Rivayet odur ki İstanbul’un Yemiş İskelesi’nde kahve yapan ve satan Üsküdarlı bilge bir zat varmış. Her türden insan kahvecinin sohbetini dinlemeye, güzel nasihatini almaya, derdini paylaşmaya gelirmiş. Günlerden bir gün bu kahvehaneye bir yeniçeri gelmiş. Kahveciye herkese kendinden kahve ikram etmesini fakat içeride yalnız başına oturan Rum gemi kaptanına vermemesini söylemiş. Kahveci de herkese yeniçerinin kahvesini ikram ettikten sonra iki kahve yapıp Rum kaptanın yanına oturmuş. Yeniçeri öfkeyle “Ona vermeyeceksin demedim mi?” demiş. Kahveci de “Bu senin değil, benim ikramım.” diyerek cevap vermiş. Rum kaptana dönen kahveci, kaptanla hem sohbet etmiş hem de kahve içmiş.

Aradan 40 yıl kadar geçmiş. Sisam Adası’nda büyükçe bir isyan çıkmış. Rumlar isyan etmiş. Üsküdarlı bilge kahvehaneci de bir şekilde Rumların eline geçmiş. O zamanlarda Rumlar eline geçirdikleri esirleri pazarda satıyorlarmış. Kahveciyi de yaşlı bir adam satın almış ve ıssız bir yere götürmüş. Adamın kendini öldüreceğini sanan kahveci korkuyla yaşlı adama bakarken adam ona kendisine 40 yıl önce bir kahve ikram ettiğini ve o kahvenin hatırını unutmadığını söyleyerek kahveciyi serbest bırakmış.

İşte bu hikâye bize küçücük bir kahvenin nasıl bir insanın hayatını kurtarmasına vesile olduğunu yani insanı insan yapan, sevginin temeli olan o yüce duyguyu, vefayı hatırlatıyor. Peki, nedir bu vefa? İstanbul’da bir semtin adı mıdır? İslâm’a göre nasıl olmalıdır? En güzel örnek Resulullah’ın (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) hayatındaki örnekleri nelerdir?

Allah’a teslimiyetin nişanesi

Vefa kişinin vaadine, ahdine ve yeminine sadık kalması, dostlarını unutmaması, onların dostluklarına ve iyiliklerine daha güzeliyle karşılık vermesidir. Böyle insanlara da vefakâr denir. Sevginin temeli, âdeta hayatın kaynağı olan vefa duygusunu İbn Hazm, “insanın aslının temiz, soyunun iyi olduğunu gösteren en açık delillerden, en güçlü kanıtlardan biri” olarak tanımlar.

Vefa aynı zamanda aşkta, sevgide, dostlukta ve bağlılıkta devamlı olmak demektir. Vefa, tam ve kâmil bir imanın ve Allah’a teslimiyetin nişanesidir. İnsan için en büyük vefa onu yoktan var eden, nimetler ile kuşatan, kâinatı önüne seren yüce Rabbini tanıyıp O’na hakkıyla kulluk edebilmektir. Âdemoğlu elest bezminde Rabbine O’nu tanıyacağına, O’na ibadet ederek kulluk edeceğine, nimetlerine nankör olmayıp şükredeceğine dair söz vermiştir. Nitekim âlemlerin Rabbi Araf Suresi’nin 172. ayetinde, “Bir de Rabbin, Âdemoğullarından bellerindeki zürriyetlerini alıp da onları kendi nefislerine şahit tutarak (ruhlara) ‘Ben sizin Rabbiniz değil miyim?’ dediği vakit, ‘Evet, Rabbimizsin, şahidiz.’ dediler. (Bunu) kıyamet günü ‘Bizim bundan haberimiz yoktu.’ demeyesiniz diye (yapmıştık).” buyurmaktadır. İşte Âdemoğlunun en büyük vefası verdiği bu sözü, yılmadan bıkmadan ölüm gelip kapıyı çalana dek tutmasıdır. Çünkü Yüce Rabbimiz yine başka bir Ayet-i Kerimede, Enam Suresi’nin 152. ayetinde “…Allah’a verdiğiniz ahdi tutun.” buyurmaktadır. İman etmiş salih kimselerin en güzel erdemlerinden birisi hem Rablerine verdikleri söze vefa göstermeleri hem de diğer kullara karşı vefa göstermeleridir.

Her güzel hasleti olduğu gibi vefakârlığı da en güzel, en güzide örneğimiz sevgili Peygamberimiz Resul-i Zişan Efendimizin (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) hayatında yakından müşahede etmek gayet mümkündür. O sözüne, şehadetine, ahdine, kefaletine ve sadakatine son derece vefalı idi. Allah Resulü (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) birine söz verdiğinde şartlar ne olursa olsun mutlaka onu yerine getirirdi.

