Her yeni rejim kendi kurumlarını ve ideolojisini tahkim etmek için tahmini zor olmayan bazı uygulamaları dayatır. Bunun başlıca amacı, geçmişe dair ne varsa izleri kalmayacak şekilde yok etmektir. Somut eserler (mimari, şehir düzenlemesi vb.) her ne kadar ilk akla gelenler olsa da asıl amaçlanan  zihinlerdekini unutturmaktır. Cumhuriyeti kuran kadronun bunun bilincinde olduğunu söylemeye çalışmak da, sanırım abesle iştigal etmek olur. Zira cumhuriyetin kurulduğu ilk yıllarda yürürlüğe konan ve asıl muhatabı sonraki nesiller olan 'dil yasağı' bunu somut bir örneğidir. Dil yasağıyla toplumsal bir hafıza kaybı amaçlanmıştır. Bunun neticesinde ilmî miras imha edilmiş, modernleşmenin şok edici etkisine karşı ulema ve arifânın serdettiği tefekkür/düşünsel birikim de halktan kopmuştur. Bu sebepledir ki onlarca yıl geçmiş olmasına rağmen o dönemin bazı kaliteli ve özgün fikirli insanlarının düşünsel seviyelerine ancak bugün ulaşılabilinmektedir. Bu özgün mütefekkirlerin en dikkat çekeni hiç kuşkusuz Said Halim Paşa'dır.

 

Said Halim PaşaHapishanede bile güzel kaldı

Çağdaşı olan Celal Nuri İleri, paşa için şunları söyler:

"Said Paşa merhumla iki defa hapishane ve esaret hayatı geçirdim. Hepimizden iyi yaşamaya alışık olduğu hâlde hiçbir dakika mukadderatından, hâlinden şikâyet etmedi. Sadaretten evvel, sadareti esnasında Said Paşa her ne idi ise esirler kampında da tıpkı o idi. Sadrazam olmakla ne biraz büyümüş, ne de esarete düşmekle zerre kadar küçülmüştür."(s. 8).

Kendi nazırlığı zamanında kendinden habersiz açılan bir savaşın yenilgisi sonucu Malta'ya sürülen paşa, oradan geçtiği Roma'da ikamete mecbur kalır. Payitaht'a dönüş izni verilmediği için mecburi ikametinden dolayı Devlet-i Âli'ye karşı bir küskünlük içine girmez. Bilakis devletin içine düştüğü bunalımdan çıkması için nelerin yapılması gerektiği hakkında kafa yorar. Bu dönemde Roma'da bir Ermeni tarafından şehit edilir ve naaşı Payitaht'a getirilerek II. Mahmut'un yanına defnedilir.

 

İlk dönem İslamcılardan

Kavalalı Mehmet Ali Paşa'nın torunu, Vezir Halim Paşa'nın oğlu olan Said Halim Paşa, ilk dönem 'İslamcılar'ı içerisinde yer alır. Küçüklüğünde aldığı özel derslerle Farsça, Fransızca ve İngilizce öğrenir. Okumaya olan merakı ve parlak zekâsıyla çağdaşları arasında sivrilir. İsviçre'de aldığı hukuk, siyasal bilimler ve felsefe eğitimi sırasında modern Avrupa'yı ortaya çıkaran düşünce okullarıyla tanışma fırsatı bulur. Ama bu tanışıklık bu kadarla kalmaz, hatta bazı çağdaşlarına göre Batıyı birçok Batılıdan daha iyi tanıyacak seviyeye ulaşır!(s. 9).

 

Batıya bakışı nasıldı

Paşa'nın Batıyla girdiği bu düşünsel ilişkinin temelinde yatan saik, Devlet-i Âli'nin -dolayısıyla da İslam dünyasının- içinde bulunduğu durumdur ve tabii ki bu ilişkinin giriftleşmesini sağlayan etken olarak sarsılmaz bir iradeyle yorulmak bilmeksizin çalışmasına neden olan tecessüs aşkı gelir. Osmanlı'nın toplumsal ve siyasal yapısıyla karşı karşıya kaldığı moderniteye vereceği cevabın, geleceğini dönüşü olmayan mecralara sürükleyeceği zor bir zamanda söz söyleyen Said Halim Paşa'nın birçok konuda haklılığına tarih şahitlik etmiştir. Bu konuların başında Meşrutiyet sonrası gündemi işgal eden 'özgürlük' ve 'demokrasi' gelir. Batılı manadaki özgürlük ve demokrasi hakkında Paşa'nın görüşleri şöyledir:

"Batı toplumlarında görülen toplumsal farklar ve eşitsizlik bireylerin ya da sınıfların ayrıcalığı temeli üzerinde oluştuğu için zorbalık ve despotizmin yasal cevazlara dayanması, yasal bir nitelik kazanması kaçınılmazdır.

Bu yalın karşılaştırma bile despotizmin Batı toplumlarındaki temel ve kaynakları ile karakterinin İslam toplumlarındaki temel ve kaynakları ile karakterinden büsbütün farklı olduğunu göstermeye, kanıtlamaya yeterlidir. Bu nedenle despotizmi önleme yolunun da Batı toplumunda başka, bizim toplumumuzda başka olması gerekir.

