda göçüp gideceğiz. Dün sabah da Neşet Ertaş’ın vadesi doldu. Rahmet-i Rahman’a yürüdü Neşet Usta. Vade tekmil oldu, emanetçi emanetin aldı…

Allah rahmetiyle muamele eylesin!..

 

Muaz Ergü yazdı