Unutuşu Arayanlar isimli unutulmaz öykülerin yer aldığı kitabın yazarı Isabelle Eberhardt, 17 Şubat 1877 yılında Cenevre’de doğmuş. Annesinin adı Nathalie Moerder Eberhardt. Babası ise, Ermeni asıllı eski bir papaz olan ve sonradan İslam’ı seçen Alexander Trophimovski adlı, aynı zamanda İsabelle’in annesinin ilk kocasından olan 5 kardeşinin de öğretmeniymiş. Alexander Trophimovski elbette İsabelle’in eğitimiyle de ciddi biçimde ilgilenmiş ve adını vermekten imtina ettiği İsabelle’i tam bir Müslüman olarak yetiştirmiş. Bu bakımdan İsabelle Eberhardt’ı babasının adını kullanmayan, doğuştan Müslüman bir yazar olarak tarif etmek mümkün.
Bundan da öte, ilk kocasının ölümünden sonra çocuklarının eğitimiyle ilgilenen Alexander Trophimovski ile büyük ihtimalle İslami usullere göre evlenen ve vefatından önce cenazesinin İslami esaslara göre defnedilmesini vasiyet eden annesi Nathalie’nin de kocasının telkiniyle Müslüman olduğunu söyleyebiliriz. İsabelle’in biyolojik babası, kendi deyimiyle ‘Vava’sı Alexander Trophimovski sanat, seyahat, inanç ve hayata bakış anlamında İsaballe’i ciddi ölçüde etkilemiş.
Nathalie Eberhradt’la nasıl bir ilişkisi olduğu bilinemese de kuvvetle muhtemel İslami esaslara uygun -belki gizli- bir evlilik yapan Alexander Trophimovski ise oldukça oylumlu bir hayat hikâyesine sahip. Düşünsel anlamda bağları 19 yüzyıl Rusyası’nda Peşaresvski ve büyük ölçüde de Tolstoy çevresine kadar giden bir anarşist ekole mensup olan bu adam, papazlık görevi sırasında Kur’an’la tanışarak çokça Kur’an okumuş ve İslam’ı seçerek bunu tüm çevresine deklare edip hayatının bundan sonrasını özel öğretmenlikle geçirmiş. İsabelle Eberhardt’ın biyografisini yazan Edmond Charles Roux’ya göre, kızına öğrettiği pek çok şeyin yanısıra insanı rahatsız eden her şeyden rahatsız olmayı öğreten de biyolojik babası Alexander Trophimovski.
Daha çocuk denecek yaşlarda iken Kur’an ve Arapça öğrenen
Oldukça dikkat çekici bir hayatı olmuş İsabelle’in. Babasından öğrendiği bu bilgiler ve bu hayat biçimine uygun olarak, daha 15 yaşındayken eli kalem tutmuş ve 1902 yılında, bir ikametgâh adresine sahip olmayı, mülk sahibi olmayı, toplumsal makinanın dişlisi haline gelmeyi, Batılı modern dizgeye uymayı reddederek bütünüyle özgür bir hayat yaşamaya başlamış. Sözgelimi, erkek kılığına girip Kuzey Afrika’da gezip dolaşmış, “Si Mahmood Essadi” takma adıyla hem cinsiyet hem de daha derin bir keyfiyet ekseninde kural yıkıcı tavırlar takınmış İsabelle.
Ursula K. le Guin’den ve ardıllarından çok önce bütünüyle minnetsiz bir tavır içinde durup ‘Mülksüzlüğü’ böylesine erken bir zamanda dillendirmiş olması, İsabelle Eberhardt’ın hayatından yazısına geçecek kadar etkili bir tavır olarak kalmış hep. Bu bakımdan hayatı sanki de feminist olmaktan çok insanî bir karşıtlıkla süslenen başkaldırı ve direnişin hikâyesi haline gelmiş İsabelle’in.
