Milletimizin ana damarını temsil eden yerli hareketi dönüştürüp farklı bir mecraya kanalize etme çalışmaları, Tanzimat’tan beri devam ediyor. Batılıların ve içimizdeki Batıcıların, bu yönde bitmeyen çabaları olduğu malum. Bu iki kesim, kendilerince uygun görüp yeterli destek buldukları her an bazen sert bazen de alabildiğince sofistike yöntemlerle darbe girişimini başlatmakta tereddüt etmiyor. Bu girişimlerin bazıları 27 Mayıs darbesinde olduğu gibi başbakan asmaya kadar varırken bazıları da “Gezi Parkı Eylemleri”nde olduğu gibi güya çevreye âşık bir görünümde ortaya çıkıyor.

Bilinen ve görünen o ki bu girişimler hiç bitmeyecek. Bitmek ne kelime, ülkemiz kendi kimliğine kavuşup güçlenmeye başladıkça daha da artacak bu saldırılar. Tarih denilen bilge bize bunu söylemekte.

28 Şubat’ı hep konuşmalıyız

Bu saldırıların en ahlaksızlarından biri de “28 Şubat Kararları” adıyla bilinen ve bir kuşağın ruh sağlığını gerçekten yok eden, yüz binlerce insanın psikolojisini bozan; yüz binlerce insanımızın eğitim hayatına son veren, meydanın FETÖ adlı dünyanın en sinsi ve en acımasız örgütüne bırakılmasına yol açan saldırıdır.

28 Şubat’la ilgili çok konuşuldu, muhtemeldir ki konuşulacak ve konuşulmalı da. Japonların, bir ruhu diri tutmak amacıyla atom bombası atılan beldelerini ziyaret etmeleri gibi, bizlerin de 28 Şubat’ı durmadan, bıkmadan, usanmadan konuşması gerekir. Çünkü 28 Şubat, milletin akıl sağlığına ve yine milletin yerli bir damar yetiştirme isteğine acımasızca bir set çekme girişimidir. Haince bir darbedir kısacası.

Şimdi Mardin Artuklu Üniversitesi rektörü olarak görev yapan Prof. Dr. Ahmet Ağırakça da o dönemi yaşayanlardan biri. Ağırakça, o dönemle ilgili şahit olduklarını ve o döneme dair düşüncelerini Birlik Vakfı Bursa Şubesi’nin geleneksel Cuma Meclisi programında anlattı 23 Şubat Cuma gecesi.

Yerli damara düşman bir zihniyet hep var

Kökü dışarda olan bu damarı “zihniyet” sözcüğüyle ifade eden Ağırakça, konuşmasının başlangıcında şunları söyledi: “Kendi değerlerine düşman olup tavır takınan bir kitle vardır hep. İttihat ve Terakki’yi bunlar kurdu. Abdulhamid gibi ülkeye çağ atlatan bir yöneticiyi bunlar yıpratmaya çalıştı. İngiltere, Rusya ve Fransa ile işbirliğine girip Osmanlı’yı hasta adam ilan ederek onu yok etmek isteyen birileri olarak da ortaya çıktı bu zihniyet. 1920’lerde de, 1950’lerde de bu zihniyeti gördük. Bu zihniyet olanca despotluğuyla ülkeyi yönetti. Bunların zamanında ülkede öyle şeyler yaşandı ki tarif etmesi zor. Kur’an eğitiminin yasaklanması bir yana, birisinin elinde bir Mushaf olması bile ceza alması için yeterliydi. Kökü Jöntürklere, İttihat ve Terakki’ye dayanan bu zihniyet, bir nesil yetiştirdi. İşte o nesil, 28 Şubat’ı yapan nesildir.”

O zihniyet aramızda

Ahmet Ağırakça’nın “Onlar hâlâ aramızdalar. Bugün de onların çocukları, torunları, aynı anlayışı sürdürmekte ve içimizde yaşamaktalar. Onlar, ülke ne zaman atılıma geçse harekete geçip ülkeyi durdurmak isterler. 2. Abdulhamid de eğitimde atılım yaptı. Hicaz Demiryolu ile hem ticareti canlandırdı hem de coğrafyayı bir bütün olarak bir arada tuttu. Bu hamleler, ölümü beklenen ‘hasta adam’ı ayağa kaldıracak hamlelerdi ve bu durum Rusya’yı, İngiltere’yi, Fransa’yı ve diğerlerini ürküttü. Şimdiki karşılığı IMF olan o zamanki Düyun-u Umumiye, Osmanlıyı çökertmek için harekete geçmişti. Ama Abdulhamid bir yolunu bulup borçları ödüyordu.” sözleri, düşmanın bir gözünün sürekli üzerimizde olduğunu ve organize hareket ettiklerini ima eden sözler olarak dikkat çekti.