Batı ulusları, insanlar arasında bulunması gereken doğal eşitliği gerçekleştirmek ve kendilerinin gerek toplumsal, gerek bireysel etkinliklerini sınırlayan düzenin getirdiği bağ ve engellerden kurtulmak istemişlerdir. Dolayısıyla daha çok siyasal hak ve özgürlük elde ederek daha çok eşitlik temin etmek için 'aristokrasi' kurallarını terk ederek toplumsal ve siyasal sistemlerini 'demokrasi'nin yöntem ve kurallarına uydurmak için aralıksız çaba harcamışlardır.

Biz, bu konuda da onları taklit etmek gerektiğini söyleyemeyiz. Çünkü 'aristokrasi' sisteminden habersiz bir toplumu 'demokrasi' sistemine geçirmeye çalışmak akıl kârı değildir"(s. 50).

Said Halim Paşa

Zillet neden doğar?

Modernite ile karşılaşan toplumların birçoğu düşmanlarını güçlü kılanın kendilerini de güçlü kılacağı inancıyla düşmanlarını/modern Avrupa'yı taklide yönelmişlerdir. Karşıtına benzeyerek kurtuluş yolu arayan bu yaklaşımdan Osmanlı yöneticileri ve aydınları da ciddi bir şekilde etkilenmişlerdir. Said Paşa bu yaklaşımı doğru bulmamaktadır. Çünkü yöneticilerin yaptıkları; bambaşka bir tarihsel tecrübeye sahip, hayat tarzları farklı, siyasal ve toplumsal yapıları farklı toplumların kurumlarını ithal etmektir. Oysa Paşa'nın da dediği gibi sosyal ve toplumsal kurumlar ithal-ihraç edilecek mallar değildir. Ve bunların ithali durumu ise çoğu zaman zillete neden olan bir davranıştır (s. 30).

 

Said Halim PaşaToplumun asalakları kim?

Osmanlı toplumunu Batı toplumuna benzetmeye çabalayan aydınlar arasında öyleleri vardır ki, bu kimseler Osmanlı toplumunun Batı'yı bütün yönleriyle körü körüne taklit etmesini ilerlemenin tek çıkar yolu olarak görmektedir. Kendi toplumunu hiç tanımayan bu aydınlar aynı zamanda Batı'yı da yeterince tanımamaktadır. Bunları toplumun "asalakları" olarak tavsif eden Paşa'nın da dediği gibi: "Kendi ülkesinin kültürünü, uygarlığını ve bilgisini inkâr eden ya da aşağılayan kimse, toplumuna yabancılaşır. Dolayısıyla da onun adına konuşma hakkını yitirir."(s.127). Müslümanları Batılılaştırmaya çalışan bu zümre tüm Müslüman halkların örflerini aşağılamakta, 'ilkel' görmektedir. Hâl böyleyken kendilerinin varlığı aşağıladıkları toplumlarına bağlı olmasına rağmen köleliğin ruhlarını yurt edindiği böyle aydınlar bunun farkına varamamaktadır. İslam toplumunun Batılılaşmasına taraftar olan bu zümre, çok önemsiz bir azınlığın üstüne çıkamamıştır. Ama bu azınlık aydın ve düşünürler arasında çoğunluğu temsil etmeye başlamış ve Batılıların kendilerini kollamaları nedeniyle de İslam dünyasının kaderinde belirleyici roller üstlenmiştir.

 

Doğuya neden saldırı var?

Batı dünyası cihetinde ise değişen çok bir şey yoktur. Her ne kadar formda ve bazı argümanlarda değişim söz konusu olsa da 'zihniyet' aynıdır. İslam'a ve Müslüman dünyaya olan düşmanlık devam etmektedir. Kilisenin ektiği nefret tohumları, imanı materyalizme evrilen Batı dünyasında boy boy yeşermektedir. "Düşünsel gelişmeler sonunda… Hristiyanî hurafelerin aşamalı olarak ortadan kalkması nedeniyle bu irsi düşmanlık biçimsel değişime uğradı. Düşünceleri istila eden, nihayet tümüyle egemen olan aşırı bir materyalizmin ürettiği emperyalist ve sömürgeci düşüncenin gelişim yayılması, dinsel düşmanlıktaki azalmayı telafi etti.

Artık din uğruna canlarını feda eden azizlerin yerine, uzak ülkeler kâşifleri; despot, kan dökücü ve talancı şövalyelerin yerini sömürge askerleri aldı. Bu değişiklikleri, eski düşmanlığı yalnızca yeni bir biçim kazandığını gösteriyordu.

Doğu dünyası, artık haç adına değil, uygarlık ve insanlık uğruna saldırıya maruz kalıyordu."(s.64). Başını yaşadığımız 21. yy'ın postmodern dünyasında ise hâlâ değişen bir şey yok! Üç beş sene evveline kadar Afganistan ve Irak modern uygarlığın (!) vazgeçilmezleri demokrasi ve özgürlük için işgal edildi. Zulüm ve talan ise hâlâ devam ediyor.

