Ahmet Muhtar Büyükçınar Hocaefendi (1920-2013) için zamanımızın meçhul meşhurlarındandır dense yeridir. Mechuldür zira günümüz insanı onu -birkaç istisna dışında- ekranlarda ve basın-yayın organlarında görmemiş, duymamıştır. Meşhurdur, çünkü yetiştirdiği çok değerli talebeleri, fikirleri ve bilhassa örnek hayatıyla ülkemizin çığır açıcı şahsiyetlerinden birisidir. Onun Antep’te başlayıp Esenköy’de nihayete eren 93 yıllık hayatı hatıratındaki nitelemeyle gerçekten de bir ibret aynasıdır. Hayatım İbret Aynası isimli bu hatırat, bir yanıyla; henüz bir yaşında yetim kalan bir çocuğun hayatın bin bir çilesi, acısı ve saptırıcı sınavlarını ilahi inayet, azim ve irade ile aşarak, çalışkan ve saygıdeğer bir İslâm âlimi oluş hikâyesi; diğer yanıyla da yakın tarihimizin baskıcı din politikasının, o baskılarla mücadele etmiş bir âlimin şahsında ortaya konmuş tarihi belgesidir. Bu yönleriyle eser hayatın anlamını dinine hizmet olarak belirlemiş günümüzün idealist gençleri için de sahih bir yol kılavuzu ve hizmet rehberidir. (Eserin son baskısı Ensar Yayınları’ndan çıkmıştır, 2018) Bu itibarla bendeniz bu kısa tanıtımda önce o büyük dava insanının hayatı hakkında kısa bir özet sunmak sonra da o davanın mirasçısı olanlara yönelik mesajları üzerinde kısaca durmak istiyorum.

Merhametsiz bir baba ve zalim bir üvey ana elinde çok çileli bir çocukluk geçiren yetim Ahmet Muhtar, altı yaşından 17 yaşına kadar oradan oraya savruldu; çoğu zaman gurbetlerde dokumacılık, sığırtmaçtık, bağ bekçiliği, çerçilik, kebapçılık, aşçılık, baklavacılık, marangozluk, deniz hamallığı ve ırgatlık yaptı. Henüz çocuk yaşta kaçak rakı ve esrar imalatçısı olan dayısının yanında çalıştı ve her türlü insanla teması hayatı erkenden tanımasını sağladı. 1937 yılında, henüz 17 yaşındayken memleket gerçekleriyle yüz yüze geldi; tekkelerin kapatıldığını, bazı camilerin depoya çevrildiğini, Kur'an öğrenmenin ve öğretmenin bile yasaklandığını dehşetle fark etti. Bunun üzerine her şeyi bırakıp kendisini dinine adamaya karar verdi ve hayatının sonuna kadar bağlı kalacağı bir karar aldı; “Ya ilim ya ölüm!”

Bu kararı uygulamak için kendisine hocalar buldu ve gizli gizli Arapça ve dini ilimleri öğrenmeye başladı. O bir yandan öğreniyor bir yandan da öğrendiklerini kilitli camilerin gizli ve karanlık bölmelerinde talebelerine öğretiyordu. Bu faaliyetleri elbette emniyet güçlerinin gözünden kaçmadı. Böylece kaçma ve kovalamacayla geçen yıllar başladı. Devrin baskıcı din politikasının bütün tecrübelerini şahsında yaşadı, aylarca hapiste kaldı fakat asla pes etmedi. Yurtiçinde okuma imkanı kalmayınca İkinci Dünya Savaşı yıllarında ölümü göze alıp kaçak olarak birkaç defa Halep ve Şam'a gitti; oradaki medreselerde bazen günlerce aç kalma pahasına eğitimini sürdürdü. Hatıratın bu bölümlerini okuyan idealist gençlerimiz kendi yaşlarındaki bir insanın davası için neler çektiğini ve bu çektiklerine karşı nasıl ilahi inayetlere mazhar olduğunu bir menkıbe okur gibi hayretle okuyacak ve şüphesiz bundan kendilerine de pay çıkaracaklardır. Diğer taraftan bu bölümler manevi bir arayışın hikayesi olması bakımından da benzer arayışları olan gençlerimiz için ilgi çekicidir.

Gönlünü kandıracak bir şeyh bulma ümidiyle hayli kapıları yoklar fakat dinin özünden uzaklaşmış, folklorik hale gelmiş bu kapılardan hayal kırıklığıyla döner. Okuduğu tasavvufi kitaplarda öğrendiği çile usullerini hayatına uygulamaya kalkar ve bir nevi meczub hayatı yaşar.

