Vaktiyle edebiyat insanların hâllerine refik olan bir gerçeklik iken, son yüzyılımızda insanların benliklerini tatmin etmek için başvurdukları bir sahtelik hâline dönüştü ve bir bozuluşa sürüklendi. Ne yazık ki bu topraklar üzerinde yaşayan insanların ontolojik savrulmaları, bu bozuluşu daha da hızlandırdı. Tek gayreti popüler kültür içinde yer tutma ve bir isim sahibi olma olan ‘dergilerimiz’ bu bozuluşu körükledi. Bu minvalde, yıllarca birçok dergi, insanlara misafir olma gayreti ve uğraşı içinde devinip durdu. Bu gayretleri içinde dertleri, misafir oldukları okuru kendilerine benzetmek oldu. Pek azı gerekli olgunluğu göstererek, çizgisinden taviz vermeyip, yayın hayatına devam etti. Fakat popülist kültürün kanserli bir hücre gibi yayılışı, bu dergilerde, popülist kültüre adapte olmak uğruna köklü değişimlere yol açtı.

Misafir ağırlama isteğiyle hemhal bir dergi

Böylesi bir ortamda, insanları kendisine misafir olmaya çağıran yeni bir dergi yayın hayatına atıldı: Melâmet. Mart- Nisan 2015 sayısıyla ilk çıkışını yapan, iki aylık edebiyat, sanat ve düşünce dergisi Melâmet. Derdi; dildaşları olarak görmedikleri okuru kendilerine benzetmek ve bu suretle binlerce benzerlerini çoğaltmak tavrıyla hareket eden dergilerin aksine bir ‘seferî’ olan okuru ‘dildaşı’ olarak görerek kendinde ağırlamak. Bir misafir ağırlama isteği olan Melâmet, vira bismillah dedi. Mart – Nisan 2015 ilk sayısının ardından, Mayıs- Haziran ikinci sayısını da yayınlandı.

Melâmet’in derdi, okurunu kendisine benzetmek değil. Kendi ciddiyetleri içinde başka özge edalara ve seslere sahip dildaşları, karınca kararınca ağırlamak. Bu kaygıdan ötürü, her şeyden önce kişinin kendini “kınaması” noktasında Melâmet ismi konulmuş dergiye. Öyle ya, ‘kendini kınamak’ popülizmin tepelerinde şişkin egolarıyla edebiyatın sahipliğini yaptıklarını iddia edenlerin yanaşamadıkları bir eylem. Melâmet, “bu adın altında da kalabilir.” elbette. Fakat Melâmet ekibi, bu ismin altında kalmayı; şişkin egoyla nefs dağına tırmanarak popülizmin tepelerinde sahte çığlıklar atmaya tercih etmiş. Bu yüzden ‘bir misafir ağırlama isteğiyle’ Melâmet, “Sefa Geldiniz Erenler” diye uluyor. Ortega y Gasset’in dediği gibi “Hiçbir çığlık sahici bir ulumayı bastıramaz!”. Eğer Gasset haklıysa, Melâmet’in bu ulumasını, nefs dağının popülizm tepesindeki hiçbir çığlık bastıramayacaktır. Elbette ki tüm temiz kulaklar da bu ulumayı duyacaktır.

Sefa geldiniz erenler/ Kerem kıldınız yârenler/ ost cemâlini görenler/ Allah sizden razı olsun…” dizeleriyle Melâmet ilk ulumasını gerçekleştirdi. Melâmet kendisine konuk olanları bekliyor. Melâmet’in bu ulumasına karşı iyi - kötü çığlıklar atacaklara, Melâmet peşinen Hazreti Yunus’un şu dizeleriyle karşılık veriyor: “Bizi seven canları/ Biz de severiz onları/ Bizi sevmeyen kardaşlar/ Varsın Mısır’a sultan olsun…

Genel yayın yönetmenliğini Celal Fedai’nin yaptığı Melâmet’in kadrosu yoğunluklu olarak gençlerden oluşuyor. Yazı işleri müdürlüğünü Hüseyin Karaca'nın yaptığı dergininyayın kurulunda M. Baki Efe, Ali Dursun, Yahya Kurtkaya, Ali Işık ve Bünyamin Kasap yer alıyor. Melâmet’in desenleri değerli ressam Gökalp Hamamcıoğlu elinden…

