Suat Köçer, Film Arası sinema dergisinin yayın yönetmeni. Hemen her sayısı ile medyanın adeta gündemini belirleyen etkili bir sinema dergisini idare ettiği gibi hikâye denizinde kulaç atmaya da devam ediyor. İlk kitabı Bu Ne Biçim Cumartesi ile hem hikâye üstadlarının hem de okurun teveccühünü kazanan Suat Köçer, ikinci hikâye kitabı ile yeniden edebiyatseverlerin karşısına çıktı. Köçer, Dokuz Canlı Hikâye adını taşıyan kitabında, sözü bu kez kedilere bıraktı. Kızılcık mahallesinde yaşayan dokuz kedi, bulundukları ortamlarda yaşayan insanların hikâyesini anlatıyor. Suat Köçer ile yeni kitabı Dokuz Canlı Hikâye’yi konuştuk.

Dokuz Canlı Hikâye, ikinci kitabınız... İkinci kitap için yola çıkarken tedirginlikleriniz oldu mu?Suat Köçer, Dokuz Canlı Hikaye

İkinci kitap hep tedirgin edicidir. İlk kitapla alınan mesafe ya da gelinen nokta, ikinci kitabın sürecini de ister istemez etkiliyor. Okuyucunun ilk intibası ile ortaya çıkan yeni kitabın tepkileri çok farklı olabiliyor. Elbette burada yazarın kendi iç dinamikleri devreye giriyor. Yazma sürecinde takip ettiği yol veya önüne koyduğu hedefler, tedirginlikleri azaltan ya da tam tersine çoğaltan birer faktöre dönüşebiliyor. İlk kitabım Bu Ne Biçim Cumartesi, okurda olumlu bir intiba bıraktı. Yeni kitabın yazım sürecinde okurla yakın bir iletişim halinde olduğumuzdan, ikinci kitap için oluşan beklentiyi görüyor, hissediyordum. Ancak bu beklentileri dikkate alırken, hikâye yolculuğunda seyrettiğim istikameti de göz ardı etmedim.

Bir hikâyeye başlamak mı zor, bitirmek mi?

İkisi de zor. Her ikisinin zaman zaman yer değiştirmesi de bu iki sürecin zor olduğu kadar, birbirinden bağımsız olabileceğinin de göstergesidir. Zira kimi hikâyeye sondan başlanarak, bir başlangıç tayin edilebileceği gibi, bazen de sonlar başlangıç noktasında atılan düğüme göre noktalanır. Özellikle olay örgüsü ağır basan hikâyelerde, hikâyenin başıyla sonu arasında hayli zor, çetrefilli bir süreç yaşanır.

Roman ve hikâye yazarı açısından oldukça mümbit bir ülkeyiz. Bu kadar çok yazar arasında kendinizi nasıl bir yerde görüyorsunuz?

Hikâye konusunda yolun daha çok başındayım. Henüz iki kitap yazmış biri olarak bir konumlandırma yapmam mümkün değil. Şimdilik bu toprağın insanına ait hikâyelere kulak kabartıp, duyduklarımı okura aktarmaya çalışıyorum.

Hikâyelerinizden birinde Mustafa Kutlu'ya bir atıf var. Kutlu sizin için ne ifade ediyor, hikâyeciliğinizde etkisi var mı?

Mustafa Kutlu, hiç kuşkusuz, ülkemiz hikâyeciliğinin kilometre taşlarından biridir. Benim içinse Kutlu’nun ayrı bir önemi ve hikâyelerinin bende uyandırdığı farklı anlamlar var. Kutlu’nun tüm kitaplarını okudum ve bu okuma sürecinde ondan etkilenmemiş olmam mümkün değil. Doğal olduğu kadar, benim açımdan sevindirici bir etkileşim bu.

Hikâyelerinizin anlatıcıları kediler. Bu tür bir anlatımın avantajları ve dezavantajları neler?

Suat Köçer, Dokuz Canlı HikayeHikâyeleri kedilere anlattırmak başlangıçta beni ürkütmüştü. Hem kurgulamak, hem de anlatım noktasında sözü ikinci bir varlığa bırakıyor olmak çekici ancak zor bir tercihti. Bu çekicilikten kendimi alamayarak ilk kedimi belirledim ve neler anlatabildiğini görmek istedim. İlk hikâyeden itibaren bunun dışardan göründüğü kadar ürkütücü olmadığını ve hatta yer yer eğlenceli bir hâl aldığını gördüm. İnsanlara dair olayları kedilerin penceresinden bakarak yorumlamaya çalışmak, benim için farklı bir tecrübe oldu. Elbette ki zorlukları da oldu. En büyük kaygım, kedileri olay örgüsünde doğru bir yere koyabilmekti. Gelen ilk tepkiler bu tercihin doğru olduğu noktasında.

Hüzün ve mizahın dozunda kullanıldığı hikâyeler karşılıyor bizi kitapta... Ama yer yer hüzün artıyor. Hüznün ağır basmasının sebebi nedir?

Hikâyelerde hüznü hâkim kılmak gibi bir hedefim olmadı ancak demek ki hikâyeler böyle bir algıya meydan vermiş. Kendi açımdan hüznü, hayatın en kırılgan yanı olarak görüyorum. Hüzün, insan varlığına en çok yakıştırdığım duygudur. Belki hepimiz mutlu bir hayat sürmek ve ömr ü hayatımızda isteklerimize karşılık bulmak istiyoruz. Ancak hayatın sunduklarıyla isteklerimiz arasındaki kalın duvarları en çok hüzün anında görebiliyor, belki de gerçeklik duygusunu en çok bu kavramla anlayabiliyoruz. Hüznün, mutluluğu aşan ayrı bir atmosfer olduğunu düşünüyorum. Bu yönüyle şahit olduğum hikâyelerdeki hüzün duygusunu öncelemiş ve anlatımda bunu öne çıkarmış olmam da mümkün.

Kitaplarınızla ilgili aldığınız olumlu ve olumsuz eleştiriler neler?

Kitap piyasaya yeni çıktı ve gelen ilk tepkiler olumlu yönde. Henüz olumsuz bir eleştiri almadım. Kurgunun sinematografik olması ve hikâyelerin kediler tarafından anlatılıyor olması, anladığım kadarıyla okurun hoşuna gitmiş.

 

Kenan Soyak konuştu

Fotoğraflar: Ahmet Aytaç