Seyahat planımızın birinci kısmını tamamlıyoruz: Urfa, Kilis, Hatay, Mersin, Tarsus. Şimdi yol yorgunluğunu atmak için bir dosta sığınma zamanı. Niğde bizim için aynı zamanda dostun adıdır. Dostum ve ailesi her zaman tüm Anadolu misafirperverliği ile kucaklar kalbimizi.
Niğde iki dağın arasındaki geniş bir vadiye kurulmuş tam bir Selçuklu şehri. Şehrin ortasındaki doğal bir yükselti şehrin merkezi seçilmiş. Selçuklular böyle bir yükselti bulamasalardı kendileri yüksek bir tepecik oluştururlardı. Bu yükselti üzerindeki eski kale düzenlenerek sosyal yaşam alanları oluşturulmuş.
Tepe üzerindeki Alaaddin Camii bizi Konya'ya götürüyor. Bu iki şehirde Selçuklu şehir tasarımının ipuçlarını görmek mümkün: İç kale, cami, medrese, çarşı... Bu bütüne külliye diyoruz. İşte Niğde tam anlamıyla bir külliyeli şehir; fakat kadim geçmişinin aksine bugün daha az biliniyor. Belki de bu bilinmezlik kent olamadığındandır! Şehrin kimliğini tarihi eserler oluşturur. Alaaddin Camii nasıl Selçuklu imzası ise hemen tepenin eteklerindeki Sungur Bey Camii de Moğol imzası taşıyor.
Anadolu'nun irfanında eriyen Moğolların ruhları İslam ile terbiye olmuş ve incelmiş, mimari bir çok esere imza atmışlar. Bu eserler Moğollar üzerine daha fazla düşünmemiz gerektiğini bizlere hatırlatıyor. O zaman bugün bazılarının Mevlana Hazretlerine Moğollarla iyi geçindiği için çamur atmaya hakkı yok; çünkü büyük arif haklı çıkmış; hem Anadolu'nun tamamen virane olmasını önlemiş, hem de Moğolların terbiye olmasına katkı sağlamış. Ahi Evran peki Moğollarla mücadele ederek haksız mı çıkmış? Hayır. O da zalime karşı nasıl dik durulacağını göstermiş ve zalimi kılıç ile terbiye etmiş. İşte bugün bazıları ikisini de tam anlayamıyor.
Usûl ve üsluba takılanlar kaybeder, asıl olan niyettir. Herkesin mizacına göre yürüyebileceği bir yol mutlaka vardır. Asıl olan kıbledir ve hakikati bulmada temel iki referanstır: Kur'an-ı Kerim ve Sevgili Peygamberimizin sünneti.
Bizim için şehri değerli kılan
Niğde, dostumuz da yaşadığı için sık sık uğradığımız bir şehir. İlk geldiğimde hayretimi gizleyememiştim. Niğde bugün kenarda kalmış küçük bir Anadolu şehri görüntüsü verse de içindeki kadim medeniyetlerin izleri onu büyükşehirlerden veya büyük kentlerden daha değerli kılıyor. Bugünün insanı için Niğde bilinmeyen külliyeli şehirlerden. Ben bu yazı vesilesiyle herkesi en az bir kez Niğde'yi görmeye davet ediyorum, inanın pişman olmazsınız. Medreseleri, tarihi camileri, ören yerleri ile Niğde misafirlerini bekliyor.
Gümüşler Manastırı, Ihlara Vadisi gibi şehrin merkezine yakın önemli tarihi mekanlar, şehrin tarihi zengiliğini daha da artırıyor.
Bizim için şehri değerli kılan ve oradan geçmemize vesile olanları sıralarsak; bir dostumuzun olması, tarihi eserlerin olması, erenlerin manevi işaretinin olması. Hele tüm güzellikler bir arada olduğunda şehirler tadından gezilmez!
Niğde'den sonra on bir yıl yaşadığım ve her fırsatta uğramaya çalıştığım Selçuklunun başkenti Konya'ya doğru yol alıyoruz. Geçen gün Konya üzerine yazdığım yazıları bir dostun ricası üzerine bir araya topladım, neredeyse bir kitap hacmine ulaşmış. Yeni bir Konya yazısı sadır olur mu göreceğiz.
Cihad Meriç yazdı