Gerçeklik ve özgürlük bağlamında sanatçılar

İlk sayısında “İşin Aslı Nedir?” sorusu etrafında Melâmet’in ana kadrosu etraflıca bir söyleşi gerçekleştirmişti. Melâmet, ikinci sayısında “Gerçeklik Dedikleri…” tartışması üzerinden ‘gerçekliğin’ hakikati üzerine eğiliyor. “Dekadans ya da çöküş ve inşa zamanlarında düşünce ve sanat ne işe yarar?” sorusu minvalinde derinleşiyor Melâmet ekibi. Abdurrahim Karadeniz, Arif Ay, Ömer Erdem ve Cemal Şakar ise “Güncele ve Gerçekliğe Takılan Sanat” başlığı altında “Gerçeklik Dedikleri…” soruşturmasına katkı sağlıyor. Bu bağlamda Abdurrahim Karadeniz, Arif Ay, Ömer Erdem ve Cemal Şakar’a beş esaslı soru yöneltiyor Melâmet ekibi. Bu sorulardan ilki gündem üzerine: “Sanatçılar, gündem belirleyen değil de gündemden beslenen pasif bir konuma mı geçtiler? Sözgelimi gazeteler ve ana haber bültenleri… Bunların kurguladığı gerçekler sanatçıları esir almış olabilir mi?”

Bu ilk suale Abdurrahim Karadeniz hoca, Hesse’den yola çıkarak cevap vermeyi yeğler. “Dün olduğu gibi bugün de sanatın ve sanatçının niteliği, bağlamı ve konumu aynıdır. Yarın da yine böyle olacaktır.” diyerek sanat ve sanatçının niteliğini sağlam bir zemine oturtur. Bu zemin üzere sanatçının özgürlüğü hususunda şu tespiti yapar Karadeniz: “Bir ‘sanatçı’dan söz ediliyorsa ahalinin yücelttiğini, peşine düştüğünü gülünç ve komik bulan, ahali dışı birinden bahsetmemiz gerekir. Sanatçının özgürlüğü de bu düzlemde ele alınmalıdır.” Aynı minval üzere Abdurrahim Karadeniz Hoca’nın günümüz edebiyat ortamını işgal etmişler için altını çizdiği tespiti ise mükemmeldir: “Öte yandan bazıları sanatçı gibi yaşar ama bir sanatsal üretimi yoktur, bazılarıysa sanatsal yığmalar yapar ama ahaliden farksızdır. Yığmacılar, gündem köleleri… Onların özgür zihni eylemler yapabilmesi beklenmemeli.”

Aynı soruya Arif Ay’ın verdiği yanıt ise başkacadır. “Sanatçının özgür ve özgün olması çağa göre değişen bir özellik değildir. Bu özellikler sanatçının olmazsa olmaz koşullarıdır.” Bu bağlamda sanatçının özgürlüğü konusunda Arif Ay şunu söyler: “Medyanın kurguladığı gerçeklerin tuzağına düşen ve bu yüzden de burnunun ucunu göremeyen sanatçılar olduğu gibi bunları ciddiye almayan, geniş bakış açısına sahip sanatçılar da var.” Arif Hoca bu tespitiyle sanatçıların ‘gerçeklik’ hususunda iki cenaha ayrıldıklarına vurgu yapar.

Ömer Erdem ise meseleyi farklı bir yerden ele alır. “Gündemde olan, güncele sarılan, günlük kalan, günün akışına kapılan sanat ve sanatçıdan mı söz açmalıyız yoksa sanatın ve sanatçının günü, gündemi, gündelik olanı ve günlük kalanı nasıl çekip çevirdiğini, çevirmesi gerektiğini mi düşünmeliyiz?” sorusunu sorar okuyucuya. Bu minvalde kültür toplumuyla, kültür dışı toplumu ayırır birbirinden.

Cemal Şakar, sanatçı – gündem ve özgür kalabilme üçgenine net bir cevap verir: “Yapılması gereken, Kur’an ve sünneti nirengi noktası alarak eleştirel bakabilmek, öneri sunabilmek(tir).”

Sanatçıların gerçeklikle olan bağı

Soruşturma dosyasındaki bir diğer kemik soruyu Melâmet ekibi şöyle derlemiş: “Sanatçıların kendilerine mahsus bir gerçeklik algıları var mı? Yoksa, güncel olanı, gündelik olanı kendilerine maske yaparak o gerçekliğin arkasına mı sığınıyorlar?”

Bu soru minvalinde Abdurrahim Karadeniz Hoca ‘gerçeklik’ ve ‘hakikat’ üzerine dikkatle eğilmiş: “Hayatta ve sanatta gerçeklik, zaman ve mekân bağıntısını kuvvetlendirmekle mümkün. Oysa zaman geçer, mekân değişir. Zaman ve mekânın değişimi, gerçekliği de değiştirir.” Bu sebeple Karadeniz Hoca ‘gerçeklik’ algısından çok, hakikat kavrayışından söz etmek gerektiğini belirtir. Hâl öyledir ki yıllardır şiir çokluğuyla şiir okuma azlığı arasındaki ironik ters orantı, herkesin kendi gerçekliğinin ya da özel hayatının mecaz, telmih ve istiareleriyle yazar olma hevesinden meydana gelmiştir.

