Mehmet Bey’le Nevşehir-Avanos kazasında halef selef olmuştuk. Biz daha kıdemli olduğumuzdan oradaki dostlar vasıtasıyla epeyce aşinalık hasıl olmuştu. Gıyabî bir muhabbet ve hüsnü zannımız vardı. Ama aşinalığın dostluk haline gelmesi deprem sonrası Sakarya’sında oldu.
O bizden önce Sakarya’ya gelip deprem sonrası ile ilgili mühim vazifeler ifa ettiğinden haklı bir şöhrete sahip olmuştu. Çok ahenkli 4-5 arkadaş idiler. Çok geçmeden bizi de aralarına dahil ettiler. Depremler, yardım, yardımlaşma, hak-hukuk mevzularını canlı hale getirdiğinden, din bahsi hatırlanıyordu.
Mehmet Bey’in babası Hacı Emin Abi, Kayserili olmakla beraber hal ehli, sükûti derviş hoş bir zat idi. Komşu olarak oturduğumuzdan yakînen tanışmıştık. Babası tasavvuf ehli olmasına rağmen, Mehmet Bey o yıllardaki mekteplerin tesiriyle o işin münkiri değilse de mümini de değildi. O zaman İHL daha itibarlı mektepler idi ve Mehmet Bey gibiler oraya Abdülhamid Koleji derdi.
Prefabrik bir binada odalarımız bitişik olduğundan iş icabı çok defa ikili üçlü bir araya geliyorduk. Fakir çeşitli münasebetlerle Yunus, Fuzulî, Eşrefoğlu, Seyrâni, Salih Baba’dan beyitler okurdum. İki Mehmet Bey vardı Hamurcuzâde daha dik yürüyen, gerektiğinde celalleneceği belli, keskin bakışlı bir zat-ı şerif idi. Diğeri ismiyle müsemma müdekkik, mütefekkir olgun bir zât idi. Hâkîm-i âdil’likte karar kıldı.
Fakir, sahabe-i kiram ve Selçuklu-Osmanlı ecdadımıza meftun, onların anlayış ve yaşayışının tasavvufi İslam olduğu kanaatinde olduğumdan ara sıra bahis açılınca beyitler okurdum. Halim selim Mehmet Bey sükûnetle dinler, Hamurcuzâde ise dinler ama açık itiraz etmese de tam kalbi tasdik etmediği yüzünden okunurdu. Bu bahislerde latifeler yapmaya çalışırdık.
Merhum ve mağfur Âmil Çelebioğlu hocamızın 1970’li yıllarda, Nahifi’nin manzum Mesnevi tercümesini Sönmez Neşriyat neşretmişti. Daha sonra 2000’lerin başında MEB bunu 6 cilt halinde sol tarafta orijinal metnin Latinizesi, sağ tarafta nesre çevrilmiş haliyle yayınlandı. Fiyatı da çok ucuz olduğundan hediyelik niyetiyle birkaç takım almıştık.
MEB yayını olmasından da cesaret alarak bir gün 1. cildi Mehmet beye götürdüm. Dedim: “Gardaş, sen kolejlisin bunu biraz mütalâa et, hatalı yeri varsa düzeltilebilir.” ‘Bana bir tuzak mı kuruyorsun’ manalı bakışıyla, “tamam abi bir bakalım” dedi. Birkaç gün sonra gittiğimde birkaç beytin manzum tercümesini önündeki kâğıtlara yazmış olduğunu gördüm.
15-20 gün sonra uğradığımızda bize Mesneviden beyitler okumaya başlamıştı. Böylece Hz. Mevlâna, Süleyman Nahifi ve Âmil Çelebioğlu merhumlar vasıtasıyla Hamurcuzâdeyi de yumuşatmış muhibbana dahil etmişti.
Kendileriyle vazifelerimiz itibariyle de daha yakın ve birbirimizin yerine imza atacak kadar emin olduk. Ahmed Cevdet Paşamız “Devlet adamları, dirayeti zatî ve malumat-ı kâfiye sahip olmalıdır” der. Biz 20. yüzyıl okumuşları, malûmat-ı kâfiye sahip olmak imkânını çok bulamadık ya da çok geç bulduk. Bilmediklerimizi kime soracağız, hangi kitaba bakacağız hususlarında geç olgunlaştık. Ama Hamurcuzâde dirayet konusunda çok erken yeterli hale gelmişti. Duruşunda bakışında yürüyüşünde bir mert adam intibaını şüphesiz veriyordu. Kavlinde sadık olduğu besbelliydi. Ölmesi var dönmesi yok cinsindendi Dürüst ve cesurdu. Dürüstlük asıl cesaretle birleşince güzelleşiyordu. Günümüzde dürüst adam daha çok bulunabiliyor ama onu cesaretle birleştiren ender nadirattan. Mehmet Bey’i unutulmaz kılan asıl vasfı da bu zaten. O söylediyse yapar bilinir. Doğru bildiği konuda Valiye de Bakana da itiraz edip doğrusunu arz edebilirdi. Dostane mesaimiz devam ederken, hasbelkader her birimiz değişik yerlere tayin olduk. Ama selam kesilmedi, dostluk baki kaldı.