Fırsatını bulan her yerli damar temsilcisinin ülkeyi ayağa kaldırmak için bir şeyler yaptığını ise şu sözlerle anlattı Ağırakça: “O dönemde yaşanan ilginç bir olay vardır. ABD’de Ford, Ford adıyla otomobil üretir ve bunlardan birini de 2. Abdulhamid’e gönderir. 2. Abdulhamid hemen baş vezirine talimat verir ve mühendislerin, adı Abdulhamid olan bir otomobil yapmalarını ister. Böylelikle Abdulhamid, ülkeyi kalkındıracak teknolojiyi elde etmek ister ama o zihniyet devreye girer ve 2. Abdulhamid, içerden ve dışardan birçok insanın çabasıyla durdurulur.”

İslam dünyasıyla yakın işbirliği ve 28 Şubat’a giden süreç

Ahmet Ağırakça, yakın döneme dair şahitliklerini ise şöyle anlattı: “Yakın dönemde Menderes bir hamle yaptı, onu astılar. Turgut Özal bir hamle yaptı, onu zehirlediler. Daha sonra, 1970’lerden itibaren hem eğitimde hem siyasette hem de bürokraside gelişme gösteren bir hareket, İslami hareket güçlü bir damar olarak ortaya çıkmaya başladı. Daha sonra bir koalisyonla hükümet kuran bu damar, yine ülkeyi kalkındırmaya başladı. Öncelikle ekonomiyi sağlamlaştıran bu damar, dış politikada da, gelişmiş ve güçlü İslam ülkelerini bir araya getiren D8 birliğini kurdu. Bu birlik laf olsun diye kurulmadı. Her ülkeye önemli bir görev verildi. Mesela Türkiye’ye, ziraatta kullanacak bir uçak geliştirme projesi verildi. Zirai Donatım’da kullanılan uçaklar, işte bu uçaklardır.

Bu gelişmeler yine yerli damar düşmanı o zihniyeti harekete geçirdi ve ‘irticai faaliyetler arttı.’ yaygarasıyla Necmettin Erbakan öncülüğündeki o yerli damara inanılmaz bir saldırı başladı.

Ülkede her şey yolunda giderken üniversiteler başta olmak üzere birdenbire bir başörtüsü yasağı başladı. Yasağa uymayan kızlarımız okuyamadı. Mesela Nilüfer İmam Hatip Lisesi’nde okuluna gitmek isteyen bir kızımız, darbeye direnip okuluna gitmek isterken bacağını kaybetti. Ülkede daha bunun gibi nice facialar, zulümler yaşandı. Şunu özellikle belirteyim, o dönemde tüm yerli damar bir acı yaşadı ama herkes bu acıyı farklı şekillerde hissetti. Bazısı eğitim hakkını kaybetti, bazısı işini kaybetti, bazısı memuriyetten atıldı… Yapılan iş belliydi. Ülke yine bir atılım hamlesi gerçekleştiriyordu ve durdurulmalıydı. İşte o durdurmanın adı, ‘28 Şubat Kararları’ olarak ortaya çıktı.”

İsrail, İslam Ordusu’ndan korkuyor

Bölgedeki her olayın ardında bir şekilde İsrail’in olduğunu söyleyen Ahmet Ağırakça’nın bu konuyla ilgili sözleri şöyleydi: “Türkiye’nin her hareketi İsrail tarafından takip edilir ve Türkiye’de bir hareket olduğunda İsrail hemen harekete geçer. Erbakan öncülüğündeki hükümet de ülkeyi ayağa kaldırmaya başlayınca, İsrail harekete geçerek özellikle ABD ve İngiltere’yi bize karşı işlemeye başladı. İsrail inancına göre, yarın öbür gün çıkacak İsrail-Müslüman savaşında İslam ordusu, tıpkı Selahaddin Eyyubi’nin ordusunda olduğu gibi, Türkiye’nin güney doğusundan ve Bağdat’tan gelecektir. O yüzden Türkiye ve Irak, İsrail için özel önemde iki ülkedir. Bu yüzden önce –zalim olmasına rağmen vatanını seven bir lider olan- Saddam yok edildi, sonra sıra Türkiye’ye geldi. Türkiye’nin özellikle güneydoğusu casus kaynamaya başladı. Almanlar ve İngilizler burada kol gezer oldu. Üniversitelerde görev yapan İngiliz uyrukluların, Alman uyrukluların hemen hepsinin casuslukla ilgisi var. Bunlar, Türkiye yerinden doğrulmaya başladığında harekete geçmenin belirtileridir. Amaçlarından biri, Türkiye’yi zayıflatacağı kesin olan Kürt devleti kurmaktır. Bu olayların arkasında da bir şekilde İsrail vardır.”