Arif Ay ise özgür sanatçının beklentisiz olarak eser ortaya koyacağını, bunun dışında eser diye ortaya konulanların sanatın doğasına aykırı olduğunu belirtir. Cemal Şakar ise olan her şeyin günün içinde olduğunu ve bu olanlara sırt dönülemeyeceğini belirtir, soruşturma sorusuna verdiği cevapta. Bu sebeple sanatçının güncele sırt dönemeyeceğinin altını çizer Şakar. Çünkü Şakar’a göre “sanatçının temel ödevi şahitliktir.” Bu haseple popüler sanatçılar hariç, etrafımızda ‘sanat’ın getirisini kim hesaplamıştır ki, diye sorar Cemal Şakar.

Gerçeklik ve hakikat bağlamında sanatçının fikri

Melâmet ekibi son olarak ‘gerçeklik’ ve ‘hakikat’ meselesinin değerlendirilmesini ister soruşturmaya katılan yazarlardan. Abdurrahim Karadeniz meseleyi Leylâ ile Mecnun’un ‘aşk durumunun hâlleri’ üzerinden değerlendirir. Karadeniz’e göre, şairin derdi, gerçek kişilerin yaşadığı maceralar anlatmak değildir: Tam tersine metni, zaman ve mekândan bağımsız kurgulayarak durum, hem gerçeklikten koparılır hem de genelleştirilir, vaziyettedir. Bu minvalde Karadeniz Hoca günümüz sanatçısını şu şekilde değerlendirir: “Günümüz sanatçısının gerçeklik ve güncellikle özelleştirip âna taşımaya çalıştığı sanatsal düzlem, soyutlamacı yaklaşımla genelleştirip hakikate ‘aşkın nasıllığı’na ilişkin bir yorumsama niteliği kazanır. Gerçeklik ve günceli aşmak böyle bir şeydir.”

Arif Ay ise Martin Heidegger’in “şiirin özü, Hakikat’in kuruluşudur” sözü üzerinden nihayete erdirir yorumunu. Arif Ay’ın indinde “Gerçeklik tektir. O da yaratıcının ortaya koyduğu kainat. Dolayısıyla kainat da bir ayettir ve biz, özellikle sanatçılar onu okumakla yükümlüyüz.”

Ömer Erdem, meseleyi üst perdeden değerlendirir ve ciddi bir genellemeyle eğilir soruya. “Sanat ontolojik bir öncelik taşımadığı gibi günlük hayat pratiği içinde de değerli bir şey değildir. Neden? Çünkü sanatın başladığı yerde ayrışma, özgürleşme, karşı koyma, eleştiri ve özgünlük belirir. Oysa modern dünya herkesi aynı çizgiye, aynı duyguya ve aynı tüketim alışkanlığına çekmeye çalışıyor” diyerek tespitlerini aktarır Ömer Erdem.

Cemal Şakar ise mevzuyu duygular ve meşrep bağlamında değerlendirir. “Gerçeklik dediğimiz duyularımızla algıladıklarımız; en azından benim için öyle. Hakikatse meşrebe göre anlam yüklenen bir kavram(dır).”

Sinema, şiir ve Ayşe Şasa’nın günlükleri

Şiirden, öyküye, denemeden röportaja, çeviriden sinemaya kadar hemen hemen her alanda paylaşımın mevcut olduğu Melâmet, ikinci sayısında Enver Gülşen’in “Sinema, Şiirin 'dilsizliğine' Açılma Potansiyeli En Yüksek Sanattır” başlıklı röportajını yayınlamış.

İkinci sayısında “Bir Şekilde Gün Geçecek” başlığıyla, Ayşe Şasa Hanımefendi’nin günlüklerini yayınlamaya başlayan Melâmet, gelecek sayılarda da Ayşe Hanım’ın günlüklerini yayınlamaya devam edecek.

Melâmet, ‘kişinin kendini kınaması’ düsturuyla yola çıkanların, ‘popülizmin tepelerinde gözü olmayanların’, ‘kendi özge edaları içinde hakikati ulumak isteyenlerin’ misafir olacağı bir dergi.

Hoş geldi, safa geldi… Gerçeklik üzere eğildi. Bakalım yeni sayılarında hangi mevzularda derinleşecek?

Metin Erol yazdı