Geçtiğimiz günlerde Anadoğlu Ajansı kaynaklı bir haber metnine göre UTESAV'ın bir toplantısında "İslami bisiklet" örneği üzerinden Müslüman ve teknoloji meselesi gündeme gelmiş. Ajansın metni çok değerli hocalarımız Prof. Alparslan Açıkgenç'in, Prof. Bedri Gencer'in cümleleri tam, doğru aktarılmış mıdır, bilemiyoruz. Lütfi Bergen ajansın metninden hareketle meseleye yaklaştı. Biz de dunyabizim.com'da yayın hayatına başladığımız Eylül 2008'den beri haber metinlerimizde bir şeylerin İslamisinden ve İslamileştirilmesinden değil; Müslümancalaştırılmasından yana durduk. Habercilerimiz sık sık "İslami dergi", "İslami dernek", "İslami camia", "İslami müzik", "İslami hareket" tamlamalarını kullandı. Biz o tamlamaları "Müslümanların dergileri", "İslamcı dernek", "Dindar camia", "Müslümanların müziği" veya "Müslümanca müzik" "İslamcı hareket" şekline dönüştürmeden yayınlamama çabası içerisinde olduk.     -dunyabizim.com-

Uluslararası Teknolojik Ekonomik ve Sosyal Araştırmalar Vakfı (UTESAV) tarafından düzenlenen “Teknoloji, Medeniyet ve Değerler-II” konulu toplantıda medeniyet ve teknoloji sorunları tartışıldı. Sunulan bildirilerde İslam ve teknoloji ilişkileri hakkında bazı bakış açıları Ziya Gökalp’ten öteye gidilemediğini gösteriyor. Yıldız Teknik Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürü Prof. Alparslan Açıkgenç, her teknolojinin, ait olduğu medeniyetin değerlerini taşıdığını belirtmiş ve “Bakış açısı önemli. İslami bir bisiklet üretilebilir. İslam’a göre ameller niyete göredir. Allah’ın rızasını gözeterek ve insanlara faydalı olması öncelenerek üretilen bir bisiklet İslami bisiklet olur” demiş.

Yıldız Teknik Üniversitesi Sosyoloji Bölüm Başkanı Prof. Dr. Bedri Gencer, “İnsan teknolojinin esaretine girdi. Teknoloji insanın aslî yapısını, fıtratını değiştirmeye başladı. İnsanın aslî yapısını değiştiren teknoloji ve onun ürünleri İslami olamaz. Mesela naylon halılar, özellikle çocuklara negatif elektrik yüklüyor ve onları huzursuz ediyor. İlerleyen yaşlarda bu kalıcı rahatsızlıklara sebep olabiliyor. Teknolojinin İslamisi’nin üretilmesi gerekir” fikrini beyan etmiş. Maltepe Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Nazif Gürdoğan da “İslam hem dünya hem de ahiret kazancı diyor. İki dünyada da nasıl kazanırız, ona bakmak lazım. İnsanın iç dünyasını zenginleştirmeden dış dünyasını zenginleştirmek mümkün değil. Bunun için elimizdeki güç tasavvuftur. Mimar Sinan gibi inşa eder, Yûnus Emre gibi sade yaşarız. Yoksullar gibi yaşamak bir erdemdir, ancak yoksulluk erdem değildir. Üretimde dünya ile yarışırken tüketimde tersini yapmalıyız” ifadelerini kullanmış. Anlaşılacağı üzere üç akademisyen de teknolojiden yana tavır koymuş.

Ziya Gökalp’in ölümünden neredeyse yüzyıl sonra bir fersah yol almış değilizZiya Gökalp

Nazif Gürdoğan Hocama katılmıyorum; teknolojiden tasavvuf çıkmayacak. “Bir sinek bir kartalı urdu yere yalan değil anda gördüm tozunu” diyebilmek için dağdan doğru odun toplamak gerek. Sanayide işçi olmak değil. İslam’ın Anadolu’daki yürüyüşü küresel ölçekte sanayi üretimi ile değil; toprağa adalet getiren, tımarı yerleştiren fetih zihninin ürünü idi. Bedri Gencer Hocam ile Alparslan Açıkgenç Hocam da İslamî teknolojiden yana telaffuzlarda bulunmuş. “İslamî teknoloji” kavramı Ziya Gökalp’in Türkleşmek İslamlaşmak Muasırlaşmak kitabındaki tezleri hatırlattı bana.

