Zeki Bulduk bir bozkır çocuğu. Kırşehir’in esmer yüzlüsü... O’nu doksanlı yıllarda İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesinde tanıdım. Çok sık uğramazdı okula. Arada sırada görünürdü. Dostlarıyla hasbihal, sınavlar, en çok da dergi çıkarmak ya da öğrencilerin çıkardığı dergilere destek için gelirdi okula.

Edebiyatın koridorlarında görününce sımsıcak bir tebessüm olurdu gözünüzün gördüğü her şey. Sımsıcak, hesapsız, dolaysız, ta yürekten bir tebessüm… Konuşurken coşkun ırmaklar gibi coşardı. Kızılırmak gibi. Susunca uzun bozkır gecelerindeki ay gibi susardı. O mazlum ve mahzun duruşunda dağların yücelerinde açan çiçeklerin, esen yellerin yalnızlığı gizliydi. En çok da taşralı çocukların mahcubiyeti…Zeki Bulduk

Heybesi sızı yüklüdür

Zeki Bulduk konuşurken direkt konuşur. Masklarla, maskelerle perdelenmiş bir yüz yoktur onda. Bazen pimi çekilmiş bir bombadır cümleleri. Aniden infilak eder. Bazen de Yûnus’tan bir dize, Hacı Bayram Veli’den öğütler, Neşet Ertaş’ın bozlağından bir mısra…

Büyük şehre, metropole inat alnında bozkır rüzgârıyla dolaşır. Dilinde hep uçsuz bucaksız ekin tarlalarının bereketli türküsü. Çıkınında kelimeler, kelimeler, kelimeler… Heybesi sızı yüklüdür. Sızıdan müteşekkil cümleler doludur. Heybesindeki sızıyla, cümleleriyle hepimizin acıklı tarihine dokunur. Tarihimizi dillendirir. En gerçeğinden, en hakikatlisinden.

Zeki Bulduk Ahi Evran’dan, Âşık Paşa’dan, Caca Bey’den el almış gibidir. Onların bıraktığı tereke üzerinden söyler sözünü. Bir tarihin devamıdır demek yanlış olmaz sanırım. Kulaklarında Kırşehir abdallarının, Muharrem Ertaş’ın, Hacı Taşan’ın, Çekiç Ali’nin bozlakları, uzun havaları, avazları çınlayıp durur. Bir bozlağın sert rüzgârında alıp götürür hepimizi uzak diyarlara. Özlemini duyduğumuz öz ülkeye.

Öğretmendir, radyo programcısıdır, hikâyecidir

Dokunaklı hikâyeler söyler bize Bulduk. Acıyla kurulan cümleler… Bize dokunan, bizi ürperten… Hayret makamında söylenen, çocukluğunu köyün cılga yolundan toplayanların, ırak kasabalarda ırak düşler kuranların anlayacağı bir dildir bu.  Bozkırın atları şaha kalkar. Şaha kalkar hüznün, hasretin doru kısrakları…

Zeki BuldukÖğretmendir, radyo programcısıdır, hikâyecidir… Hepsinden öte bir has âdemoğludur. Silahı kalemidir. Kaleminin şarjörüne mermi niyetine sürdüğü kelimelerin yanında sinemizde derin yaralar açan, yaraları kapatan, acımızı sağaltan şarkıları da vardır. Dünyanın tüm dillerinden ve renklerinden şarkılar… Programında çaldığı, mırıldandığı şarkılar…

Yakın zamanlarda İHH ile birlikte çıktığı Afganistan, Zanzibar yolculukları da önemlidir. Gariplerin, yetimlerin başını okşamanın değer biçilemezliğini göstermiştir. Bir dilim ekmeği paylaşmanın, yoksullara yardımın yüceliği…Zeki Bulduk

Modern insan deliliği dışlıyor hayattan

Züleyha-Hüznün Bulutlarında Ağlayan Kadın kitabıyla Yusuf u Züleyha’nın parmak kestiren hikâyesini anlatır. Yusuf güzelliğinden haber verir. Bozkırın Atları Yaman Ölür kitabıyla hüznün, acının coğrafyasında dolaşırız. Bir bozkırda yaman ölen atların hikâyesi gözlerimizi doldurur. Atlardan haber verir bize Bulduk. Atlardan… Baştan ayağa asaletten. Kayıplar Kosova’da Osmanlı yadigârı bir coğrafyaya üzülürüz. Kosova’nın ezilmiş, acı çığlığı…

Müstesna Deliler Albümü kitabıyla köyümüzün, mahallemizin ayrılmaz parçalarını, gerçi şimdi hepsini görmezden geldiğimiz delileri anlatır. Modern insanın konforunu, rahatını bozmamak için görmezden geldiği, hayatımızdan uzaklaştırdığımız delileri… Oysaki çok yakın bir geçmişe kadar delilerin yüzü suyu hürmetine bereketin olduğu söylenirdi. Kaybetmekten hoşlanmayan, tamamen steril ortamlarda, estetik mekanlarda yaşamını sürdüren modern insan deliliği dışlıyor hayattan. Deliliğin hatırlattığı şeylerden kaçıyor nedense. İşte tam burada kaybetmeyi, yenilmeyi göze alan Zeki Bulduk delilerin o müthiş dünyalarına götürüyor.

Zeki Bulduk yazardır, yarendir, yoldaştır, samimiyettir, esaslı adamdır… Bozkırın hüzün yağmurlarında ıslanmış bir yürektir.

 

Muaz Ergü yazdı