Müslüman babasının etkisiyle daha çocuk denecek yaşlarda iken Kur’an ve Arapça öğrenen İsabelle, bundan başka 4 ayrı dili de okuyup yazacak kadar öğrenmiş. Annesinin ölümünden sonra daha da yalnızlaşan ve giderek güçten düşen ‘Vava/ Baba’nın bakımını üstlenen İsabelle, babasıyla birlikte Cezayir sahilindeki Annabe/ Bone kasabasına yerleşmiş ve burada ilk olarak Kuzey Afrika’nın uçsuz bucaksız çöllerini, gökyüzünün enginliğini, yerli halkın sağlam hayatının iç örgülerini görüp anlama fırsatı bulmuş. İlk evliliğini 1898 yılında Cenevre’de tanıştığı Osmanlı diplomatı Reşit Ahmet Bey’le yapmış ve 1899 yılında babasının da vefatıyla eşinden ayrılarak tekrar geriye dönüp Afrika’ya yerleşmiş yeniden.
Sömürgecileri sert bir dille eleştirmişti
İsabelle Eberhardt’ın Kuzey Afrika’da ilk gördüğü yer El Oued. Burada Slimene Ehni isimli Müslüman bir aktivist ve yazarla tanışan İsabelle, ikinci evliliğini de Oued’de tanıştığı Slimene Ehni ile yaparak bu evliliğin hemen akabinde Kadiri tarikatına intisap etmiş.
Yine biyografisini yazan Edmond Charles Roux’dan öğrendiğimiz kadarıyla Kadiri şeyhi Sidi Lachmi bin İbrahim’le tam bir dünya ahret kardeşliği içinde başlayan bir dostluk kurmuş ve bu dostluk sonucunda sanki de Batı’nın yeni yeni ağulanmaya ve metropoleşmeye başlamış kentlerine sığamayan İsabelle yeni bir hayata kavuşmuş gibi, bir yanda sınır tanımayan bir özgürlükle gördüğü her şeyi keşfetmeye, bir yandan da bu sıcak çölü sömürmeye gelen Batılı sömürge birliklerini ve özellikle Fransız lejyonunda görev yapan yetkilileri aşağılayarak hem kocasının hem de kendinin Afrika’daki varlıklarını tehlikeye sokacak kadar önemli bir eleştiriyi dillendirmekten de geri durmamış.
Sömürge yetkililerinin koymuş oldukları kuralları hiçe sayarak gezip dolaşması, karşısına çıkan her şeyi sert bir dille eleştirmesi öyle bir boyuta ulaşmış ki, eşinin görev yerini değiştirerek onun bu kuralsız ve sert dilinden kurtulmaya çalışan sömürge yetkilileri kocasını başka yere tayin ettirmekle bile ondan kurtulamamışlar. Zira bu eleştirel söylemini hiç bırakmayan İsabelle, kocasından ayrılmak pahasına onunla gitmeyi reddederek Afrika’da kalmaya devam etmiş.
Mülksüz, minnetsiz, özgür ve inanmış bir kadın
Çok azından haberdar olduğumuz günlüklerinde ve yeni yayınlanan tek öykü kitabı Unutuşu Arayanlar’da okuduğumuz kadarıyla, Isabelle Eberhardt, içi epeyce anlamla dolu şiirsel bir serseriliği seçmiştir. Her şeyden önce mülkiyetsiz ve parasızdır, bundan da öte de babasızdır ve vatansızlığı (haymatlos) tercih etmiştir. Laura Rice’ın söylediği gibi; inanmak, istediği gibi yaşamak ve yazmak onun gözünde serseriliğini sürdürebilmenin bir alt yapısı gibidir. Hiçbir zaman bir sanat ya da zanaat olarak değerlendirmemiştir bu çabasını. Onun böylesine kuralsız ve özgür bir hayatı seçişinde asıl dikkati çeken şey ise; bu başıboşluğu ve serseriliği bir kendinden vazgeçiş değil, bir tür “kendini inşa” biçimi olarak yaşamasıdır. Belki de bu yüzden yaptığı iş cesaretten fazlasını gerektirmiştir her zaman.