Gökalp’e göre hars ve medeniyet birbirinden ayrışmaktadır. Medeniyetin bilimsel kavramları, teknik aletleri, ekonomik ürünleri, taklit ve değiştirme yoluyla bir halktan diğer halka geçer. Bir medeniyet toplumu önce bölgesel bir biçimde görünür ama zamanla kıtaları ve tüm insanlığı kucaklar. Oysa insanlık sadece medeniyet topluluğundan ibaret değildir. Aile, oymak, nahiye/commune, ocak/corporation, sınıf, dinî cemaat, kavim, ümmet, devlet  gibi bir çok kültür toplumları vardır. Bu nedenle teknik aletleri alabiliriz. Erol Güngör de teknolojinin olduğu gibi alınmasının toplumları birbirine benzeteceği ikazında bulunur. Ziya Gökalp’i izler; teknolojiyi alalım ama, bağımsız bir milli kültür kuralım, der. Böylece teknolojiye sansür uygulamanın anti-demokratik görüntüsüne uğramaktan kurtulur. Nihayet itibariyle Ziya Gökalp’in ölümünden (1924) neredeyse yüzyıl sonra bir fersah yol almış değiliz. “Batı teknolojisi karşısında ne yapmalıyız?” sorusuna çakılmış haldeyiz.

aynalı bisiklet!Eşyanın İslamîsini üretmenin kapısı bir açıldı mı…

Bu toplantıda söz “İslami Bisiklet” üretme fikrine kadar gelmiş. Ben İslamî bineğin at olduğunu düşünüyorum. Atlar asfaltta koşmaya mecbur edilemezler, onlar hürriyettir. Bisiklet dediğin ne ki; sahibine sadık değil, doğurmaz, gübresi yoktur, asfaltı icbar eder, şaha kalkmaz, Köroğlu’na yakışmaz. Üstelik lastik, gidon, zincir yine Batı sanayiidir. Müslüman adamın tekhne’si Nuh’un gemisi gibiydi; insanlığı kurtuluşa taşıyordu. Yahut Zülkarneyn’in demirdağı gibiydi; Yecüc-Mecüc fitnesinden koruyordu.

Batı tekniği gittiği her yere esaret götürdü, insanlığı köleleştirdi, doğaya saldırdı, gebeye düşük yaptırdı, kendi halince dervişmeşrep yaşayan adamı kentlere süpürdü. İslam bisikleti kentleri devirecek mi? İlla ki, aklı evvel biri çıkar, “şu iki tekerleğe bir motor takıverem” der. İşte yine geldik otomo-fil’e. Müslüman adamın tekhnesi biricik el işçiliği olur diyorum.

Tekniğin kitleselleşmesine karşı çıkıyorum. Needham, Doğu’nun Bilgisi Batının Bilimi adlı kitabında diyor ki, Avrupa’daki bilimsel düzey Çin’in çok gerisinde idi. Bacon’un üç büyük buluş dediği matbaacılık, kimyasal patlayıcı olan top barutu, pusula Çin’de bilinmekteydi. Saatçilik M.S. 8. yüzyılda Çin’de kullanılmaktaydı. Buna rağmen Çin bilimi kişiyi doğadaki olgulardan ayırmamış ve haksız hiyerarşi denilebilecek bir konuma getirmemişti. Gözlemciyi, doğayı incitmekte, canlı veya ölü entelektüel ışık getirici her yolda serbest olan bir engizatör düzeyine çıkaran yabancılaştırıcı bilime itiraz geliştirilmişti. Needham’a göre teknoloji ve Doğa üstündeki insan egemenliği arttıkça, yöneticidoğunun bilgisi batının bilimi elitler için bireysel insan davranışını kontrol etme olanakları da artmış olacaktır. Demek ki üretimin gerçekleştirilmesi sadece teknolojik yapılanmaya koşullu değil. Biz bu fikre sonradan Avrupa ile geldik. Hikmet yurdunun adamı Çinli barutu bayram şenliğinde kullanırken, elin adamı ondan dinamit eylemiş oldu. Eğer hikmet Çin’de ise, yön yanlış gibidir. Eşyanın İslamîsini üretmenin kapısı bir açıldı mı, İslamî atom bombası tartışması da başlayacak. Bu işin içinden çıkılabilir mi?