 

Said Halim PaşaModernite ve getirileri

Son çeyrek yüzyılda özellikle teolog/ilahiyatçı çevrelerde revaç bulan metodoloji tartışmaları hiç şüphesiz modernleşme tartışmalarıdır. Çünkü İslam toplumunun ahlaki, sosyal yapısını oluşturan, siyasal kurumlarının teşekkülünü sağlayan "fıkıh" ilmi olmuştur. Hadis metodolojisinin de dolaylı olarak bağlı kaldığı fıkıh, gerek modern epistemoloji gerekse de post modern epistemoloji karşısında Müslüman muhayyilenin müstakim ve sahih kalmasının tek çıkar yolu olarak gözükmektedir. Sadece oryantalist saldırının ilk hedefinde bunun bulunması bile kanaatimizin ispatı için yeterlidir.

Modernitenin dayattığı hakikatin fizik gerçeklik dışı olamayacağı görüşü ile post modernitenin savunduğu hakikatin göreceliği yaklaşımları arasındaki fark çok fazla değildir. Dün Müslümanları 'gayb'a iman ettikleri için aşağılayan ve mistik gören zihin dünyası, bu gün ise 'aşırı, radikal, dayatmacı' görmektedir. Oysa modernliği dayatan muhayyile ile rölatifliği dayatan muhayyile birbirinin süreğidir. Zira modernitenin kendini yeniden inşa etmesinden başka bir şey değildir postmodernite! Ve dün hiçbir şekilde hakikat anlayışlarını kabul etmediği kültürleri bu gün sınırsız bir şekilde almaya çalışmasının ardında yatan sebep aynıdır: Hakikatin meşruiyeti ancak Batılı zihnin verdiği cevaza bağlıdır.

Modern paradigmanın sadece doğru-yanlış, olabilir-olamaz; post modern paradigmanınsa 'ne olsa gider', 'yanlış ve doğru görecelidir' yaklaşımlarına karşın, fıkıh ilmi hakikatten bağımsız olmayan eylemleri 'farz, vacip, sünnet, müstehap, mübah, mekruh, haram' vb. birçok kategoriye ayırarak insan zihninin ve iradesinin özgürlüğünü artırmaktadır. Yeryüzünde hiçbir kültür evreni bu özgürlüğe ve imkâna sahip değildir.

 

Said Halim PaşaFıkha bakışı nasıldı?

Paşanın fıkıh hakkındaki görüşlerini kendinden dinleyelim: "… bütün kurumlarımızı, bütün ekonomik sistemimizi, şeriatın saf hikmet olan ruhuyla uyumlu bir şekilde yeniden kurmak için, dünyada kendisine baş vuracağımız tek bir kaynak varsa, o da yalnız fıkıhtır. Çünkü ancak bu sayededir ki, organizasyon ve sistemlerimiz Batı uluslarının organizasyon ve sistemlerinde görülen ve toplumsal sistemlerinden, yapılarından kaynaklanan eksiklik ve yanlışlardan uzak kalabilir." (s. 227).

Mevzu bahis edilen konular Paşanın düşüncelerine ancak giriş mahiyetindedir. Bunların dışında 'eşitlik', 'özgürlük', 'uygarlık', 'kadın hakları', 'İslam'da devlet ve devlet yönetimi', 'demokrasi' vb. birçok mefhum hakkında Said Halim Paşa'nın hala söyleyecek sözü var. Makalelerini Fransızca düşünüp yazan Paşa'nın tüm eserleri bir kitapta toplanmış bulunmakta. İki farklı yayınevinin (Anka Yayınları ile İz Yayıncılık) "Said Halim Paşa-Bütün Eserleri" adıyla yayınladığı kitapta en çok göze çarpan şey dil problemi. Bunun da nedeni eserin Fransızcadan Osmanlı Türkçesine oradan da günümüz Türkçesine çevrilmiş olması. İz Yayıncılık'ın baskısında ayrıca merhum paşanın Divan-ı Harb'te yaptığı savunma da bulunmaktadır.

 

Söz söyleyeceklere uyarı

Söz söyleme iddiasındaki bir Müslümanın Said Halim Paşa ile tanışmamış olması onun daha pişmediği (!) anlamına gelir. Günümüzde birçok Müslüman/İslamcı yazarın Said Halim Paşa'nın (düşünce olarak) gerisinde bulunması sadece paşanın ileri görüşlülüğüyle değil, biraz da biz sonraki nesillerin eksikliği sebebiyledir. 

Not: Metin içerisinde atıfta bulunduğumuz ve kaynak olarak kullandığımız kitap: Said Halim Paşa'nın Bütün Eserleri, Anka Yayınları Düşünce Serisi'nin ilk kitabı olan, N. Ahmet Özalp tarafından hazırlanan 2003 tarihli ilk baskıdır.

 

Taha Yetik hayranlıkla bildirdi.