Yirmili yaşlarındaki Ahmet Muhtar, evet, bir ilim aşığıdır ama aynı zamanda çocukluğunda dedesiyle gittiği tekkelerin aşk ve şevk dolu ortamını da özlemektedir. Gönlünü kandıracak bir şeyh bulma ümidiyle hayli kapıları yoklar fakat dinin özünden uzaklaşmış, folklorik hale gelmiş bu kapılardan hayal kırıklığıyla döner. Okuduğu tasavvufi kitaplarda öğrendiği çile usullerini hayatına uygulamaya kalkar ve bir nevi meczub hayatı yaşar. Nihayet aradığı kapı rüyasında kendisine gösterilir ve böylece gönlü itminana kavuşur, ilim kanadının yanına bir de aşk kanadı takar. Bu bahislerde yazar hurafe ve sapkınlıklardan uzak bir tasavvufun ölçülerini kendi hayatı üzerinden örneklerle ortaya koymaktadır.

Hemen her meseleyi derinden irdeleyen Büyükçınar, evlilik sürecini anlattığı bahislerde de evlenecek gençlere mutlu bir yuva kurmanın ipuçlarını vermektedir.

Sık sık kesintiye uğrayan eğitim hayatının arasına giren uzun bir askerlikten sonra memleketine dönen Ahmet Muhtar, hocası olan büyük alim Cabizade Abdullah Efendi’yi ölüm yatağında bulur. Gerçi ondan hayli şeyler öğrenmiş, Arapça ve dini ilimlerde hatırı sayılır bir birikime ulaşmıştır ama o bunlarla yetinmez ve çıtasını şöyle belirler: “Öyle bir ilme ulaşmalıyım ki ülkemizdeki bütün dini kitapları yaksalar bile ben hepsini yeniden yazabilmeliyim.” Peki böyle bir ilim merkezi var mıdır? Evet, Ezher..! İslam âleminin bu en büyük ilim yuvası Ahmet Muhtar’ın rüyalarını süslemektedir. Yine kaçak olarak Mısır'a gitmeyi göze almışken Demokrat Parti’nin iktidara gelişiyle hacet kapıları açılır ve Arap ülkelerine gitme yasağı kalkar. Böylece 30 yaşındaki Ahmet Muhtar, resmen Ezher talebesi olur. Orada ihtisas ve hocalık da dahil olmak üzere 12 yıllık uzun bir tahsil hayatı geçirir (1950-1962).

Kahire'de iken, Ezher hocalarının yanında Şeyhülislam Mustafa Sabri, Zahid Kevseri ve Yozgatlı İhsan Efendiler’den istifade eden ve ilim heybesini dolduran Ahmet Muhtar, Mısır’la ilgili renkli tablolar serer önümüze. Mısır’ı, Mısırlıların ilginç geleneklerini, İhvan hare ketini, Nasır ihtilâlini, Arap-İsrail savaşını bu satırlarda ilgiyle takip ederiz. Mısır kısmında uzunca bir bölümü de evlilik bahsi teşkil eder. Gerçi o gençliğinde dinine daha iyi hizmet edebilmek için evlenmemeye karar vermiştir ama şimdi şartlar değişmiş, dini hayat canlanmaya başlamıştır. Dine iyi hizmet edebilmek ve toplumun yarısını teşkil eden hanımlara ulaşabilmek için evlenmesi gerektiğine kani olur ve 37 gibi hayli geç bir yaşta yuva kurar. Hemen her meseleyi derinden irdeleyen Büyükçınar evlilik sürecini anlattığı bahislerde de evlenecek gençlere mutlu bir yuva kurmanın ipuçlarını vermektedir. Nitekim kendisi bu prensipler sayesinde örnek ve huzurlu bir evlilik hayatı yaşamış. Bilahere hem ailede hem de hayatin her alanında başarılı olmanın şifrelerini Mutluluk Yolları Hayat Kitabı adıyla kitaplaştırmıştır. Dini ve hayat pratiklerini mezceden bu kitap, ülkemizde yayınlanan bu tür kitapların öncülerinden sayılabilir. Bu vesileyle eserin yeni baskısının Mevsam Yayınları tarafından yapılacağını da haber verelim meraklılarına.