Modern teknik (teknoloji) ise bir sapma ve doğaya meydan okuma/saldırmadır

Sözün özü şu: Teknoloji, Batı’ya ait bir bilgi-biçimi. Bak, Heidegger de aynı şeyi deyivermiş. Heidegger, Tekniğe İlişkin Soruşturma’da modern teknik ile Grek dilinden gelen “tekhne” arasında ayırım yapar. Greklerin kullandığı anlamda tekhne yalnızca el becerisine dayalı etkinlikler ve hünerler için değil, fakat aynı zamanda zihin sanatları ve güzel sanatlar için de kullanılan bir addır. Tekhne, öne – çıkarmaya, poises’e aittir; o poetik bir şeydir. Heidegger için becerisini, davranışını ortaya koyabilen, yaptığı işi bilen herkes bir tekhnîtesdir. O, bu adlandırmayı elişçisi/zenaatkâr [handwerker] olarak çevirmenin anlamı daralttığını da söyler. Böylece tekhne’nin “bilme” olduğundan bahseder. Yoksa bu kavram, yapma, ortaya koyma anlamına gelmez.

Heidegger için modern teknik (teknoloji) ise bir sapma ve doğaya meydan okuma/saldırmadır. Örneğin köylünün çalışmasını tohumun ekilmesine, tohumu, büyüyüp gelişmeyi sağlayan güçlerin muhafazasına terkeder ve tohumun artıp çoğalmasını gözetir. Oysa modern teknik doğaya düzen verir, tarlanın ekilip biçilmesini doğaya saldıran (stell) bir ameliyeye bağlar. Tarım artık motorize hale gelmiş bir besin endüstrisidir. Modern teknik daha önceki tüm tekniklerden kıyaslanamayacak ölçüde farklı bir şeydir; o gizini açmadır, doğaya, onun söküp alınabilecek ve depolanabilecek enerjiyi tedarik etmesi tekno insanşeklinde makul olmayan talebi dayatan meydan okumadır. Teknik, çerçevelemedir; çerçeveleme, insanı bir düzenleme olan gizini açma türüne sürgün eder. Çerçeveleme, hakikatin parıldamasını ve hükmünü engeller. Tehlikeli olan şey teknik ya da tekniğin makinaları-aygıtları değildir. Esas tehdit, insanı zaten kendi özü içerisinde etkisi altına alan çerçevelemenin hükümranlığıdır.

Modern Teknoloji’nin özünü, şeylerin yitiminde aramak gerekir. Batı metafiziği, şeylerin yitimine uğramıştır. Yani bir şeyin kendini açmasını “nesne”ye indirgemiştir. Şeylerin nesneleşmesi, “olmakta olma”nın açıklığından gittikçe uzaklaşmaktır. Sınırsızca nesneleştirmenin tek açığa çıkma yolu olması ya da tekniğin kitleselleştirilmesi sonucunda şeyler, teknolojik tavırda kendini açma olanağını tamamen yitirir. Teknoloji’nin özü Ge-stell’dir. Ge-stell kavramı ile, insana meydan okuyan saldırının bir araya toplayıcısı anlamını kasteder. Bununla insan varlığı, çerçevelemenin özsel alanı içinde durur. Böylece tanrı bile tasarımsal düşünmeye göre yüksek ve kutsal her şeyi ve gizemliliği kaybedebilir. İnsan el altında duranın düzenleyicisi olur olmaz artık kendi özü ile karşılaşamaz, çerçevelemeye eşlik eder; bu onu yeryüzünün efendisi konumuna düşürür. Bu yanıltıcı durum nedeniyle tekniği bir araç olarak tasarımlar ve tekniğe hâkim olma iradesine takılıp kalır. Tekniğin böyle bir kader olarak ortaya çıkması, insanın, artık keşfedebileceği ya da yapıp edebileceği değerlere erişmesini engeller. Çünkü insanın yalnızca kendinden hareketle, bir tek kendinden hareketle insana varması imkânı yoktur. Yani kendinden hareketle yalnızca insan olan insan yoktur.

Köroğlu’nun dediği gibi: Tüfenk icat oldu, mertlik bozuldu, iyi atlar böyle öldü.

 

Lütfi Bergen yazdı