Bulgaristan’da geçirdiğimiz dört günlük kısa sürede kendimi tarihe yolculuk yapmış gibi hissettim. Bunun birkaç nedeni var. Her şeyden önce Bulgaristan mevcut hâliyle Türkiye’nin 80’li 90’lı yıllarını andırıyor. Binalar eski, yollar bakımsız. Sınırdan geçer geçmez, hatta daha sınır kapısındayken, fark hissediliyor. İki ülkenin sınır kapıları teknik donanım ve yapı kalitesi itibarıyla birbirinden gözle görülür derecede farklı. Bulgaristan’ı Türkiye’ye bağlayan yol tek şerit geliş gidişli bir yol. Dışarıdan bakılınca bu konularda Türkiye’nin ne kadar hızlı bir mesafe kat ettiği daha rahat görülüyor. Ancak bende bu hissi uyandıran asıl şey bir zamanlar Osmanlı’nın hüküm sürdüğü topraklarda geziniyor olmak. Gittiğimiz her yerde Osmanlı’dan bir iz arıyor gözlerimiz.  Ata yadigarı eserlerin büyük çoğunluğunun yok edilmiş olması tarihe yapılan bu yolculukta daha ötelere gitmeyi engelliyor bir nebze. Ama şükür ki hâlâ ayakta kalan, “Biz de buradayız bu toprakları bekliyoruz” diyen yapılar var. Bunlardan bir kısmı, örneğin Yambol Eski Camii, “Nerelerdesiniz, bize niye sahip çıkmıyorsunuz?” diyor lisan-ı hâl ile bir kısmı ise, örneğin Şumnu Şerif Halil Paşa Camii, “Gözünüz arkada kalmasın, bir nişane olarak biz tüm heybetimizle buradayız” diye sesleniyor gür bir seda ile.