Burası İHH!  Buyrun?!

İHH'nın Merkezi bayramdan önce nasıldı?!

 

 

İHH'yı ve bir çok yardım derneklerini biliyoruz. Dünyanın dört bir yanına yayıldılar. Bu yayılış öncesi nasıl bir hazırlık yaşandığını arkadaşımız Merve Akbayır bizzat yerinde gönüllü çalışarak gördü:

 

Hadi bakalım herkes bilgisayarının başına! Kim hangi bankaya bakıyor? Posta çeki kimde? Muhasebenin dahili numarası kaç? Şehir dışında elden bağışları kimler topluyor? Fonlamalar nasıl olacak? Hadi kızlar, Allah kolaylık versin. Bismillah…

 

Bir gün içinde telefonun yüzlerle ifade edilecek miktarda çaldığı bir oda. Akşama kadar sürekli çalışan yaklaşık 10 adet bilgisayar. Bu odada insanların kurbanlarıyla ilgili sıkıntıları gidermeye çalışan bir miktar genç kız. Evet burası İHH. Çağrı merkezindeyiz. Radyasyonun elle tutulabilecek kadar somut bir hal aldığı o yerde… Her türlü talebe “Kurbandan sonra” diye karşılık veriyoruz. Hayırlısıyla kurbanı atlatalım, yaparız…

 

Burada mesai sabah 9'da başlıyor. Ya da biz öyle sanıyoruz. Mutlaka 9dan önce birileri geliyor ve işin asıl garip tarafı 9"dan ö'nce gelen fedainin bakması gereken telefonlar oluyor. İnsanlar o saatte orada birilerini bulabileceğini düşünüyor ve en güzeli, yanılmıyor.

 

Bismillah diyerek oturuyoruz bilgisayarımızın başına. Telefonu da ulaşılabilir bir yere koyuyoruz. Dünden kalan not kağıtlarına uzanıyor elimiz. Nerede kalmıştık? Banka dökümleri alındı mı? Yan tarafa sorar mısınız? Akif Bey dökümler alındı mı? Fonlamasını siz yapar mısınız, burası çok yoğun da...

 

Telefonlar gittikçe yoğunlaşıyor. Kimisi bankasına güvenmiyor, para elimize geçmiş mi onun derdinde. Kimisi parayı yatırırken verdiği ismi değiştirmek istiyor. Kurban kendinin değil, eşinin adına kesilecekmiş. Kimisi vekalet verecek. “Buyurun ben alayım.” diyoruz önceleri. Ama karşıdaki fazla ciddiyetsiz buluyor bu durumu. Gencecik bir kıza kurban vekaleti mi verilir? Yok mu yetkili birileri? “Tabi efendim, aktarıyorum.”

 

Sonra o yetkililer giriyor devreye. “Hatta bir beyefendi var vekaletini verecek, alır mısınız, bağlayayım mı?” Günün ilk saatlerinde “Tabi alalım.” diye cevaplanıyor bu soru. Akşama doğru bir garipleşiyor. “Fiyatta anlaşırsak neden olmasın?” diyor mesela karşıdaki ses. Ya da “Kapattık dükkanı kardeşim almıyoruz vekalet filan!” Anlaşılan yan tarafın da durumu pek iyi değil. Herkesin biraz dinlenmeye ihtiyacı var. Ama nefes almaya vakit yok ki. Yoğunuz. Ve bir hafta direnmek zorundayız. Dünyanın en keyifli yoğunluğunu, yorgunluğunu yaşıyoruz. Asla şikayetçi değiliz. “Artsın eksilmesin…” diye başlayan cümleler havada uçuşuyor.

 

Artık çalışan şey beynimiz değil. Otomatiğe bağlanmış durumdayız. İHH'nın yerini soran olursa doğrudan başlıyoruz “Fatih Camii'nin cenaze çıkış kapısından çıktığınızda…”  ya da “Ben kredi kartımla bağış yapmak istiyorum.” diyene hemen yöneltiyoruz soruyu. “İnternet üzerinden mi, telefonla mı?” Önceden zihnimizi yoran her şeye alışmış durumdayız. Kimin ne derdi varsa ilgili birimin hangisi olduğunu düşünmüyoruz mesela. Öğrendik, biliyoruz. Biz düşünmeden telefonu tuşluyor parmaklarımız. Refleks...

 

Ve bir akşam bomba patlıyor yakınımızda. Şiddetli bir gürültü, hemen ardından siren sesleri, koşuşturma. Ama hiç birimiz kafamızı uzatıp bakamıyoruz ne oluyor diye. Yoğunuz çünkü.

 

Telefonlar çalıyor. Kurban bu, beklemez ki. “Adak ve akikalar arefe günü; vacip olanlar da bayramın ilk üç günü kesilecek efendim. Kurbanınız kesilince kesildiğine dair size bilgi mesajı gönderilecek.”

 

Arefe günü her şey bir başka. Son gün artık. Bankalar kapalı, havale yok, eft yok. Elden, online ya da telebağış. Sadece geri dönüşlerle ilgileniyoruz. “Beni arayıp bilgi verin.” diyen insanlara yetişmeye çalışıyoruz. “Ulaşmış efendim kurbanınız. Çeçenistan"'a kesilmesini istemişsiniz. Bir problem yok. Yarından itibaren kesilecek inşallah.” Ve bir haber geliyor bu odaya. “Adak ve akikaların 425 tanesi kesildi, dağıtımına başlandı.” Çok şükür! Şaka yapmıyorum, herkeste bir delirme hali. Kesilmiş işte kurbanlar. Başladık işte. Gerisini hallederiz inşallah...

 

Akşam olunca yavaş yavaş ayrılıyoruz binamızdan ve kurbandan kurbana görüşebildiğimiz arkadaşlarımızdan. Böyle olmasın istiyoruz. Kurbanı beklemeyelim görüşmek için. Telefonlar, mail adresleri alınıyor. Burada, bu kadar hayırlı bir hizmetteyken kurulan dostluklar bir ömür sürecek kadar güçlü, biliyoruz. Tekrar görüşeceğiz, hiç şüphe yok. Ama bu kez “Kurbandan önce” olacak.

 

Ve bayram. Bir hafta boyunca her gün 1 saatini önünde bilgisayar, kulağında telefonla geçiren biri için bayram ne demektir? Evet, her şeyden önce biraz olsun uyumak demektir. Her günden biraz daha geç kalkıyoruz. Rahatız. Alnımızın akıyla gelmişiz bu işin de üstesinden. Ama öğlene doğru bir sıkıntı basıyor. Alışkanlık olmuş, telefona gidiyor elimiz. Vekalet alasımız var ya da adres tarif edesimiz. Gülümsüyoruz bu kez. Bir hafta boyunca belki de binlerce kez kurduğumuz o cümleyi bir kez daha kuruyoruz. “Hayırlı bayramlar…”

 

 

 

Merve Akbayır, gönül ferahlığıyla yazdı.