Muhammed Nur ül Arabî Hazretleri'nin kitaplarını okurken ve kendisini araştırırken bir yandan da Muhyiddin İbn Arabi'nin bazı eserlerini okuyordum. Okumak derken... Yalnızca meraktan ve entelektüel açıdan. Çünkü bu iki ismi okumak, bir de üstüne üstlük anlamak bizim gibi insanlar için hayli zor. Bu isimlere ve isimlerin yollarına, kurallarına ister dost ister düşman olalım, ortada bir birikim var. Bu birikimi zararlı görenler de mevcut, faydalı görenler de. Bundan müstefid olanlar da mevcut, bununla mücadele edenler de mevcut. İsteyen istediğini desin, her zaman ve her yerde olduğu gibi bu konularda da Allah'ın dediği olacaktır.

Şunu biliyoruz ki, "sır" herkese verilmez. "Sır" barındıran ya da okuyucuya fısıldayan kitaplar da herkese okutulmazmış. Özellikle İbn Arabî gibi zirve şahısların eserleri avam bir yana, ilim tahsil edenlere bile kolay kolay sunulmazmış. Bu durumun sebeplerini gayet rahat anlayabiliriz ve anlatabiliriz fakat bunu Gavsiyye Risalesi Şerhi'nde daha iyi idrak edebiliriz. İz Yayınları'ndan çıkan kitabın tam adı Muhyiddin İbn Arabî'nin Gavsiyye Risalesi Şerhi, şarihi Muhammed Nur ül Arabî, çevirmen ise çok tanıdık bir isim, Mahmut Kanık.

Sunuş yazısında belirtildiğine göre bu ezoterik risale hem İbn Arabî'ye hem de Abdülkadir Geylanî Hazretleri'ne atfediliyormuş. Haddimi aşacak olursam, böyle bir risalenin Geylanî'den çıkması pek mümkün gözükmüyor. Geylanî bir hayli müteşerri bir velî. Bu cümleden diğer velîlerin “bir hayli müteşerri” olmadığı anlaşılmasın fakat Geylanî'nin zahirde ve eserlerinde tam bir sahv halinde olduğu, şeriata aykırı gelecek sözleri kullanmadığı bilinir. Oysaki İbn Arabî şeren "sakıncalı" görülebilecek pek çok mevzuyu anlatabilen bir velî. Bu risale de "sakıncalı" sayılabilecek bir eser kategorisine giriyor. Çünkü risalede İbn Arabi Allah u Teala ile olan mükalemesini aktarıyor.

Bir müslüman nasıl incelmiş bir biçimde yaşar?

Muhammed Nur ül Arabî, Allah u Teala ile mükâlemenin üç türlüsünden biri olan bi-tarık'il-hicâb ile, suver perdelerinin ardından mükaleme ettiğini söylüyor İbn Arabî'nin. Bu mükalemeye getirilen delilden itibaren çok ilginç bir durum sözkonusu olmaya başlıyor. Hemen hemen pek çok yerde Kur'an-ı Kerim’den ayetlerle şerh ediliyor metin. Bunun yanında pek çok hadis ile de açıklamalar yapılıyor. Eğer Muhammed Nur'ül Arabî’nin şerhini kapatarak yalnızca Arabî’nin mükalemesini okusak dahi, metnin bazı ayetlerle olan bağlantısını anlayabiliyoruz. Eğer tasavvuf düşmanı biri, ya da şeraitten tavizsiz bir göz bu metni okusa, eminim ki mükalemenin kendisi hariç içeriğe birkaç nokta dışında itiraz etmez. Çünkü metinde esas itibariyle bir müslümanın nasıl incelmiş biçimde yaşaması gerektiğine dair açıklamalar mevcut.

Bu noktada kitaba hem “sakıncalı” hem de “kitaptakileri herkes tasdik edebilir” dememiz bir çelişki olarak addedilebilir. Fakat kitabın bir ilginçliği de bana göre buradan kaynaklanıyor. Peygamber olmayan bir insanın Allah u Teala ile konuşması metnin yapısını teşkil ediyor. Bu yapının içeriği ise en azından benim gibi sıradan bir okuyucuya şeriat dairesi dışında pek bir şey söylemiyor. Yani metnin yapısı tepki çekebilse de içerik tasdik edilebilir.

Muhammed Nur ül Arabî Hazretleri İbn Arabî’nin bu eserini uzun uzadıya şerh etmemiş. Bazı noktaları soru işareti bırakmayacak ölçüde açıklamış ve sık sık ayetlere-hadislere atıfta bulunmuş, bazen de uzunca yazmaktansa bir beyit ya da veciz söz ile “anlayana sivrisinek saz” kâbilinden örnekler vermiş.

Mirac, benim dışımdaki her şeyden uruc etmektir”

Mükaleme elbette ki Allah u Teala’nın hitabıyla başlıyor: “Ey Gavs ı Azam!”. Daha sonra İbn Arabî’nin soruları geliyor. Hazret birkaç basit ve temel soru soruyor Rabbine. Böylesine ezoterik bir metinde bu soruların sorulması garibime gitti. Fakat aklıma Musa aleyhisselam’ın durumu geldi. Musa Peygamber Allah u Teala ile mükalemesinden o kadar hoşnut olur, o kadar zevk alır ki mükaleme uzasın diye nâz makamında konuşur Rabbi ile. İbn Arabî’nin sorduğu bu temel sorular aslında Rabbi’nden kendisine gelecek kelâmın zevkini daha fazla tatmak istemesindendir diye yorumlanabilir. Sonrasında Hazret’in soruları kesiliyor ve aralıksız biçimde Rabb i Teala’nın bazı hususlara dair bilgilendirmesi geliyor. Daha sonra Hazret, Allah indindeki makbul ibadetlerin nasıllığını soruyor ve metin Mirac hadisesi ile ilgili bir soru ile sona eriyor. Bu soruya Rabb-i Teâlâ’nın “Mirac, benim dışımdaki her şeyden uruc etmektir” cevabı O’ndan gelip O’na dönmeye dair bir benzetmeyi andırıyor. Devamındaki “Benim katımda miracı olmayanın namazı da yoktur. Ve o, namazdan mahrumdur” cümlesi de bir hayli vurucu. Yani namazın müminin miracı olması kadar, müminin Allah katında miracı nisbetince de namazı olacaktır.

Kitabın döngüsü bir yaratılış döngüsü olarak kurgulanmış diyebiliriz. Sanki Elest Bezmi’nde Hakk Teala’nın kullarına hitabı, bizim O’na cevabımız, “Ve alleme âdemel esmâe kullehâ” ayeti, daha sonra dünyaya gelip Rabbimize dair aklımıza gelen sorular, sonra O’nun sanki O’na sormuşcasına gönlümüze yerleştirdiği cevaplar ve son olarak “İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn”.

Kitabın sonunda “Şerh i Sûret’ül Fâtiha Ma’a Ezan” adlı kısa ve tadı damağımızda kalan bir Fatiha ve Ezan şerhi de mevcut. Kanık bu şerhin kime ait olduğunu belirtmemekle birlikte, yazma nüshada önde mevcut olan bu şerhi teberrüken kitaba eklediklerini söylüyor.

Hacim olarak küçük fakat içerik olarak büyük bu eser, kimbilir ehline neler neler anlatmaktadır. Ehillerden dinlemek nasip olur umarız.

Ömer Yüceller yazdı