Merhum şehit Muhsin Yazıcıoğlu'nun 19 Mart 2009 günü BBP'nin Karaman seçim bürosunda yaptığı konuşmasını, arkadaşlarına ve sevdiklerine yaptığı son konuşma olarak biliyoruz. Bu konuşmasında "Şimdi bakın yoldan geldik, yola gideceğiz. Hiç birimizin garantisi yok. Şurada ayakta duranın da, oturanın da garantisi yok. Yani, ruh bir saniyeliktir. Püf dedi mi gitti. Bunun da nereden geleceği, nasıl geleceği, ne şekilde yakalayacağı belli değil. Bir saniyenize bile hakim değilsiniz. Bir saniyesine bile hâkim olamadığımız, hükmedemediğiniz bir hayat için, bir dünya için, bu kadar fırıldak olmanın anlamı yoktur." demiş, siyaset sahnesinde de sosyal hayatında da dimdik yürümüş, doğru gitmiş, Hakk'ın yolundan şaşmamış yiğit bir adam, bir şairdir Muhsin Yazıcıoğlu. Ömrünün 5,5 yılı hücrede olmak üzere 7,5 yılını cezaevinde geçirdiği, daha sonraları yaşamının "Medrese-i Yusufiye" olarak adlandırdığı bölümü bazı fikirlerinin netleşmesine imkân sağlamıştır.
Bir kimlik aranıyorsa, İstiklal Marşı yeniden, defalarca okunmalıdır
Muhsin Yazıcıoğlu, 28 Şubat döneminde, sürecin mimarlarının “5 milyon insanı kesmekten” söz etmesine karşın yiğitçe, mertçe, “Türkiye Suriye olmayacaktır; gerekirse 5 bin insanla dağlara çıkarız" demekten geri durmamış, "Ben siyaseti Allah rızası ve içinden çıkmış olduğum Anadolu insanı için yaptım" sözünü ağzından asla eksik etmemiştir. 55 yıllık yaşamında Türklüğü ve İslâmlığı asla birbirinden ayrı koymamış, bu uğurda nice çileler çekmiş, gerektiğinde yol ayrımlarına girmiştir. Türk siyasetinin en stresli ve gergin zamanlarında Sivas halkı onu defalarca vekil seçmiş, partisi BBP'de ise daima genel başkanlık yapmış fakat bu koltukta oturmamış, memleketini karış karış gezerek derdini anlatmış, kendi derdiyle sevenlerini de dertlendirmiştir.
Muhsin Yazıcıoğlu'nun, siyasilerin kimlik arayışlarına(!) yoğun ilgi gösterdiği bir dönemde mecliste yaptığı konuşması, Türk siyaset tarihine altın harflerle kazınacaktır. Bu konuşmasına "Bu devlete bir kimlik aranıyorsa, İstiklal Marşı yeniden, defalarca okunmalıdır. Anayasadan daha fazla mutabakat, İstiklal Marşımızda vardır." diyerek Türk milletinin gönlündeki yerini sağlamlaştırmıştır. Büyük şair Mehmet Âkif Ersoy'un İstiklâl Marşımızı yazdığı Taceddin Dergâhı'ndaki doğum, ölüm yıldönümü anma törenleri ve İstiklal Marşı'nın kabul edilişinin yıldönümü üzerine gerçekleştirilen törenleri merhum Yazıcıoğlu kaçırmamış, en ön saftan takip etmiştir.
Ben İstiklal Marşı için hayatını vermeye hazır birisiyim
Muhsin Yazıcıoğlu’nun İstiklal Marşı'na olan bağlılığı 12 Eylül 1980 ihtilalinde de kayıtlara geçmişti. Tutuklanan MHP lideri Alparslan Türkeş mahkeme salonuna girerken, o dönem Ülkü Ocakları Genel Başkanı olan Yazıcıoğlu’nun bir işaretiyle mahkeme salonunda bulunan bütün ülkücüler İstiklâl Marşı'nı gür bir sesle okumuşlardı. Bu hem milliyetçilerin yegâne metnini hatırlatmak için ciddi bir refleksti hem de mahkeme heyetinin Türkeş salona girerken ayağa kalkmasını sağlayan stratejik bir hamleydi.
