Bir şiire veya türküye, duygularımızı anlatmakta zorlandığımız, kelimelerimiz yetersiz olduğu zaman ihtiyaç duyarız. İçimizin yanıklığını dinlediğimiz türküde buluruz. İçimizden taşan duyguları bir şiirin dizelerinde buluruz. Şiir ve türkü aktıkça, yanaklarımızdan kalbimize doğru yakıcı yaşlar akar, akar, akar. Silmek istemeyiz o gözyaşlarını. Duygularımızın sıcaklığı, yanıkları vardır o gözyaşında. Masumdur, tatlıdır, anlam doludur, eriticidir. Yanaklarımızda kurur hüznümüz, mutlu oluruz. Acı bizi mutlu eder. Sevinç bizi mutlu eder. Sayfalar dolusu sözle anlatmakta zorlanacağımız duygularımız o gözyaşında toplanır ve kendini ifade eder.
Sinema da duygu ve düşünceyi ifade etmede, duygu ve düşüncelerimizi beyaz perdede görmede bir araçtır. Duygu ve düşüncelerimizi; görsellikle, kurguyla, vurucu bir öyküyle anlatmak için bir araç. Sinemacılar sinemayı teknik birtakım ögelerden yararlanarak öykü anlatmak için kullanıyorlar. Öyküyle bir şey anlatmak, kadim bir gelenektir. Kıssalarla, halk öyküleriyle, masallarla, fıkralarla bu gelenek asırlar boyunca yaşatılmıştır. Sinema bu geleneğin yeni bir halkasıdır. Her film, neticede bir öykü anlatır, bu öyküden de bir hisse çıkarılır. Beyaz perdenin karşısına geçen insan, salondan yanına bu hisseyi alıp çıkar. Günümüzde ileti, mesaj gibi kavramlarla ifade edilen bu hisselerin etkisi, filmi güçlü kılmakta, izleyiciyi kendisine bu güçle bağlamaktadır.
“Sevdiğini beklemek insanı yormaz”
Yakın zamanda gösterime giren “Birleşen Gönüller” filmi, hem izleyiciye verdiği güçlü iletiler, hem de teknik unsurların başarıyla kullanılmasıyla ortaya çıkan zengin görsellikle dikkatleri çekmeyi başarıyor. Öyle dallı budaklı, bilmece gibi karışık olaylar değil filmde anlatılan. Yurtdışında açılan Türk okullarının sadece birinin açılış serüveni filmin asıl öyküsü. Bu öyküye istasyonda tam elli yıldır sevdiğini bekleyen Cennet adlı bir kadının öyküsü katılıyor. Film bu adımdan sonra Cennet ve Niyaz’ın Kafkaslarda başlayan destansı aşk serüvenine evriliyor. Hem konusu hem de işlenişi ile izleyiciyi sürüklemeye başlıyor bu aşk hikâyesi.
Aşk hikâyesinin içinde verilen mesajlar filmi evrensel boyutlara taşımayı amaçlıyor. Filmin üzerine kurulu olduğu temel kavramlardan biri de “vefa”dır. Sevdiğini elli yıldır bekleyen ve onun geleceğine inancını hiç yitirmeyen Cennet, “Sevdiğini beklemek insanı yormaz.” sözüyle vefalı duruşunu özetler..
Her ne kadar asıl öykü Türk okulları üzerine kurulmuş olsa da filmde evrensel bir tema olan aşk hikâyesi öne çıkıyor, hatta uzun bir süre perdeye yansıyan bu aşk hikâyesidir.
İşlenen öykünün vuruculuğu, insan üzerinde derin izler yapması, kurgunun yaşanmış olaylar üzerine yapılması, izleyiciye verilmek istenen mesajın sırıtmaması, “Birleşen Gönüller”i daha önce yapılan benzer filmlerden daha yüksek bir yere koyuyor. Bir sanat eserini ortaya koyarken asıl amaç sanat olmalı, sanatın gereklerini yerine getirmek olmalıdır. “Birleşen Gönüller”in asıl başarısı burada. Bir sinema filmin nitelikli olabilmesi için neler gerekiyorsa yapılmış. Mekânların seçimi, Hollywood stüdyolarının kullanılması, film müziklerinin usta işi oluşu gibi teknik faktörler filmi başarılı kılıyor.
Sinemanın, diğer sanatlar gibi duygu ve düşünceleri anlatmak için bir araç olduğuna değinmiştik yukarıda. Hizmetin evrensel boyutunu, okulların nelere hizmet ettiğini ve hangi şartlarda eğitime kazandırıldığını beyaz perdede görmek için “Birleşen Gönüller” ideal bir araç. Film, yaşadığımız bu süreçte daha bir değer kazanıyor, insanlara hizmeti anlatmak için sinema dilini kullanmayı başarıyor. Üstelik seyredenleri duygu seline boğarak...
Filmin başında Yunus’un çocuklarına anlatmaya başladığı ve filmin sonunda tamamlanan “Zümrüdüanka Masalı”, filmin mesajının özünü oluşturuyor. Bu masalın gerek işleniş gerekse kurgulanışını da filmin başarı hânesine yazmak gerektiğini belirtmeliyim. Filme derinlik kazandıran güçlü bir öge olarak duruyor bu masal.
Bazı kurgu sorunları yok değil
“Filmde eleştirilebilecek taraflar hiç mi yoktu?” sözünü duyar gibiyim. Kuşkusuz insan yapımı her şeyde bir eksiklik, eleştirilecek yönler bulunabilir. Örneğin “Selam” filminde eleştirilen birçok kurgu kopuklukları, mantık uyuşmazlıkları bu filmde yoktu. Yönetmen filmde özellikle yoğunluğu aşk öyküsüne veriyor ve burada bir kurgu boşluğu neredeyse hiç göze batmıyor. Akla takılan tek soru, köydeki herkes çalışma kampına götürülünce onlara sığınan kız.
Yunus ile Dilek hikâyesinde ise eleştirilebilecek şeyler daha fazla. Okulun açılışı sürecinde yerli insanların, Kazakların katkısına hiç değinilmemiş. Oysa Kazakistan’da açılan okullarda Kazak idarecilerinin ve halkın önemli katkıları olmuştu. Filmde Yunus’la tanıştığını anladığımız Cennet’in oğlu Bedel’i bile okulda görmeyiz hiç.
Dilek oraya varmalarının hemen ardından küçük kızını evde bulamaz. Dışarı fırlar, orada da yoktur. Tekrar eve girer ve kızını merdivenlerde yerde yatarken görür. Burada bir kurgu kopukluğu var. “Neden ve nasıl oldu bu durup dururken” sorusuna cevap vermeyen bir kurgudur bu. Sonra onu Cennet ile hastaneye götürür. Dilek, Yunus’a, dil bilmediği bir yerde kendisini yalnız bıraktığı için sitem eder. Hemşire ve doktorların konuşmaları Kazak Türkçesiyle veriliyor ama Cennet ile Dilek arasında bir dil sorunu yaşanmıyor. Dilek’in Cennet ile neden dil sorunu yaşamadığını anlayamıyoruz filmden.
İşi bilenin yapması, o işi yapanın doğru olarak yapacağı anlamına gelir. Yönetmenliğini Hasan Kıraç'ın yaptığı “Birleşen Gönüller” filmi, doğru kişiler elinden çıkmış doğru bir yapım olarak sinema tarihindeki yerini alacaktır.
Mustafa Oğuz yazdı