İmam efendi bir gün cemaati toplamış. Ben ölürsem ardımdan ne diyeceksiniz, söyleyin bakalım, demiş. Cemaat, ne diyelim hocam, iyi insandı, yardımseverdi, sadece kötülükten uzak durmaz, iyilik yapmasını da bilirdi, bilgili idi, nazikti, iyi biliriz, böyle şahitlik ederiz, demiş. İmam efendi gerçekten böyle imiş. Cemaati dinledikten sonra, bre Müslümanlar bunları sağlığımda bana da söyleyin ki ölmeden önce kulaklarımla duyayım, demiş.

Fıkradaki kahramanın imam olması tesadüf değil. İkincisi, bizde ‘kör ölür badem gözlü olur.’

İnsanları tenkitten, takdire bir türlü sıra gelmez. Bunun sebepleri var. İlgili kişinin tevazuu, ihmal, imkânsızlık, teşkilatsızlık, böyle bir gelenekten yoksun olmak.

Denilebilir ki kadr u kıymeti hayatta iken en az bilinen insanlarımız âlimlerimizdir. Medya çağında da bu böyle. Siyasilerin, ekranlarda her fırsatta arzıendam eden şarkıcıların, türkücülerin, filmcilerin, ilim adamlarına göre daha kıymet bilen çevreleri var da sık sık onun için mi gündeme getiriliyorlar? Böyle dersek, ilim adamının yetiştirdiği talebelere, yazdıkları, söyledikleri ile bilgi verdiği kişilere haksızlık etmiş olmaz mıyız?  Oluruz ama bu tespit sonucu değiştirmiyor.

İlim adamı endamı ile değil, eserleri, talebeleri ile görünür

Pekiyi, neden o zaman ilim adamlarının kıymetini bildiğimizi göstermeyiz? Neden öldükten sonra birkaç gazete yazısı, bir dergide dosya konusu veya anıt sayı ile yetinir, sonra da nisyana terk ederiz onları?

Çünkü ilim adamı gerçekten ilmi ile âmil ise, kimsenin gözünün yaşına bakmaz, hakikati söyler. Siyasilere yâr olmadığı gibi, onların hoşuna gitmeyecek şeyler de yazar, söyler. İlim zaten oldum olası ortalıkta görünen bir şey değildir. İlim adamı endamı ile değil, eserleri, talebeleri ile görünür. Artı, bize göre teşkilatsızlık, işi üstlenecek kişilerin azlığı, acaba elime yüzüme bulaştırır mıyım endişesi bu tür faaliyetlerin önünü kesiyor.  

TDV KAGEM’i bu eşiği atlamış olarak gördük. Merkezi Ankara’da olan kurum, belirli aralıklarla “Ustalara Saygı” adı altında ilim, fikir, sanat dünyamızın önemli isimlerini ağırlamaya çalışıyor. Ağırladığı isimlere bakılırsa aslında üst başlığın “Öncülere Saygı” gibi daha belirleyici bir başlık olması beklenir. Çünkü “Usta” bilindiği gibi esnaf jargonudur. İlmiyeyi esnaf jargonuyla takdim etmemek gerek.

KAGEM’in 3 Nisan 2017 Pazartesi günü saat 18.00’de TDV Kocatepe Konferans Salonu’nda düzenlediği “Bilge Bir Hayat”ın misafiri Prof. Dr. Mehmed Said Hatiboğlu idi. Moderatörlüğünü Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez’in yaptığı oturuma Prof. Dr. Süleyman Ateş, Prof. Dr. Ethem Ruhi Fığlalı ve Prof. Dr. Ali Birinci konuşmacı olarak katıldı.

Talebedeki ilmi merakı, tecessüsü uyandıran bir hoca

Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez, hocası Prof. Dr. Mehmed Said Hatiboğlu ile ilgili olarak onun Hz. Peygamber aleyhisselama olan saygısından, sevgisinden, adının her geçişinde kendini toplayışından, gözlerinin yaşarmasından bahsetti. İlim adamı olarak nezaketine vurgu yaptı, talebelerle ilişkisindeki inceliğe dikkat çekti. Bu dikkat çekmede; eski medrese hocalarının şedid, zorluk çıkaran, talebeyi geleceğin âlimi, hocası olarak görmeyen bakışa eleştiri gizli idi. İlim adamı olarak Hatipoğlu’nun talebedeki ilmi merakı, tecessüsü uyandıran bir hoca olduğu üzerinde durdu. 

İkinci konuşmacı Hatipoğlu’nun sınıf arkadaşı Prof. Dr. Süleyman Ateş idi. Ateş Hoca, Hatipoğlu’yu Hadis, kendisini Tefsir alanında asistan olarak alan merhum hocaları M. Tayyip Okiç’ten söz etti. İlim adamının konusu ilim, âlim, kitap, fikir, eser üzerinden ilerlemez mi zaten? Böyle olur. Laf lafı açar fakat kitap, hocalar, eserler, tartışmalar bağlamında. Talebeleri vesilesiyle de olsa rahmetle anılmış oldu Tayyip Okiç Hoca. Anılar tazelendi, Okiç hocanın takılmalarından, fakülte ile ilişiğinin kesilmesinden, cömertliğinden, nezaketinden, vefatından sonra Bosna’ya nasıl nakledilip defnedildiğinden bahisle mazimizi hatırladık.

