Beyazıt gibisi var mı?

Tüyap Kitap FuarıCumartesi akşamı Tüyap'tan çıktığımızda derin sis yumağı bulutların arasından geçerken bir savaşın silahsız gücüne maruz kalan yaralı gençleri gibiydik. Aldığım iki kitap için ne torba istemiştim ne de ayraç. Bir an önce kaçmak gerekliydi. Hiçbir şey umurumda değildi, eve gitmek istiyordum sadece. Arkadaşın koluna yapışmış bir şekilde sürüklenirken şapşal gibi gülümsüyordum.

"E, şimdi buraya geldik de ne oldu? Güzel, mutlu bir günün sabahında otobüse binip Beyazıt'a giderdim. Cağaloğlu'na yürüyüp önce Timaş'a sonra İz'e uğrardım." dedim. Arkadaşlarla güldük falan ama kimsenin sabrı kalmamıştı, belliydi bu. Mesela R.E.'nin yüzü kolay kolay düşmezdi. Hali yoktu ama biri sinir bozucu bir şeyler söylese bütün sis yığınını dağıtacak kadar bağıracağından emindim. E.K.'nın parası kalmıştı, daha kitap alabilirdi, Can Dündar okumak istediğini söylemişti, sonra unutmuştu, geri dönelim bakalım kitaplarına desek dönecekti. Ama hava sertti, karanlıkların ardından her an çıkıverecek kurtlardan korkuyorduk, tekrar o kaosun içine girecek kadar sabrımız ve gücümüz yoktu.

Tüyap Yol Haritası

Taksim'de, Tüyap'a gidiş için beklediğimiz servis kuyruğunda ise bir kitabı bitirmek rahat mümkündü. Nitekim simit ikram ettiğimiz, yakın arkadaş olmamıza çok az kalan kızcağız arkamızda bunu denemek istedi. Sonra yoruldu, sıkıldı sanırım. Bıraktı. Servis kuyruğunda beklemek yerine Taksim'de Aslıhan'a gidip ne alacaksak alıp sonra eve dönüp aldığımız kitabı bitirip üzerine bir kitap daha okuyabilirdik aslında. Yanımda Yordam'ın son sayısı vardı, arkadaşa Edip Yüksel'in ve Ömer Âsım'ın metnini okuttum. Vay dedi. Bazı bölümleri not almak istedi. Ne var ki zaman geçmiyordu. Sonunda gelen servislerde bize sıra geldi ve sınırları aşmak için çırpınan bir yolculuğun ardından Tüyap'a vardık.

Tüyap Kitap Fuarı

Karneyle margarin kuyruğundayız sanki

Salonlarda, uğultuların sahipleri garipti. Gördüğüm insanların hepsi kopyalanmışlardı sanki. Çocuklar bile garip yaratıklardı. Hepsine sinir oldum. Sonra yazarlar için oluşan imza kuyruklarına anlam vermeye çalıştım. Gördüğüm altından ekmek kuyruğu olmalıydı. Bir kitabı imzalatmak kadar geri zekâlıca bir şey olamaz. E.R.'de benimle aynı fikirdeydi. Aldığın kitap zaten o yazara ait. Ön sayfasını daha ne diye kirletirsin ki imzayla, dedi. Yazar-okuyucu bağını anlamak mümkündür, sohbet etmek ister okuyucu yazarla, soru da sorar yazara elbette. Ama imza nedir? Bunu okuyucu neden ister, yazar neden imzalar? O günkü saçma kalabalığın bir yığın olduğunu fark edene kadar bu imza konusu üzerinde bu kadar düşünmemiştim. O günden itibaren kesin bir tavır aldığımı anladım.

Tüyap Kitap FuarıBir ara ise arkadaşla, kaybolan diğer arkadaşları ararken kalabalığın bizi yutacağını sandık. Bu kadar kalabalığın nedeni meğer Cem Yılmaz'mış. Ayak parmaklarıma güç vererek kısa boyumun biraz yükselmesini sağladığımda kel bir kafa gördüm. Gerisi için çabalamadım. Arkadaşın kolunu çektim, hadi gidiyoruz, dedim.

Arkadaşlardan ayrılıp dönüş için servise bindiğimde yanıma "uykusuz" torbalı, kalabalığın içinde gördüğüm milyonlarcasına benzer bi kız oturdu. Kafasını durup durup telefona gömüyordu. Kız bir ara annesiyle konuştu, sesi incecikti. Sesine hayran kaldım ama bana gülümsemedi, yüzüme bakmadı bile. Ona benle konuş diye yalvaracak değildim. Ben de Ali Çimen'in seri içinden, Tarihi Değiştiren Olaylar kitabına baktım.

Tüyap fakir fukaraya göre değil! Bunu anladım!

Olayları genel olarak ele aldığı için güzel bir kitap ancak yetersiz olduğunu karanlık servisin ışığında değil, ertesi gün, evde, gün ışığına karşı, sessizlikle beraber anladım. Rilke'nin şiirleriyle eve varmayı diledim.

Tüyap fakir fukarayı çıldırtabilecek yorucu bir gezi sadece. Eve varınca bunu daha iyi anladım. Tüyap bitmiştir, seneye artık Tüyap'a gidilmeyecek diye kararla ablama yorgunluğumu bağırırken gereksiz bir günü kabullenmenin sinirini yaşıyordum.


Gözde Nurcan Tüyap'a bir daha mı diyerek yazdı