Üniversiteye girdiğim senenin başlarında, ilk defa İslami bir çevreden farklı bir çevrenin de var olduğuna şahit olmuş, bunun şaşkınlığını yaşamıştım. Kendilerini inançsız olarak tarif eden arkadaşlar, gelip “Allah varsa nerde?” kıvamında ters köşe yapmaya çalışıyor, biz de sudan çıkmış balık misali, “şu ibadeti yaparken böyle yapmak daha makbulmüş” türünde konular dışında ilk defa bambaşka sorularla karşılaşıyorduk. Bu dönemde, dört bir koldan yöneltilen soruları yanıtlamak için araştırmaya vermiştik kendimizi.
Bahsettiğim konularla ilgili bana yol göstermesi için babamı aramıştım, o da bir mühtedinin hayatını anlatan bir kitap önermişti. Halbuki buradaki insanlar “din”i değil, yaratıcıyı sorguluyorlardı. Velhasıl teşekkür edip önerdiği kitabı almıştım ama okumadan kenara koymuştum.
Üniversite bitip tartışmalar durulduğunda ve yüksek lisans tezimi yazma dönemine geldiğimde elime ilk geçen kitap babamın önerdiği kitap olmuştu: İslam’ın Güleryüzü.
Kitap, Katolik bir Fransız olan Eva de Vitray-Meyerovitch’in kısmen hayat hikayesi, kısmen de Müslüman olması ve Mevlana’yla ilgili yapmış olduğu çalışmaların manevi etkisi üzerine yapılan bir nehir söyleşi. Bir hayat hikayesi herhalde bu kadar etkileyebilir insanı, müspet manada.
Mevlana’nın kitaplarını okumak ve tercüme etmekle geçirdi ömrünü
Müslüman olduktan sonra Havva ismini alan Eva Hanım, 1909 doğumlu, hukuk tahsili yaptıktan sonra felsefe doktorası yapmış, Paris’teki Bilimsel Araştırmalar Milli Merkezi'nde emekli olana kadar çalışmış ve dini konularda da sorular sormaktan vazgeçmemiş, cevaplarını bulamamaktan da muzdarip bir Katolik. Bir gün bir vesileyle Muhammed İkbal’in İslam’da Dini Düşüncenin Yeniden İnşası kitabını okur ve çok etkilenir; hem aklındaki sorulara büyük ölçüde ışık tutmuş olmasından, hem de Mevlana ile tanışmış olmasından dolayı. Ancak Hristiyanlığa dair soru(n)larını yine Hristiyanlığın içerisinden yanıtlamanın doğru olacağına inandığı için Sorbonne’a giderek üç yılını İncil metinlerinin yorumlanmasıyla geçirir. Bu üç yılın sonunda aldığı cevaplar onu tatmin etmez ve aslolanın İslam’da olduğuna kanaat getirip ihtida eder.
İkbal’in kitabında Mevlana ile ilgili kısımlar Havva Hanım'ı çok etkiler, hemen bir kütüphaneye gider fakat kaynakların çok kısıtlı olduğunu görünce Farsça öğrenmeye niyet eder. Öğrenir de... Geri kalan ömrünün çoğunu Mevlana’nın kitaplarını okumak ve tercüme etmekle geçirir. Görünürde yaşam öyküsü bu kadardır fakat işin aslı, ömrünün bir derya olmasıdır.
Hayatta olsaydı yapılacak ilk işlerimizden biri olmalıydı dizinin dibine oturmak; maddi manevi tecrübelerini, nasıl bir ömre bu kadar çok şey sığdırdığını kendisinden dinlemek ve feyz almak için... Sorularının ardına düşmesi Müslüman olmasına; çalışkanlığı, azmi ve hakkı arayışı ve bir yandan da Mevlana’nın eserlerini Fransızca’ya çevirmesi de onun manevi anlamda çok naif ve güzel bir insan olmasına vesile oldu. İnsan imrenmeden edemiyor, imrenebilmek bile güzel.
Betül Erken şiddetle tavsiye etti