Müslümanları kötü gösterme çalışmaları

Prof. Dr. Ahmet Ağırakça’nın, günümüzde darbelerin algıları yöneterek yapıldığını ifade eden sözleri de o zihniyetin saldırı için durmadan yeni yöntemler denediğini anlatan sözler olarak zihinlere geçti: “Özellikle ordu içinde gücü olan bu zihniyet, ülkeyi toparlamak üzere çalışan hükümeti zayıflatmak için her şeyi yapmaya başladı. Bu çalışmalardan biri de, bu yerli damarın dayandığı omurgayı itibarsızlaştırma çalışmalarıdır. O güne kadar hiç ortalıkta olmayan ‘Aczimendiler’ denilen bir cemaat, birdenbire ortaya çıktı. Bu cemaatin lideri olan adamı da bir kadınla birlikte bir evde uygunsuz şekilde görüntülediler. Daha sonra ortaya çıktı ki bunlar hep birer kurgudur. Adam, kurguya uygun olarak zaten yarı çıplak bir şekilde ‘basılma’yı beklemektedir. Baskın gerçekleşir ve kamuoyuna ‘Bu İslamcılar, bu sakallılar hep böyle kadın düşkünü, ahlaksız insanlardır’ şeklinde propaganda yapılarak yerli damar itibarsızlaştırmaya başlanır.”

İran parmağını da görmeliyiz

Türkiye’nin düşmanlarının çok çeşitli olduğunu da not düştü Ahmet Ağırakça: “Türkiye’yi zayıflatmak isteyenler sadece Batılılar değildi. Görmek gerekir ki İran da bu faaliyetlerde rol almıştır. İran başkonsolosunun teşvik ve çabalarıyla Sincan’da bir tiyatro sahnelenir bildiğiniz gibi. Bu tiyatro birdenbire ülkenin gündemine oturur ve ertesi gün ordu Sincan’da tankları yürütür. Türkiye’nin büyümesini istemeyenler çoktur ve bunlar her yönden üzerimize gelmektedir. Bu olayların ardından üniversite öğretim elemanları sokağa dökülür, kadın dernekleri yürüyüşlere başlar… Kazan kaynamaya başlar kısacası. Öte yandan, yerli damarın sermayesine de el koyarlar.”

18 maddelik darbe

Ahmet Ağırakça, postmodern darbeyi hangi zihniyetin nasıl gerçekleştirdiğini şu sözlerle kayda geçirdi: “Sonunda yerli damarı temsil eden hükümet baskılara dayanamaz ve önüne konan on sekiz maddelik kararları imzalamak zorunda kalır. Bu kararlar aslında yerli damarı boğma kararlarıdır. Bu kararların arkasında o malum zihniyetin uzantıları vardır. Bu uzantı, her kılığa bürünebilen bir uzantıdır. Geçmişte yerli damarı temsil eden padişahların çabalarını ‘Eyvah, şeriat elden gidiyor!’ diye karalayanlar da, bugün ‘Eyvah, şeriat geliyor!’ diyenler de hep aynı zihniyetin ürünü kişilerdir. Asıl amaç her zaman ülkeyi çelmelemek, yerli damarı zayıflatmaktır. Bu darbeye, daha sonra ülkeye ihaneti açıkça ortaya çıkan Fetullah Gülen de dolaylı olarak katılmış, bu darbede tüm Müslümanlar zarar görürken onlar bu darbeden güçlenerek çıkmıştır. Hele bu örgütün liderinin bir orgenerale yazdığı mektup vardır ki o mektup ibret için defalarca okunmalıdır.”

Yerli damarı istemiyorlar

Osmanlının durdurulup yıkılmasından sonra, dünyadaki İslam medeniyetinin mirasçısı olan bu yerli damarı boğmak isteyenlerin dün olduğu gibi bugün de olduğunu, yarın da olacaklarını söyleyen Prof. Dr. Ahmet Ağırakça, bizim de her güçlüğü yenerek ayakta kalmak gibi bir sorumluluğumuz olduğunu söyleyerek sohbetine son verdi.

 

Ahmet Serin

Merak edilir diye o malum mektubun linki:

http://www.yeniakit.com.tr/haber/gulenin-bire-mektubu-talebelerini-de-utandirdi-12145.html