Bir sokakta yürüyüşümüzün o sokakta ne olduğuyla direkt bağlantılı bir tarafı vardır. Bu yüzdendir ki hiçbirimiz, sözgelimi, konaklar ve taş yapıların olduğu bir sokakta herhangi bir yerdeymişiz gibi yürümeyiz.

Başlar yukarı kaldırılır, meraklı bakışlarla cumbalar, yerine göre pervazlar, kapılar, kıvrımlı tırabzanlar ve saçaklar süzülür, böylesi evlerde yaşayanların nasıl insanlar olduğuna dair hayaller kurulur ve yola devam edilir. Bir apartmanın olduğu sokağa bu duruş ve bakışları bahşedenimiz yok gibidir.

Dedelerimizin sokaklarımıza usulca serpiştirip bıraktığı evler, imaretler, hamamlar ve çeşmelerimizin bizi düşünceli ve meraklı, ince insanlar olmaya sürükleyen bir tarafı bu yüzden vardır: Mecburen ince, mecburen meraklı ve mecburen düşünceli kimseler oluveririz sayelerinde. Daha birçok mecburiyetin de hazırlayıcısıdır bunlar. Bu sebeptendir ki hâlâ sokakta oyun oynayan müzelik çocuklar, tarihî eserlerin olduğu sokakların çocuklarıdır.

Tarihî çeşmelerimizin akmıyor olmalarının rezil bir tarafı var bizim için; akıyor olmaları üzerimizde bir vazifedir. Ama akmasalar da bakımlı, temiz ve hürmetkâr bir ilgi görmeleri, yapılabilen en düşük seviyede vecibemiz olabilmeliydi. Tarihî olan hemen her türden eşyamız gibi çeşmelerimizi de terk ettik. Çeşmeyi terk etmek işin cabası; onu terk edebiliyor olduktan sonra kaybettiklerimizin listesi uzar gider.

Bu yazı dizisi, eşi bulunmaz olduğunu sandığımız ama yakında herhangi bir yeni yerleşim yerinden farkı kalmadığında ağzımızı açıp bu duruma nasıl geldiğimizi aptal aptal düşüneceğimiz İstanbul’umuzu bile bile, göz göre göre yok edişimizin sadece ufak bir bölümünü, çeşmelerimizin güncel vaziyetlerini konu alıyor.

Siz geçmiş yazıları (şurada) ve bunu okuyorken bir yerlerde bir çeşmeyi daha kaybediyor olacağız. Bu kadar bariz, eş zamanlı ve çabuk mu? Evet, aynen öyle.

Şimdi dolaşmaya devam edelim.

Osmanlı dedin mi hemen ardından ince düşünce de gelir elbette

Edirnekapı’ya doğru uzanan Rami Kışla Caddesi üzerinde, öyle sanıyorum ki görmediğimiz yalnızca bir çeşme kaldı. Gerçi ne çeşmeler çağıldıyordu buralarda, kim bilir... Ayakta kalmakta inat edip direniş gösterenlerle yola devam ediyoruz biz yalnızca; sayıları bu civarda üç-beşi geçmiyor artık. Onların keyfini kaçırmamak ve sık aralıklarla gelip hatırlarını sormak için bir teşvik olmalı bu aynı zamanda.

1.
2.

Yanı başında büyüyen ağacın yakında bu çeşmeyle cebelleşmeye başlayacağı belli. İnce ve işinin uzmanı ellerin bu iki yaşlı dostun aralarını sulh etmesi lazım. Ayrıca hemen her yerindeki izler ve yer yer karalamaların da bu nazik ellerden nasiplendirilmesi fena olmaz. Ne yazık ki testi seti kırılmış bu çeşmenin bir ayna taşı var-mış idiyse de geriye yalnız izi kalmış.

Esas kitabenin altındaki daha silik ve zor okunan küçük-iki satırlık kısımda “tamire muvaffak olundu” yazıyor. Yani bir zaman sonra tamir geçirmişse de çeşme, iki kitabenin de elden geçirilmesi ve okunaklı hâle gelecek şekilde temizlenmesi gerekiyor.(1)

Edirnekapı’ya gelmişken bilebildiğim kadarıyla Edirnekapı Mezarlığı’nın sağ kalmış tek çeşmesi Lâlî Hacı Mustafa Efendi eserini de ziyaret edelim (2). Bakınız, bu Mustafa Efendi, Sultan I. Mahmud devrinde Hatice Sultan’ın kâhyalığını yapan ve o kadar da yüksek seviyede olmayan bir bürokrat –nerdeyse sıradan bir bürokrat. Ama Osmanlı’yı ısrarla ele veren ipuçlarından biri de budur işte. Alt seviyedeki devlet ricali dahi, bir sevap ümidi ve halka iyilik için yarışmışlardır.