Eşi çerakiseden Hülya Abla erken yaşta ağır bir hastalığa duçar oldu. O da ciddiyet ve istikâmette Mehmet Bey’e denk idi. O sert bilinen Mehmet Bey’in eşine hastalığındaki ihtimamı ve mülayemeti hepimizi hayran bıraktı. Melek tabiatlı kızları Doktor Merve abla ve güvercin görünüşlü hukukçu oğlu Burak iki güzel âdem oldular. Allah onlara sıhhatli güzel ve uzun ömürler ihsan etsin. İsmi ile müsemma şoförü Pamukovalı Rıza Can’la Hamurcu ayrıldıktan sonra 3-4 yıl beraber çalıştık. Ciddiyet ve sadakat, cesaret ve feragati ona da tam sirayet etmişti. Onunla da dostluğumuz devam ediyor.
Davud-î Kayserî ve Ahmed Remzi Dede (Akyürek) silkinden yani ekolünden bir Kayserili olan Hamurcuzâde, maneviyatı maddiyatın önünde tutan bir zât idi. Türkiye’nin efkârlı günlerinde Hamurcu bir sıkıntıya uğrayıp erken tekaüt olmak zorunda kaldı. Ama bir müddet sonra kendini ilme irfana verdiğini, İslam klasiklerinin kıymetlilerinden Şeyh Mahmud-u Şebüsteri’nin Gülşen-i Râz’ını (sır bahçesi) hem de manzum tercüme ettiğini gördük. Allah’ın işlerine sırlarına vakıf olmak isteyenlerin zevk alacağı güzel bir hediyelik kitap olmuş. Tercüme ve tashihte emeği geçen refikası İslam Dini Muallimesi Fatma Hamurcu hanımefendiye ve Dr. Birol DOK beye de müteşekkiriz. O kitaptan kısa bir bölüm naklediyoruz:
KAİDE
“Güzel ahlâkın” aslı dayanır ‘adalet’e
Bundan sonra hikmete, iffet ve cesarete.
*
Bilge kişi dosdoğru olur amelle, sözle,
Sıfatlanmış olursa birisi bu dört özle.
*
Bu hikmetlerle olur ruh ve gönül uyanık;
Ne bir kurnazlık eder ne de olur bir alık.
*
Gizli olur zatında iffeti ve şehveti,
Uzak tutar kendinden ifrat ile tefrîti
*
Cesurdur ve arınmış zillet ve tekebbürden,
Temizlenmişdir zatı korku ve tehevvürden.
*
Çünkü adalet oldu onun zatına şiâr,
Zulüm bulunmaz onda doğasında iyilik var.
*
Benliğinde bulunur her tür güzel hasletten,
Dâima uzak durur ifrât ile tefritten.
*
Bu “sırât-ı müstakîm’in” çünkü oldu miyâne,
Her iki kıyısından gider nârın dibine.
*
Hem kılıçtan keskindir hem dahi kıldan ince,
Ne var dönüş ne duruş o köprüye girince.
*
Adâlete mukabil ‘zıtlardan’ sade birdi,
Toplamda bu zıtlıklar tamamı olur yedi.
*
Her sayının altında bulunur gizli bir sır,
Bu yüzden cehennemin yedi kapısı vardır.
*
Zulumden dolayı ki cehennem hâzır oldu,
Cennet ise her zaman adle muntazır oldu.
*
Adâlete mükâfat nûr ile rahmet oldu
Zulme layık görülen lânet ve zulmet oldu.
*
Tüm bu ‘güzelliklerin’ zuhûru itidâlde,
Adâletin varlığı zirve oldu kemâlde.
Mehmet Bey’le ilgili kaydettiğimiz hatıralar geçen 22 seneyi kapsar. “Her hal bir fırsattır” denilmiştir. Kendisini geliştirmeye devam eden bu kıymetli dostumuza pek çok hayırlı hizmet fırsatları ve sağlıklı uzun ömür lütfetmesini Cenab-ı Hakk’tan niyaz ve temenni ederiz. İsmi şerifi geçenlerden göçenlere rahmet ve mağfiret, hayatta olanlara da sıhhat ve afiyet niyaz ederiz.