Hatipoğlu iyi bir mücellit ve iyi bir hattat imiş aynı zamanda

Üçüncü sözü Hatipoğlu Hoca’nın hemşehrisi Prof. Dr. Ethem Ruhi Fığlalı aldı. Fığlalı, Hatipoğlu hocanın tenkitçi, araştırmacı, ilmî kimliği üzerinde durdu ve tenkitçi (cerh ve tadil) anlayışını babası Hatip Hoca’dan aldığını/tevarüs ettiğini söyledi. İslam’ın ve Müslümanların geleceğinde bu eserlerin ve eserlerdeki bakış açısının önemi üzerinde durdu.

Dördüncü konuşma, bir kitap dostu olan Prof. Dr. Ali Birinci’nin idi. Hatipoğlu Hoca ile ortak noktaları kitap dostu olmaları, kitap bağlamında birbirlerini sevmeleri idi. Bir kez daha teyit edildi ki kitapsız ilim olmaz. Bu şu demektir. İlim adamının ilmini gösteren en önemli delil önce yazdığı kitaplardır. İkincisi, kütüphanesidir. Hatipoğlu Hoca, babasının kitaplarını okumak için sanat okulunu bırakmış ve İlahiyat fakültesine girmek için ortaokula başlamıştır. Bu kitaplardaki ilmi taşımak için Arapça gibi alet ilmini ve diğer dini ilimleri bilmek gerekir. Tenkitçi yaklaşım, hakikat sevgisi, bitmek tükenmek bilmeyen merak, sağlık, uzun ömür ve tabii ki aile huzuru, eşlerin desteği. Yine bu bağlamda öğrendik ki Hatipoğlu iyi bir mücellit ve iyi bir hattattır. Kitaplarını tamir eder, ciltler, künyesini talik eder, çizer ve öyle tetkik eder. Nükteli konuşmaları ile salonu dalgalandıran Ali Birinci hocaya göre Hatipoğlu’nun en mümeyyiz vasıflarından biri siyaset, makam gibi uğraşlara pirim vermeden ilmi karakterini korumuş olmasıdır.

Metin tenkidi, cerh ve tadil anlayışına dayanmayan İslami hayatın çıkmazları

Son olarak Said Hatipoğlu hoca, teşekkür sadedinde bir konuşma yaptı. Bu kısa konuşması da ilmî mücadelesinin, tefekkür ve tenkitçi yaklaşımının bir hülasası idi.

Memlekette geleneksel olarak yaşayan bir eserde Hz. Peygamber’in abdliği ile bağdaşmayan tanımlamaların hadis bağlamında zikredilmesini ve eseri Türkçeye çeviren hadis profesörünün bu eksikliğe ses çıkarmamasını tenkit etti. Bir insan, bir beşer olarak Hz. Peygamberi bedensel atıklarına kadar kutsallaştırmanın Müslümanlardaki itikadi ve siyasi sapmalara sebep olduğu üzerinde durdu. İkinci olarak, kadın eğitimine getirdi sözü. “Kadınlara danışın fakat söylediklerinin tersini yapın” gibi sözlerin hadis adı altında kitaplara girmiş olmasının sonuçlarını paylaştı. “İstanbul aslında fethedilmemiştir, İstanbul el’an zalimlerin ve kafirlerin tasallutu altındadır, gerçek fetih kıyamete yakın olarak yapılacaktır.” gibi sözleri, kıyamet hadisleri olarak okutan eserlerin DEAŞ gibi anlayışları doğurduğu üzerinde durdu ve bu metin tenkidi, cerh ve tadil anlayışına dayanmayan İslami hayatın çıkmazları, tehlikelerine işaret etti.

Hatipoğlu böylelikle gösterdi ki ilim ehli, hoca ve hakikat davacısı için her yer sınıf, her dinleyici talebedir ve her yer ilim meclisi haline gelebilir. Yeter ki hoca olsun.

İlim adamlarını anmak âlimi, ilmi, kitabı, fikri, tarihi konuşmaktır. Öyleyse bu çoğaltılmalı, yaygınlaştırılmalıdır. KAGEM bundan böyle gelenek haline getirdiği bu hatır bilirliği sürdürecektir. Bizim teklifimiz bundan sonraki oturumun Prof. Dr. Süleyman Ateş için yapılmasıdır. Hocası Muharrem Hilmi Efendi’den tasavvuf dâhil birçok ilmi alan, kendini yetiştirerek Diyanet İşleri Başkanlığı’na, müfessirliğe kadar yükselen ve birçok talebe yetiştiren hocayı tanıtmak için yeni nesil adına bu güzel bir fırsat olacaktır.

 

Kâmil Yeşil