Bir insanın da, bir toplumun da, karşısında en zayıf olduğu kişiler, tıpatıp kendisine benzeyen, kendisi gibi olduğunu iddia eden insanlardır kuşkusuz. İnsanın en zayıf olduğu kişiler, en çok güvendikleridir zira. Üstelik yapısı gereği insan yalnız olamaz, dostlara ihtiyaç duyar çünkü hayat denilen şey bir uzun yürüyüştür ve bu yürüyüşte yorulduğunda sırtını yaslayacağı sağlam zeminlere ihtiyacı vardır insanoğlunun.
İnsanların hayatları gibi, devletlerin hayatları da bir uzun yürüyüştür ve bu yürüyüşte ne insan ne de devlet yalnız olabilir. Hem tarik hem de refik doğru olmalıdır ki yol alınabilsin. Yolculuk için yol arkadaşlarına, gönüldaşlara ihtiyaç vardır her zaman. Çünkü yolculuk zor, yoldaki tehlikeler can alıcıdır. Bunun için hem güçlü hem de akıllı olunmalıdır. Sadece güce yaslanıp aklı terk ettiğimizde yıkılış kaçınılmaz olduğu gibi, sadece akla güvendiğimizde de aynı sonuç mukadderdir. Kısacası, her şey bir denge üzerinde yürümelidir.
İnsan güçsüzlüğü de, aklın yetmediği işleri de bir yerde aşabilir belki; aşamazsa da en azından zorlar bunların getirdiği sorunları. Ama ya yolu birlikte yürüdüğü insanların gerçekte kendinden olmadığını anladığında ne yapar? Nasıl hayal kırıklıkları yaşar? Nasıl zihni çöküntülere düşer?
TV programlarından tanıdığımız ve son zamanlarda ilgi çekici romanlara imza atan Turgay Güler, tam da böyle olayların cereyan ettiği bir ülkede geçen olayları anlatıyor Ruhlar Kuyusu romanında. Romanın sayfaları çevrildikçe, hem olayların, hem de bu olayların geçtiği ülkenin hepimize aşina olduğunu anlıyoruz.
Geçmişi yüzlerce yıl öncesine dayanan bir mücadele
Romanda zaman her ne kadar ileriye doğru aksa da, araya serpiştirilen bazı bilgiler, bazı peygamber kıssaları bizi geçmiş ülkelere, geçmiş medeniyetlere, geçmiş örgütlerin karanlık dünyalarına da taşır bazen. Romanı okurken bizler de bu bilgilerin aslında birbirinden kopuk değil, birbirlerine sımsıkı bağlı olduklarını ilginç bir şekilde anlar, aslında, geçmişte yaşanan her olayın bugünün hazırlayıcısı olduğunu görürüz. Yani, aslında devletler arasında hiçbir şey tesadüfi değildir, her şey uzun amaçlı bir planın parçasıdır. Uygun güce ulaşılıp uygun ortam ortaya çıktığında, bu planlar hemen uygulanır.
Ruhlar Kuyusu, hemen hemen her romanın formatında olduğu gibi iki karşıt gücün çatışması üzerine kurulmuş. Bu güçlerden bir tanesi, kökeni binlerce yıl öncesine dayanan ve asıl amacı dünyayı kendi inançlarının emrettiği bir dünya haline getirmeyi amaçlayan bir gizli örgüt. Bu örgüt, aslında adını hep duyageldiğimiz Tapınak Şövalyeleri'nin şahsında cisimleşir. Tarihin tozlu sayfaları arasında kaldığını sandığımız Tapınak Şövalyeleri'nin müntesipleri, her zaman sofistike yöntemler kullanarak dünyayı bir biçimde yönetmeye çalışmışlardır; dün olduğu gibi bugün de bunu yapmaktadırlar.
İşte bu Tapınak Şövalyeleri'nin dünya üzerinde hakimiyet kurmayı en fazla istedikleri coğrafya, dinler ve medeniyetler beşiği olan Orta Doğu ve elbette o coğrafyaya nizam veren dünün Osmanlısı, bugünün Türkiyesi.