1902’de bir kez daha Cezayir’e gitmiş İsabelle. Bu seferinde yazar, eleştirmen ve muhabir Victor Barrucand ile tanışmış ve bu sayede seyahatleri ile ilgili yazılarını Al Akhbar adlı haftalık gazetede yayınlama imkânı bulmuş. Böylelikle vahalar arasındaki seyahatlerine bir gerekçe de bulan İsabelle, bir yandan da sadece bu gezilerini sürdürebilmek için vergi tahsildarlığı ve savaş muhabirliği gibi işlerde çalışmış.
1903’te kısacık hayatını noktalayacağı Ain Sefra’da kendisi gibi sömürge ve kapitalizm karşıtı bir gönül adamı General Hubert Lyautey ile tanışarak, birlikte sömürge yetkililerine vergi vermek istemeyen Arap vahaları arasında bir yıldan fazla bir zaman dolaşmış. İçinde kıpır kıpır bir yürek taşıyan ve gittiği her yerde yerli halkla çok samimi ve içten diyaloglar kuran İsabelle, bu gezileri sırasında yine Ain Sefra’da, durdurulamayan bir sel baskınına kapılarak 27 yaşındayken sulara kapılarak hayata veda etmiş. Ondan geriye kalan günlükleri ve el yazmaları halindeki öykülerini çamurlar arasında bulan General Lyautey, toplayıp düzenlemiş ve Barrucand’a teslim ederek bize kadar ulaşmasını sağlamış.
Allah’ın saf ve temiz kullarının hikâyeleri
İster –şimdilik- çok azını bildiğimiz günlüklerinde ve isterse bu haberde andığımız tek öykü kitabında görebildiğimiz kadarıyla İsabelle Eberhardt, 18 ve 19. yüzyıllarda artarak genişleyen sömürge topraklarında gezip dolaşan ve çoğunlukla katı bir oryantalist etkiyle yazıp kayıt tutan pek çok Batılı seyyah, yazar ve araştırmacının aksine saf, temiz ve dosdoğru metinler yazarak tertemiz bir vicdanın sesi olmuştur. Eleştirmenlere göre bütün yontulmamışlığı ve sınırsız özgürlüğü içinde doğduğu yerlere ters düşen ve oralarda yaşayan insanların yaşama biçimlerinden hep rahatsız olan Isabelle de, aslında tıpkı diğer vicdan sahibi insanlar gibi Doğu’ya ait olmadığının farkındadır. Ama onun bu farkındalığı daha en başından modern Batı’ya da ait olamamakla şekillenmiş bir farkındalık olarak da onu hiçbir yere ait olmayan sadece inandığı gibi yaşayan ve hep yürüyen bir kadın haline getirmiştir.
Kendi deyimiyle kendini en çok ait hissettiği yer ihvanların arasında olduğu Kadiri tarikatında yaşadığı dönem olmuştur. Zira yalnızca ihvanları ona kendi istediği gibi davranmış ve kendisine verdiği isimle çağırmışlar sürekli: Si Mahmoud Essadi: “Diyorlardı ki, ‘Si Mahmoud, bizimle kal. Sana alıştık. Senin kardeşleriniz artık. Eğer gidersen seni özleyeceğiz. Çünkü sen cesur bir insansın. Ekmeğimizi ve tuzumuzu paylaştık. Birlikte ata bindik.’ Aslında pekala biliyorlardı ki Si Mahmoud bir kadındır. Fakat bununla ilgilenmiyorlardı bile.”
Alakarga Yayınları arasında çıkan Unutuşu Arayanlar yazarın tek öykü kitabı. Tam bir teslimiyet ve özgürlükler anlatısı gibi şekillenmiş, minnetsizce yaşayan yaşlı ve yoksul insanlar, hiçbir şeye tenezzül etmeyen ve başlarının üstünde tütüp duran gökyüzü ile gönenip mutlu olan Allah’ın saf ve temiz kullarının hikâyeleri bunlar. Öyle yaşarlar ve öyle ölürler ki, hareketsiz yüzlerine yansıyan gün ışığı altında sanki İslam’ın teslimiyetinin mırıltısı, hayatın melankolisi ile yalın bir uyum içindedir.
Şahin Torun yazdı