Modanın, parfümün ve aşkın başkenti mottolarıyla tüm dünyada en çok ilgi ve turist çeken şehirlerinden biri Paris. Seine nehrinin kıvrılarak suladığı bir ova üzerinde kurulmuş. Dünya tarihinde önemli bir kırılma noktası oluşturan Fransız İhtilali’ne sahne olmuş bir şehir. Hasbelkader bir Nisan ayında yolum Fransa’ya düşünce seyahatimin üç gününü 19. yüzyıl boyunca ve 20. yüzyılın ilk yarısı da dâhil olmak üzere bizim entelektüellerimizi önemli ölçüde etkilemiş olan Paris’e ayırdım. Şehrin bendeki etkisini üç kelime ile özetleyebilirim: Simetri, sanat ve hüzün…
Paris kesinlikle kendine has tarzı olan bir şehir. Bej rengi cepheler, kurşuni dik çatılar, perforje balkonlar, birbirine benzer tezyinata sahip cepheleri olan 4-5 katlı yapı blokları, geniş bulvarlar, adeta bir örnek budanmış ağaçlar… Her yerde her şeyde zaman zaman sıkıcı olabilen bir simetri ve benzerlik… Gerçekten çok gelişmiş, şehrin her köşesine makul sürede ulaştıran bir metro ağı mevcut. Paris’i tarihi bir şehir olarak biliriz, evet şüphesiz öyledir. Ancak bugünkü haliyle Paris tarihi bir şehir olmaktan çok belli bir tarihin, 19. yüzyıl ortalarına denk düşen bir dönemin şehridir. Dünya tarihi için bir dönüm noktası olan Fransız İhtilali’nin şehrinin bu büyük toplumsal olaydan etkilenmemiş olması düşünülemez elbette. Çılgın belediye başkanları Hausman’ın müdahaleleriyle 19. yüzyıl ortalarında Ortaçağ’dan kalma dar ve karmaşık sokakları dümdüz edilmiş, geniş bulvarlar açılmış, bazı yapı adaları tamamen yok edilerek bu günkü alımlı haline bürünmüş bir şehir. Yıllarca Batıya bakan yüzümüze mihenk taşı olmuş, çağdaş şehircilik anlayışının örneğini oluşturmuş. Rahmetli Turgut Cansever Hoca’dan o herkesin imrendiği bir sürü bulvarın kesiştiği meydanlarındaki göbeklerin tanklar yerleştirilerek 360 derece ateş etme olanağı sağlasın diye yapıldığını işitmiştim. Şüphesiz önemli toplumsal çalkantılar geçirmiş, monarşilerin yıkımının fitilini ateşleyen bir kentin yaşananlardan bazı izler taşıması kaçınılmaz.