Osmanlı dedin mi hemen ardından ince düşünce de gelir elbette; Mustafa Efendi bu eseri, vefat eden eşi Fatma Hanım’ın ruhu için yaptırmış ve kitabede de jestini katmerleyip latifeler dizmiştir refikasına, gelen geçen herkes bu iki hayat arkadaşını beraber hatırlasın diye. Ayrılıkta böyle tezahür eden muhabbetleri kim bilir hayattayken nasıl idi: “Fâtıma Hânım o Zehrâ haslet iken zevcesi/ Kendi ukbâya idüp terk-i cihânı sebât/ Rûhunu merhûmenin ihyâya himmet eyleyüp/ Merkadi kurbünde yapdı çeşme-i mâ-i fürât.”

İkinci kitabede de eşi Fatıma Hanım’ı rahmetle yâd etmeyi sürdüren Mustafa Efendi, sonra da gelip geçen Müslümanlar’dan ricasını söylüyor: “İçen âbın duâ-yı hayra mertûbü’l-lisân olsun.”

Mustafa Efendi’nin çeşmesinin pek de bakımlı hâlde olduğu söylenemez.

Yakınlarda 250. yaş gününü kutlayacak leziz besmele kitabeli bir eser

3.
4.

Zeyrek içlerine uzanan İtfaiye Caddesi’nin Haliç istikametindeki ucundan tırmanırken nefes nefese kalmış seyircilerini karşılayan ve kitabe izi henüz taze duran ancak kitabesi çoktan kaybolmuş, ayna taşı tamamen tahrip edilmiş, hemen her yeri bakımsız ve kirli durumda, saçağından otlar büyüyecek denli unutulmuş bir çeşme var.(3)

Yokuşu bitirmeden sağa, Zeyrek Caddesi’ne dalarsak karşımıza, buralarda böylesine rastlayacağımızı pek de tahmin etmeyeceğimiz bir güzellik çıkar (4). Zira yedi yıl kadar önce restorasyonunun yapılmış olması sebebiyle şanslı bir çeşmedir bu: Hacı Eyüpzade Şükrü Bey Çeşmesi. Süslemelerinin de ele verdiği şekilde, bir son dönem eseri. Birçok yerinden otlar büyüyen ve temizlenmeyi bekleyen bu göz alıcı güzelliğin musluğunu söküp alırken yerini tahrip etmeden ve testi setindeki süsleri yarıya kadar toprağa gömmeden duramamışızdır yine de.

Hemen karşısındaki Şeyh Süleyman Mescidi restorasyona alınmış. Ancak onun karşısındaki, kendisine dair tek izi -duvar badanası arasında kaybolmak üzere- besmele ile “Haliliye Medresesi, 1290” yazılı bir tabeladan ibaret kalmış medrese, spor kulübü tabelası taşıyor ve pek de şenlik bir yere benzemiyor. Kuruluş maksadına uygun olarak restore ve ihya edilse ne güzel olur, doğrusu da budur zira.

5.
6.
7.
8.

Bulvarın karşısına geçmeden önce Mehmet Emin Tokadi Türbesi terasından Şeb Sefa Hatun ile Süleymaniye camilerini birlikte görebileceğimiz leziz manzarayı kaçırmayalım ve türbeyi de ziyaret ile Fatiha’mızı okuyalım. Şimdi karşıya geçebiliriz. Şeb Sefa Hatun Camii’nin avlu kapısında, cadde önünde iki çeşme bekliyor bizi. Tekneleri kapatılmış (5). Birinin tekne dibini de asfalt yemeden yapamamış (6). Bariz bir sanatkârlık eseri barındırmıyorlarsa dahi, yaşlarına hürmeten bu çeşmeleri korumalı ve ilgiyi eksiltmemeliyiz. Nişlerini temizlemekle işe başlanabilir.

Aksaray metrosunun dibindeki Hindular Tekkesi -ki Fatih Sultan Mehmet Han’ın sancaktarı Baba Hasan Ağa burada medfundur- denildiğine göre İstanbul’daki ilk Nakşibendi tekkesidir. Tekkenin hâli ise umalım ki dışarıdaki üç yüzlü çeşmeninki gibi olmasın. Bir an evvel şefkat elinin yardımına ihtiyacı var bu çeşmenin.(7)

Buradan yukarıya, Kıztaşı’na tırmanırsak çok da uzak tarihli olmayan bir çeşme daha bulacağız meşhur paça lokantalarının yanında (8). Civardaki esnafın yanı başına oturup muhabbeti pek sevdiği, yakınlarda 250. yaş gününü kutlayacak leziz besmele kitabeli bir eser bu. Bilhassa üst taraflardaki silinme ve kirliliğin ilerlememesi için ufak bir operasyondan geçirilmesi fena olmaz doğrusu.

 

Resimleri büyütmek için üzerlerini tıklayınız.

 

Sadullah Yıldız haber verdi