Bu ülkeyi de, bu olayları da biliyoruz
Aslında kitapta anlatılan olaylar, yakın tarihimizde ülkemizde yaşanan olaylar. Bu olayları anbean yaşadığımız için bunu anlamakta zorlanmıyoruz. Zaten yazar da kitabının adına eklediği “Gerçeklik Teorisi” ifadesiyle bunu ima ediyor. Siyaset bilimiyle ve siyaset tarihiyle ilgilenen herkesin “Tarihin en ahlaksız saldırısı” olarak isimlendirdikleri olaylar zinciri anlatılıyor romanda.
Bir yanda kökü dışarıda olup gücü dünyayı sarmış, paraya ve paranın satın alabileceği her şeye hükmeden bir örgüt ve onların içerdeki uzantıları, diğer yanda da bu ülkenin tarihini değiştirip ülkeyi yeniden ayağa kaldırmak isteyen memleket sevdalıları… Roman, bu iki gücün çatışması üzerine kurulmuş.
Bu romanda olayları dramatik kılan ve gerçek hayatta da karşılığının bulunduğunu bildiğimiz husus, bu ülkenin yerlilerine saldıranların yine bu ülkenin yerlileri olduğunu iddia etmeleri. Çok açık bir ifadeyle “Biz din-iman için çalışıyoruz, bu yola canımız feda!” diyen bazı kişilerin, geçmişte Tapınak Şövalyeleri ismiyle vücut bulan ve gücünü hala koruyan bir örgütün operasyonel gücü olarak sahne almaları ve dindar kimlikleriyle bilinen devlet yöneticilerinin güvenlerini kazanıp devleti ele geçirecek şekilde her yere sızmaları… Kabul etmeli ki yazar, romanını iyi kurmuş. Olayları daha iyi anlayabileceğimiz tarihi bilgiler de, gerektikçe satır aralarında verilmiş.
Romanda karakterler tüm ayrıntılarıyla net olarak verilmemiş. Aslında bu husus, roman formuna aykırı bir şey ama roman sayfalarında gezindikçe bunun nedenini de anlayabiliyoruz: Bunun sebebi, olayların aslında iki inanç dünyası arasında geçtiği gerçeğini vurgulamak. Çünkü romanda karakterler, kendi özgül ağırlıklarıyla değil, temsil ettikleri inanç dünyasının kendilerine yükledikleri misyonu temsil ettikleri oranda değer kazanıyorlar. Bunu fark etmek, karakterlerin flu kalmasını bir kusur olmaktan çıkarıyor. Mesela romanda bir bilge olarak gördüğümüz Gazi Bey’in özellikleri, tarihimizin manevi mimarlarının tümündeki özelliklerle örtüşmektedir: Derin bir tevekkül, her olayda bir hikmet olduğunu anlayacak bir kemalât, kuşatıcı bir anlama gücü ve olayları yönlendirme iradesi… Bu karakteristiği biz Osmanlının birinci kuruluşunda da, ikinci kuruluşunda da, İstanbul’un fethinde de, Kurtuluş Savaşı’nda da görürüz. Biz de yazarın bu tavrına saygı duyarak karakterlerin gerçek dünyada kimleri temsil ettiklerini anlamaktan uzak duralım; bunu, tıpkı yazarın yaptığı gibi, okurların anlayışına bırakalım.
Mehdix ve Sır Küpü ile birlikte bir üçlemeyi oluşturan Ruhlar Kuyusu, Hayat Yayınları'nın beş yüzüncü kitabı olarak 2014 yılında yayımlanmış. Tamamı iki yüz kırk iki sayfa olan roman, belli bir tempoyu yakaladığı için rahat okunuyor. Roman yazmaya daha iyi odaklanabilirse, Turgay Güler, iyi bir romancı olarak edebiyat tarihinde yerini almaya aday.
Ahmet Serin, okuma notlarını paylaştı