Abdullah b. Ebi’l-Hamsa (Radiyallahu Anh) şöyle anlatıyor: Henüz peygamberlik verilmeden önce Muhammed (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ile bir yerde buluşmaya karar verdik fakat ben verdiğim sözü unuttum. Aradan üç gün geçtikten sonra hatırladım ve buluşacağımız yere gittim ki Muhammed (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) hâlâ orada bekliyor. Yanına yaklaştığımda bana şöyle dedi: “Abdullah nerede kaldın, bak Bana eziyet ettin; üç gündür seni burada bekliyorum.”[1]

Peygamberimiz üç gün boyunca her gün söz verdiği saatte gelip o kişiyi beklemiştir. Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) peygamberlik makamı verilmeden önce bile vefasıyla bizlere örnek olmuştur. O’nun vefası sadece bu kadarıyla da kalmamış, ümmeti için sayılıp hayran olunacak daha nice güzel örneklikleri hayatında barındırmıştır. İlk ve en kıymetli refikası Hatice annemize olan vefası bunlardan yalnızca biridir:

Bir gün yaşlı bir kadın Resulullah’ı (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ziyarete geldi. Resulullah, bu yaşlı kadını ayakta karşıladı ve sırtından cübbesini çıkarıp yere sererek buyur etti. Birlikte oturup bir süre sohbet ettikten sonra yaşlı kadın kalkıp gitti. Meçhul kadına karşı Peygamberimizin bu hürmetini gören Aişe (Radiyallahu Anha) sordu: “Ya Resulallah! Kimdir bu kadın ki o gelince ayağa kalktın, sırtındaki ridanı çıkarıp altına serdin?” Allah Resulü (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle cevap verdi: “Bu kadın, Hatice hayatta iken yanına gelir, ona dostluk eder, yardımda bulunurdu!” Bu sözleri Hatice’ye (Radiyallahu Anha) biraz daha fazla değer verme şeklinde anlayan Aişe validemiz şöyle karşılık vermekten kendini alamadı: “Ya Resulallah! Allah Sana, o yaşlı hanımdan daha hayırlısını vermedi mi?” Bu söz üzerine Peygamber Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) buyurdu ki: “Hayır, ya Aişe! Rabbime yemin ederim ki bana ondan daha hayırlısını vermedi.”

Efendimiz bu iyiliğin sebeplerini, “İnsanlar inkâr ederken o Bana inandı, herkes Beni yalanlarken o ‘Sen doğrusun çekinme devam et’ dedi. Herkes Beni yalnızlığa terk ederken o Bana sadece imanı ve sevgisiyle değil malıyla da destek oldu. Bu uğurda maddî varlığını feda etmekten geri durmadı. Bana her şartta sahip çıktı. Üstelik Benim bütün çocuklarım da ondan oldu.” diyerek açıkladı.”[2]

İşte bu olay bize vefanın karşılığının daha güzel bir vefa olduğunu gösteriyor. Başka bir olayla bu durumu pekiştirecek olursak Mekke’nin fethinden sonra gerçekleşen şu olayı zikretmek yerinde olacaktır:

“Peygamberimiz Mekke’nin fethinden sonra doğduğu ve büyüdüğü şehir olan Mekke’ye yerleşmeyip Medine’ye dönmüştür. Mekke fethedilince onun burada kalıp Medine’ye geri gelmeyeceğini düşünen bir kısım Ensar endişelerini kendisine ilettiklerinde “Öyle bir düşünceden Allah’a sığınırım. Benim hayatım sizin hayatınızdır, Benim ölümüm sizin ölümünüzdür.” sözleriyle Medine’ye geri döneceğini açıklamıştır.”[3]

O’nun bu nezaketi ve vefası, güzide ashabını hayran bırakıp İslâm’a nefer kılmıştı. O, Ensar’ın zamanında gösterdiği iyilik ve ahde vefasından dolayı şehirlerin annesini, Mekke’sini feda etmişti.

İşte O nadide insan biricik Peygamberimiz Resul-ü Ekrem Efendimizin bizlere miras bıraktığı vefa dediğimiz bu güzel haslet, gelin bir semtin adıyla kalmasın… Vesselam…

Esra Ok

Hüma Dergisi 20. sayı

         

DİPNOTLAR:

[1] Ebu Davud, es-Sünen, “Kitabu’l Edeb”, 90

[2] Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, VI, 117, 118

[3] Buharî, “Meğâzî”, 52