Nuri Pakdil’in Bağlanma’sını hediye almak güzel. Hediye edenin, kitabın ithaf edildiği kişinin oğlu olması daha bir güzelleştiriyor durumu. Şöyle ki; Bağlanma malumunuz yeniden basıldı. Merakımı celbetmişti kitap, nasıl bir bağlanmadan bahsediyordu.
Nuri Pakdil’in, Fethi Gemuhluoğlu’na ithaf ettiği bu kitabı nasıl okumalıydı? Yer yer sanki bir intisabın evveli, ahiri ve sebebini anlatıyor gibiydi. Ben böyle yorumladım. Bir usta-çırak ilişkisi olarak da okunabilir tabii ki.
Gerçi benim anlatmak istediğim mevzu başka. Nuri Pakdil’in kendine has dili içerisinde bazı kavramlar var. Bu kavramlar neden kullanıldığını düşünmemiz için bir yem sanki. Bendeniz bu kavramlardan ‘önder’e takıldım.
“Ulu önder” demekteki maksat ne?
Bu tabiri bir yapı-söküm düşüncesiyle kullandığını düşünmüştüm. Doğruymuş, maksadı o imiş. Gerçek ‘önder’in Peygamber Efendimiz olduğunu tekrar hatırlatmak sebebiyle metinlerinde O’ndan ‘önder’ diyerek bahsetmiş olabileceğini düşünmüştüm.
Bundan başka bir sebebi daha varmış. Cumhuriyetin ilk yıllarında birçok tabirin yeri değişmiş. Bundan az çok haberimiz vardır. Altına Mustafa Kemal’in imzası atılan birçok sözün kendisine ait olmadığı hepimizce malum. Kendisine verilen “ulu önder”deki önder ünvanı da öyle bir intihal/çalıntı bir tabir. Aslı “imam-ı azam” olan bu tabiri, Numan bin Sabit’e Müslümanların vermiş olduğu biliyoruz. Fakat bu tabirin Numan bin Sabit’ten alınıp Mustafa Kemal’e verilmesi pek de masumca bir hadise değil.
İnsanların zihninde ve gönlünde yeri kavileşmiş olan o ‘ulu önder’lik makamından gerçek sahibinin indirilmek istenmesi hadisesidir bu. Müslümanların ‘ulu önder’leri hep manevi yönü ağır basan şahsiyetler olmuştur. Bu hadise ise artık maneviyatın da arkaya atıldığının göstergesidir bir bakıma.
Bildiğiniz gibi "azam" kelimesi büyük, ulu anlamına geliyor. Yeniler belki azamet, azametli kelimelerini biliyordur. İmam ise, ingilizcesi ile söylersek, lider demek yani önder, öncü, önde duran… İmam-ı Azam ise Büyük Önder, Ulu Önder demek. Zorlama, tevil yapıyor değiliz. Apaçık 1300 yıllık sıfatı İmam-ı Azam Ebu Hanife'nin. 21. yüzyıl İslamcıları bizlerin baskılara karşı uydurduğu bir şey değil yani.
Bizim büyük önderimiz, imam-ı azamımız kim?
Müslümanca yaşayışın damarlarının bir bir kesildiği o dönemde yaşananların büyük çoğunluğundan maalesef haberdar olamıyoruz. Türkçe ibadet safsataları, dinî sembollere karşı amansız düşmanlıkların sergilendiği o dönemler Türkiye’nin karanlık dönemleri olmuş ve devlet arşivi dahi satılığa çıkarılmış. Sebebiyse Arap alfabesiyle yazılmış olması.
Türk insanının hayatının merkez noktasındaki asırlık kültür eserlerine müdahaleler de söz konusu. Misal arz etmek gerekirse, Süleyman Çelebî’nin Mevlid-i Şerîf’ini kendilerince dönüştürmüşler. “söyleşirken atatürk ile kelam / geldi ismet önüne verdi selam” demişler.
Başa dönmek gerekirse bizim imam-ı azamımız kim. Mustafa Kemal mi, İmam-ı Azam Ebu Hanife Numan bin Sabit Hazretleri mi? Bu sorunun cevabı maalesef gençlerimiz tarafından yanlış biliniyor. Gerçi sokağa çıkılsa ve bir anket yapılsa durumun vehametinin değişeceğini de sanmıyorum. Zira “ulu önder …” dense, noktalı yere birçoğumuz Mustafa Kemal yazacaktır. Numan bin Sabit Hazretlerinin ise ulu önderliği bir yana dursun, “İmam-ı Azam Numan bin ….” yazıp da “burada nokta nokta olan yere ne gelmesi gerekiyor” diye soran ve de cevabını 40 kişilik sınıfta sadece Şafi bir öğrenciden alabilen bir öğretmen tanıyorum. Bunu denemiş, yani tecrübî bir bilgi.
Nuri Pakdil’in, aslından yeni Türkçe’ye çevrilen bu tabirleri gerçek sahiplerine tevcih etmesi bakımından daha evvel ve şu anda da başka yazarların gündeme almadığı bir vazifeyi kendine dert edinmiş olduğunu sanıyorum.
Ahmed Sadreddin değindi