Şehre nasıl girilir? Elbette besmele ile… Şehre nereden girilir? Tabii ki kapısından… Şehri şehir yapan unsurların başında kapısı gelir. Hele ki şehir Bursa’ysa... Osman Gazi’nin fethiyle birlikte girersiniz kapıdan içeri…
Şöhretli kapılar şehri
Bu şehir Bursa’dır. İlk Bursa’dır, asıl Bursa’dır, ana Bursa’dır. Bursa, başka üst kimliklerinin yanı sıra, ‘kapı’ları bakımından da şehirler şehridir.
Medeniyet Bursa’sının beş kapısı olduğunu hatırlatalım isterseniz: Saltanat Kapı (Hisar Kapı - Balık Pazarı Kapısı), Fetih Kapı (Pınarbaşı Kapısı – Su Kapısı), Kaplıca Kapı, Zindan Kapı ve Yer Kapı…
Osmanlı’nın bu eşsiz yapıları, bu tarihî kapılar son yıllarda bakım ve onarımdan geçirilerek yeniden Bursa sosyal hayatına dâhil edilmiştir. Bilmeyenler varsa, şimdi öğrenmiş oldu, geçelim.
Şehre küfür, kapıya heykel!
Şimdi sıkı durun, kapıdan heykele geçiyoruz. Kapıdan bahsederken birdenbire heykelle ilgilenivermek şaşırtıcı gelebilir. Öyle gelmesin. Çünkü, bir faciadan bahsedeceğiz. Kapı ve heykel faciasından. İşin facia boyutu ayrı bir husus, Bursa’da olması yakıcı!
Anlatmaya çalışalım…
Bilenler bilir, Bursa’yı diğer şehirlere bağlayan üç önemli kapı vardır. İstanbul, Ankara ve İzmir hatlarına açılan karayolları, bugün devasa bir ‘kent’ haline gelen Bursa’nın giriş-çıkış noktalarını belirler. Bunlardan şehrin batı giriş çıkış noktası şimdilerde Uludağ Üniversitesi sınırlarına gelip dayanmış, hatta aşmıştır.
Şimdi sıkı durun. Şehrin batıdaki ilk ‘nokta’sı sayılabilecek Uludağ Üniversitesi Kavşağı’na, bundan üç beş yıl önce “Şehir Kapısı” adında karanlık bir tabut dikilmiştir.
Birilerinin ‘heykel’ dediği (gerçi onlar ‘yontu’ diyor daha çok) bu zamazingoyu “Kara bir tabut” diye anmış bulunduk, sebepsiz değil. Muhteviyatında granit ve bazalt bulunan, ebatları 360 cm ×450 cm ×60 cm olan “taş” yapının rengi gerçekten “kopkoyu”. Üstelik en başta dikildiği birkaç metrekarelik alanın, ardından bütün Bursa’nın yeşilini de karartacak kadar “kapkara”. Tabii bu “taş” yapının “tabut”la özdeşliğini sağlayan asıl yön, Bursa’yla kurabileceği hiçbir “gönül bağı”nın olmayışı, olamayışı…
Bu tabuttan heykel, sanki Bursa’ya edilmiş bir küfürdür!
Nilüfer Belediyesi’nin marifeti!
“Yontu”muzu Fransız “sculpteur” Nicolae Fleissig “tıraş” etmiş. Adı “Porte de la Cité”. Nilüfer Belediyesi’nin “tabuttan heykel”e monte ettiği tabletteki adıyla: “Şehir Kapısı”.
8 Haziran- 7 Temmuz 2007 tarihleri arasında Uluslararası Kuzgun Acar Taş ve Beton Heykel Sempozyumu düzenleyen Nilüfer Belediyesi, bu sürecin sonunda, ortaya çıkan 10 sözde heykeli ilçenin değişik noktalarına yerleştirmeyi kararlaştırır.
Hâlen ilçenin Belediye Başkanı olan Mustafa Bozbey, aralarında “tabuttan heykel”in de bulunduğu on “yontu”nun, “yaşamsal bir açığı kapatmak hedefiyle” yapıldığını söylemiş. Dönemin CHP Genel Başkan Yardımcısı ve Bursa Milletvekili adayı Onur Öymen’in de katıldığı törende karanlık heykelin “tıraş”çısı Nicolae Fleissing ise, yontusunu “Nilüfer Belediyesi’ne armağan etmekten mutluluk duyduğunu” söylemiş. Nilüfer Belediyesi de bu eseri getirmiş, bir köprülü kavşağın dibine dikivermiş.