“Üşüyorum” şiirini yazdığı ve nice çilelere maruz kaldığı Mamak Cezaevi’nde de yine Yazıcıoğlu’nun İstiklal Marşı’yla ilgili çok hazin bir anısı vardır. Kafes adı verilen hücrede kaldığı dönemde İzmir Marşı, Eskişehir Marşı ve her gün saat 16.00’da İstiklal Marşı söylettirilirmiş. Hep beraber hücrelerde kalanlar sıraya girip de “İstiklal Marşını söyleyin!” emri geldikten sonra çok yüksek bir sesle söylenmeye başlanırmış. Sesin derecesi hafifledikçe coplar devreye girer, bazen dürterek bazen de şiddetli cop darbeleriyle İstiklal Marşı manevi tarafı ve kıymeti gözetilmeksizin bir zorlama unsur olarak kullanılırmış.
Muhsin Yazıcıoğlu bu anısı üzerine şunları söylemiştir: “İstiklal Marşı söylenecek. Hep beraber sıraya geçiriliyoruz. Diyorlar ki, 'İstiklal Marşına başla'. Topluca söylüyoruz ama bağırarak söyleyeceksiniz. Birisi elinde copla dürtüklüyor. Şimdi ben İstiklal Marşı için hayatını vermeye hazır birisiyim. Bana İstiklal Marşı zorla söylettiriliyor. Ben bunun için mücadele ettiğime inanıyorum. Kavgaya bu değerin korunması için girmişim. Ama bana İstiklal Marşı söylettirilmek için cop kullanılıyor. Ben diyorum ki kendime, bunu bağırarak söylesem, korkudan söylemişim gibi algılanır, söylemesem, o zaman darba maruz kalıyorum. Böyle bir ikilem yaşıyorum. Hücrede yatan devrimci bir arkadaşa dedim ki, 'Ben senin yerinde olsam çok rahat olurdum. Mesela Rusya’da esir düşsem, Enternasyonal Marşını söyletmek isteseler söylemem. İşkence yapsalar dayanırım, direnirim. Bunun için gerekirse sürünürüm. Söyletemez kimse bana. Ama burada bana İstiklal Marşımı sanki cop kullanarak söyletiyorlar. Bunu içime sindiremiyorum.' Sesini hiç çıkartmadı. 'İstiklal Marşı benim de marşımdır' demedi.”
Taceddin Dergâhı'na gömülmeyi vasiyet etmişti
On yedi defa trafik kazası geçirmesine rağmen hepsini hafif sıyrıklarla atlatan Muhsin Yazıcıoğlu, tam 7 yıl evvel 25 Mart 2009’da içinde bulunduğu 2009 Medair TC-HEK helikopterinin şüpheli bir biçimde Kahramanmaraş’ın Keş Dağı’na düşmesiyle, Rahmet-i Rahman’a kavuştu. Sevenleri kahroldu. Aslında onu sevmeyenler yoktu, işine gelmeyenler vardı. Çünkü onun işi gücü Türkiye, Türkler, yani Müslümanlar idi.
Onca mahkeme ve işkence görmesine karşın bir gün dahi ceza almayan merhum daima “Kahrın da hoş lütfun da hoş” demiş, ne kaderine ne de devletine küsmüştü. Allah hüzünlü kalpleri severdi, hüznü kalbinden çıkarmadı. Bu sebeple cenazesindeki bir milyona yakın vatandaşımız da hüzünlüydü, sokağındaki camisine koşup onun için dua eden, Kur’an okutan da hüzünlüydü. Türkler hüzünlüydü Muhsin Yazıcıoğlu vefat ettiğinde.
Vasiyeti gereğince İstiklâl Marşımızın yazıldığı Taceddin Dergâh’ına (Mehmet Akif Ersoy Müze Evi) defnedildi. Hz. Ömer Efendimiz'in hakiki siyaset adamı tarifinde yer alan “doğru, dürüst, mert, babayiğit, er ve eren” sıfatlarını sonuna kadar hak eden bir şahsiyet olduğuna şahitlik ederiz, edeceğiz. Cenab-ı Hakk ruhunu şad, makamını âli etsin. Lillah-il-fâtiha.
Yağız Gönüler