Tahsilini tamamlayan ve Ezher’de hoca olarak göreve başlayan Büyükçınar’ın önünde bir çok imkan kapıları açılmıştır. Ancak, Ezher’de eserleriyle meşgul olarak, hayatta kalmak, Hicaz yahut Libya'da çok iyi imkanlarla hoca olmak gibi cazip teklifleri reddederek yeni- den yurduna döner (1962). Zira o Ezher’e, memleketin dini irfanına hizmet etmek gibi bir idealle gitmiştir, refah içinde yaşamak için değil. Ne var ki, Ezher diplomasının geçerli sayılmadığı o yıllarda memleketimizde hiçbir resmi görev alma imkanı bulunmamaktadır. 3 çocuk babası Ahmet Muhtar, şartlara boyun eğmeksizin, iki gözlü kira evinin perdeyle ayrılmış bir köşesinde, çeşitli vakıflı (Eserin yeni baskısı için bk. ve okullarda fahri dersler verir, binlerce öğrenci yetiştirir. Aile sinin geçimini ise dokumacılık, baklavacılık ve konfeksiyon gibi çocukluk mesleklerini icra ederek sağlar. Onun eskiden beri bir hayali vardır: Yaz kampları açmak ve bu kamplarda memleketin öncü din alimlerini yetiştirmek. 1967 yılından itibaren Yalova-Esenköy’de, İmam Hatip talebeleri için açtığı bu yaz kurslarında yetişen çok sayıda talebe daha sonra başta ila hayat fakülteleri olmak üzere çeşitli üniversitelerimizde saygın öğretim üyeleri olarak hizmet etmişlerdir.

Kahire’de iken, Ezher hocalarının yanında Şeyhülislâm Mustafa Sabri, Zâhid Kevserî ve Yozgatlı İhsan Efendiler’den istifade eden ve ilim heybesini dolduran Ahmet Muhtar, Mısır'la ilgili renkli tablolar serer önümüze. Mısır’ı, Mısırlıların ilginç geleneklerini, İhvan hareketini, Nasır ihtilâlini, Arap İsrail savaşını bu satırlarda ilgiyle takip ederiz.

Gençliğinde aldığı prensip kararı gereği o güne kadar hiçbir ücret almadan ders veren Büyükçınar, nihayet 1977’de resmi olarak Diyanet İşleri Haseki Eğitim Merkezi'ne; Arapça, Tefsir ve Hadis hocası olarak atanır. 9 yıllık bir hizmetten sonra 1985 yılında yaş haddinden emekli olarak çok sevdiği Esenköy’e yerleşir. Emekliliğinden vefatına kadar -hastalığının ilerlediği son birkaç yıl hariç Yalova-Esenköy’deki evinde, yine talebeleriyle ve yazmakta buluntudaki tek gayesi olan dinine hizmet yolunda çalışmalarına devam eden muhterem Hocamız 2013 yılında Hakk'ın rahmetine kavuşmuş ve Esenköy’deki aile mezarlığına defnedilmiştir. Büyükçınar'ın talebeleriyle birlikte tercüme ettiği: Hadislerle Müslümanlık, Muvatta, Sünenü'n-Nesai, Tergib ve’t-Terhib nimiz ve Hayatımız-Dinî Suallere Cevaplar, Mutluluk Yolları-Hayat Kitabı, Hayatım İbret Aynası ve Bütün Yönleriyle İslâm İlmihâ Mevsimler Yay. 2020) isimli telif eserleri mevcuttur. Büyükçınar hocamızın İlmihal’ine göz atanla onun zamanla ortaya çıkan birçok fıkhî meselede nasıl çözümleyici bir tavır içinde olduğunu ve “mekasıd-ı şeria” denen hükümlerin vazedilme prensiplerini öncelediğini görürler. Yine Hocamızın bendeniz tarafından derlenmiş sohbetleri de İrfan Sohbetleri adıyla neşredilmiştir. (Mevsimler Yay. 2018)

Şimdi de ayrıntısına girmemize bu yazının sınırlarının elvermediği bu örnek şahsiyet ve fikirleriyle ilgili temel birkaç hususu zikrederek bitirelim yazımızı. Rahmetli Hocamız dini anlayış, kavrayış ve yorumlayış bakımından hem geleneği tekrar eden ve günümüzün ihtiyaçlarına yabancı klasik ulemadan hem de modernlik adına Kuran-ı Kerim’e, hadislere ve ana kaynaklara karşı nobran günümüzün modernist ilahiyatçılarından hayli farklıydı. Zira O, uzun eğitim hayatı boyunca İslam’ın ana kaynaklarını derinlemesine tanımış ve özümsemiş sonra da bu özümsediği “ruhu” içinde bulunduğu hayatın gerçekleriyle buluşturmayı bilmişti. Söz gelimi İrfan Sohbetleri’nin içindekiler kısmına bir göz atanlar onun ne kadar farklı alanlarda fikir irad ettiğini görürler. Klasik bir din aliminin hayatı eviyle mektep veya medrese arasında geçer; o geçmiş asırlara ait kitapların kapalı dünyasında yaşarken sürekli devinim içindeki gündelik hayatın nabzını elinden kaçırır. Oysa hayat; aile hayatı, sağlığı, sporu, mektebi, tekkesi, çarşısı ve siyasetiyle bir bütündür. Dinamik ve değişken bir hayatın ürettiği yeni sorunlara cevap vermek isteyen bir din aliminin bütün bu alanlarda hiç olmazsa ortalama bir ilgi ve kültür sahibi olması icab eder. Hatıratında da özetlediğimiz üzere Büyükçınar, çocukluktan alim insanlarla bir arada bulunmuş, hayatın acılarını tatmış. Bilhassa yaşadığı aile travması onu mutlu bir aile yuvası üzerinde düşündürmüş; girip çıktığı farklı meslekler ve iş hayatı piyasanın problemleriyle yüz yüze getirmişti. Sağlam bir dini alt yapıya istinat eden bütün bu hayat pratikleri ve deneyimler, onun önce kendi hayatına uyguladığı prensiplere dönüşmüş bilahere de -yukarıda adı geçen- Mutluluk Yolları adıyla kitaplaşmıştır. Bu eserde yediden yetmişe insanların hayatta sağlıklı, huzurlu, mutlu ve başarılı olmasının şartları ve çerçevesi çizilmedir.