Demek ki Nilüfer Belediyesi bu noktayı, yani Uludağ Üniversitesi girişindeki köprülü kavşağı şehrin giriş noktası kabul ediyor. Bir “köprü altı”nın şehir girişi kabul edilmesi, pek çok bakımdan kabul edilmeyecek olsa da, sırf çirkin “kentleşme” rezilliğine delalet ettiği için manidar bulunmalıdır. Bu arada kavşak köprüsünün kolon ve kirişlerini de tarihî şehir kapılarının sütun ve kemerleriyle benzer tutalım.
“Porte de la Cité” Bursa’nın neyi olur?
En başta da belirttiğimiz gibi, tarihî nitelikte birbirinden değerli beş kapısı varken, tutup birilerinin sanki mazisiz bir “kent”miş gibi Bursa’ya “Porte de la Cité” adlı “yontu”yu yamamaları neyle izah edilebilir? Hangi hesaplar, ne tür menfaatler, ne gibi medeniyetsizlikler bu gâvur icadı “tabut”u Bursa ovasında şaha kaldırır?
Burada, Bursa’ya yama yapılmak istenen nevzuhur kapının, orijinallik tartışması yaratacağını da belirtmek gerekir. Bunu, Nicolae Fleissig’e ait başka “yontu”ları ile karşılaştırarak öğrenebiliriz. Daha doğrusu “sculpteur”ün “Les Portes de la Cité” (Şehir Kapıları) başlıklı genel projesiyle mukayese yapabiliriz. Fleissig bu projeyi 2001’den bu yana değişik tarihlerde ve çeşitli şehirlerde uygulamış. Sonuncusu Bursa’da… “Çakma”sı Bursa’da…
Sahi, Bursa’ya layık görülen “Şehir Kapısı” “yontu”sunun neyi simgelediğini de araştırdık. Bu “yontu”yu yapan Fleissig, üç parçadan oluşan “yapıt”ının anlam dairesini “Şehir Kapıları” projesi çerçevesinde şöyle belirtiyor: “Dikey iki parça, geçişi simgeleyen açık kapıyı; ortadaki üçüncü parça ise modern bir kentin labirentlerini ve ritmik yapısını temsil ediyor.” İyi de, burada söz konusu şehir Bursa. Yani, ne idüğü belirsiz bir modernlikten ziyade tarihî misyonu ağır basan bir belde. Fakat hayır, Fleissig, Bursa’ya diktiği “yontu” için şunları söylemiş: "Ortadaki küp biçimindeki yapıyı yaparken Türk kilim ve renginden etkilenerek yaptım. Küpün üzerindeki çim resimleri şehrin peyzajını oluşturmaktadır." Demek ki “yontu”culukta anlam “yerel ölçekler” ve muhataplar bazında değişebiliyor. Buna göre, herhangi bir kişi de çıkar ve şöyle derse ne cevap vereceğiz: Bu taş yapının kompozisyonunda “haç” motifi söz konusu?
Hayır, Nilüfer’in Belediye Başkanı bu heykeli şöyle takdim ediyor: “Kentimizi çağdaş heykellerle donatalım diye yola çıktık.” Oysa “çağdaş” denen şeyin ortama sirayet eden medenî atmosferle de uyumlu olması gerekmez mi?
Şu halde, kolaylıkla şu tespitte bulunabiliriz: “Porte de la Cité” denilen “müstehcen kapı”nın Bursa’yla uyum ve izdivacı sıfır noktasındadır.
Bursa Büyükşehir Belediyesi müdahale edecek mi?
Bu sorumuza evet cevabı vermek istiyoruz. Büyükşehir Belediyesi’nin ilgili birimleri bir çalışma başlatmalı, bugünkü Bursa’nın giriş noktalarına, aynen tarihî Bursa’daki örneklere benzer tarzda, yeni kapılar yapmalıdır.
İnanıyoruz ki Bursa bunun üstesinden gelecektir…
Cevat Akkanat yazdı