Heybenden dolup taşan bir sevap çıkını vardı ve herkes gücü yettiğince alsın, demiştin. Kolumuz kanadımız kırılmıştı kimimizin de; o sevabın ap aklığına dokunamamıştık utancımızdan.

‘Bir zeytin tanesi, yarım bardak su, bir lokma da ekmek verirseniz yeter de artar bana’ demiştin. Ya nerede yatacaktın? ‘Yeryüzü bizlere mescit kılındı ya!’ dedin mutmain bir yüzle. ‘Allahın mescitlerinde hatim okurum, oruçlu yüzlere bakar bakar doyarım, Kur’an okuduğum rahleye beş dakika başımı yasladım mı, uykum da tamamdır’, diyerek bir serin abdest aldın daha toparlamadığımız hanemizde. ‘Hem, bu ayda uyku olmaz, bilmez misiniz? Ben, gittiğim yerden uykuyu, gafleti def ederim, söylemediler mi eskiler sizlere? Yoldaşım, kardeşim, refikim Davut, iyi bilirdi ki benim yanımda insanın uykusu gelmez. En fazla, tatlı bir sohbeti dinlerken insanların gözlerinin dalmasıdır uyku benim yanımda, yöremde’ demiştin de uykuya kesmiş gözlerimize serin sular çarpmış, ev sahipliğimizden utanmıştık.

Çifte Hilal

Öfkemiz vardı el attın

Öfkemiz vardı omzumuza bir semer gibi çökmüş; el attın, öfkeden hafiflettin bizi.

Sabırsızlığımız dolaşıyordu ayaklarımıza; eğildin, kırk başlı bir yılanı çözer gibi çözdün ayaklarımızdan sabırla.

Şehvetimiz vardı, uluorta yerde ruhumuzu çırçıplak eden; üzerinden abanı çıkarıp utancımızın üzerine örttün.

Umutsuzluk yüzümüze demir bir maske gibi yapışmış, etimize geçmişti; elini toprakla teyemmüm edip bir paçavra gibi attın yüzümüzden umutsuzluğu.

Boşvermişlik akıyordu eteklerimizden toprağa ve çocuklar bile boşveriyorlardı ayak izlerimize bastıklarında; tenimizi ve canımızı öyle bir yıkadın ki diri bir fidan gibi tazeledik hayatı.

Unutmuştuk dedemizin iftar vakti dudaklarının nasıl da çimil çimil dua etiğini ve bir kaşık çorbayı içerkenki şükrünü; gözümüzün hafızasını  dualarınla canlandırdın.

 

Su gibi sesle

‘Ninemizin yüzünü tam göremezdik, hayasından’, dedi rahmetlileri yıllardır duasız bırakan bir dostumuz; vardın kocakarı imanını anlattın su gibi bir sesle, o dost her ezan vakti düşüp bayıldı sen yanımızdayken.

‘Ali, Hayber kapısına omzunu bir vurdu, menteşeleri söküldü kırk yiğidin omuzlayıp yerinden oynatamadığı kapının’, dediğinde “ne kadar vefasızız büyüklere” diye eseflendik.

Aylardır Kur’an okumadığımızı  hatırladık sen rahlenin başına geçtiğinde. İnandığımızdan bu kadar utanç duyacak kadar zelil olmuşuz meğer diye kınadık  özümüzü.

Senin hatırına, dünya nimetlerine tamah edenler dahi sus pus olup, adını zikrettikçe güzelleştiler, 11 ay et sattıkları vitrinlerini temizleyip seni yücelten kitapların ve hocaların resimlerini koydular.

Aylardır açtık; sen gelince doyduk.

Yıllardır kederliydik; sen gelince arka çıkanımız var diye başımız dik yürüdük arzın üzerinde.

Anamızdan doğduğumuz günden beri karlar yağıyordu yüreğimize, sen gelince güneşler açtı  içimizde.

Yüzün-suyun hürmetine selamı parayla verenler, selam borcunu ödemek için kapımıza dizildiler.

Biraz daha adam, biraz daha mü’min, biraz daha doymuş kalktık sofrandan.

Bizi şimdi kim doyuracak?

Kederimizi, öfkemizi, kıskançlığımızı, küskünlüğümüzü, günahkârlığımızı yüzümüze vuran bir dünya ile baş başa bırakıp gittin…

Haklısın, seni hakkınca ağırlayamadık.

Elimizi bıraktığın anda; cebimizi ve midemizi doldurmaya; kalbimizi ve zihnimizi boşaltmaya başlıyoruz.

Zengin sofralarının kenarında dizi dizi yetim çocuklar duruyordu.

Barış hutbesi okuyan hocaların minberinin altında mazlum çocukların boynu vuruluyordu.

 

İkiyüzlülüğümüzü...

Seninle bir zeytin tanesini paylaşanlar, dışarı çıktıklarında günahlarının rantını  bölüşecekleri yarenlerini buluyorlardı.

Haklısın; her günahımızı  kapattın ama ikiyüzlülüğümüzü kapatamadın ya Ramazan!

Bir daha gelir misin? Gelirsen de görür müyüz? Gelir de bizleri bulamazsan?!... Daha bir semirmiş, daha bir azmanlaşmış, daha bir duyarsız ümmet bulursan karşında; hakkını helal et, beşerliğimizdendir! Yılda bir değil; dengemizi her kaybettiğimizde gel n’olursun!

Bize şimdi unutkanlığımız mı Kur’an okuyacak?

Kibrimiz mi mazlumu görmemizi hatırlatacak?

Tv tartışmaları mı  Hz Muhammed diye bir peygamberiniz var sizin! diye kulağımızı çekecek…

Rabbena demeyi, Rabbena hep bana, sözüyle yaşamaktan kim alıkoyacak bizi?

Ey Ramazan! Biz, garip ve tuhaf bir ümmetiz.

Garipliğimiz Allahtan; tuhaflığımız unutkanlığımızdan; tüm unuttuklarımız adına n’olur bırakma bizi!

Biz, Musa’nın on mucizesinden sonra varıp buzağı’ya tapanlar değiliz ama…

Ramazan, misafirliğini tamamlayıp eşikten çıkınca boşalan öfke, kıskançlık, duyarsızlık, kibir, umutsuzluk heybesini alel acele doldurmaya heveslenen… 

Uğurlama:

http://www.dunyabizim.com/video.php?id=44 

 

Zeki Bulduk, Ramazan’ın bu gidişine çok içlendi.