Din ve tasavvuf erbabının alışılmış genel tavrı dünyayı ve dünyevi meseleleri tahkir ve hiç olmazsa lakaydi’dir. Oysa Hocamız insan mutluluğunu sadece ruhi arınma ve tatminle sınırlamaz onun be deni ihtiyaçlarını da asla hafife almazdı. Bu sebepledir ki onun hem yukarıda bahsi geçen kitaplarda hem de Hatırat’ında insan hayatına bütüncül yaklaştığı: yeme-içme, uyku düzeni, sağlık ve cinsel ihtiyaçlara kadar insanı ilgilendiren hemen her konuda bilgi ve tecrübelerini paylaştığı görülür. Sözgelimi o müstesna bir aşçıydı ve sağlıklı beslenmenin prensiplerine bihakkın vakıftı, keza bir doktor kadar koruyucu hekimlik üzerine zihin yormuştu. Esasen ilahiyat dışında bir tahsil alanı seçecek olsaydı bu her halde tip olurdu. Onun sıklıkla üzerinde durduğu diğer bir konu insanın kendisini üzüntü ve ümit sisliğe kaptırmamasının dini bir emir olduğu hususu idi. Kuran’daki “Lâ-tahzen (üzülme)” emrini itibaren birçok meslek ve meşrepte hatırlatır ve; “Allah var gam yok” sözünü tekrar ederdi. Diğer bir konu Müslümanların ezeli ve ebedi problemi olan tefrika ve meşrep taassubuydu. Hocamız Müslümanların vahdetini bozan her türlü taassuba mesafeliydi. Onun gündelik bahislerle ilgili tavrına da bir iki örnek vereyim. Büyükçınar, sağlık ve temizlik konusunda çok titizdi. Kiri daha iyi gösterdiği için beyaz renkleri tercih eder, üstüne toz kondurmazdı. Keza sağlık, spor ve bilhassa yüzme konularına da özel bir ilgi gösterirdi. Nitekim 1964’te başlattığı imam hatip öğrencilerine yönelik yaz kampları için deniz kenarındaki Esenköy’ü seçmesi de bu amaçla olmuştu. Buradaki yaz kamplarında öğrenciler 3 ay boyunca bir yandan derslerine çalışırken bir yandan da çeşitli sporları ve iyi yüzmeyi öğrenmişlerdi. Kendisi de çok mahir bir yüzücüydü. Bazen birlikte denize girerdik. Bendeniz birkaç yüz metre sonra yorulup geri dönerken o gözle görülmeyecek kadar uzaklara açılırdı. Oysa o yıllarda ben 30’lu yaşlardaydım o ise 80 yaşını sürüyordu. O yaşta bile adeta tunçtan dökülmüş gibi adeleli ve güçlü bir bedeni vardı.

Özetle, o binbir çileyle dolu hayatının içinden İslam’ın aradığı güzel insanı bulup çıkarmış, onu kimlik edinmiş ve o kimlikle yaşadığı çağın Müslümanlarına model olmuş bir insandı. Ne yazık ki bu medyatik çağda, görsel araçların uzağında yaşayan o model insanı tanıyabilen ve anlayabilen kişiler hayli sınırlı kaldı. Ümid ederim ki ölümünden sonra daha iyi anlaşılan ve topluma mâlolan bir çok zevat gibi o da eserleri ve fikirleriyle topluma mâlolsun ve ümid ederim ki gençlerimiz parlak bir deniz feneri gibi önlerinde duran bu büyük dava adamından devri aldıkları mukaddes emaneti daha ilerilere taşısınlar.

Cihan Okuyucu

Kaynak: Seferber Dergisi